Delilleri yok ede ede gelen beraat talebi
Mahsun Mızrak ve Enes Ata, 2006'da polisin gaz fişeğiyle hayatını kaybetti. Zaman içinde tüm delillerin sümen altı edildiği davada tutuksuz polisler için tahliye istendi. Aileler tepkili.
Bahar KILIÇGEDİK
ARTI GERÇEK-Diyarbakır’da 2006 yılında çıkan olaylar sırasında 14 yaşındaki Mahsun Mızrak ve 8 yaşındaki Enes Ata yaşamını yitirdi. İki çocuğun ölümüne neden olan, polisin attığı gaz fişeğiydi. Mızrak ve Ata’nın ölümü ile ilgili yargı süreci, Diyarbakır Valiliği’nin 3 sanık polis memuru hakkında soruşturma izni vermemesinden kaynaklı, 4 yıl sonra başladı. Polisler hakkında "olası kasıt sonucu ölüme neden olmak" suçundan ömür boyu hapis cezası istemiyle dava açıldı. Polislerin tutuksuz yargılandığı davada adli emanetteki deliller, tek tek ortadan kaybolmaya başladı. Enes Ata üzerindeki elbiseler yargı kararı olmaksızın imha edildi. Davanın en önemli delili olan gaz fişeği parçası, başka bir mermi parçası ile değiştirildi. Delillerin teker teker ortadan kaldırılmasının ardından savcılık ‘delillerin yetersizliğini’ gerekçe göstererek tutuksuz yargılanan 3 sanık hakkında beraat istedi. 11 yıldır süren davada, sanıkların tutuklanmaması ve beraat mütalaasının verilmesi dosyanın faili meçhul kalacak bir şekilde bırakılacağı ihtimalini güçlendirdi. 31 Ekim’de görülecek olan karar duruşması öncesi davanın avukatları ve aileler Artı Gerçek’e konuştu.
ENES TEYZESİNE GİTMEK İÇİN EVDEN ÇIKTI, BİR DAHA GERİ GELMEDİ
Enis Ata’nın babası Selamettin Ata, hala oğlunu kaybetmesinin acısını yaşıyor. Enes’in, teyzesine gitmek için kendisinden izin istediği o anı hiç unutmadığını ifade eden Ata, "O gün dükkanlar kapalıydı. Oturduğumuz Kuruçeşme’de ne eylemciler ne de polisler vardı. Bizim oralar sakindi. Teyzesine gitmek istediğini söyleyince izin verdim. Saat 15:00 civarında teyzesini aradım, Enes’in gelmediğini söyleyince aramaya çıktık. Bu defa benim teyzem arayarak, Enes’in birisinin kucağında hastaneye götürdüğünü televizyonda gördüğünü söyledi. Devlet hastanesine gittim. Gittiğimde Devlet hastanesinin etrafının kuşatıldığını gördüm. İçeriye de girilmiyordu. Görevliye durumu anlattım. Gittim içeriye. Oradaki görevlilere, çocuğumun üzerindeki elbiselerini ve rengini söyledim. Benim verdiğim bilgiler örtüşünce, oradaki görevlinin rengi değişti. Bana ‘abi otur oraya’ dedi. Dedim oturamam, bakmam lazım. Bana sen bakamazsın, başkasının gelip teşhis etmesinin daha uygun olacağını söyledi. Yanımda olan akrabam bakmaya gitti, Enes’in öldüğünü söyledi. Yıkıldım. Enes’in cenazesini Diyarbakır’da defin etmemize bile izin vermediler. Köye götürerek defin etmek zorunda kaldık" dedi.
Enes Ata'nın babası Selahattin Ata...
SANIKLARI AKLAMAK İÇİN ELİNDEN GELENİ YAPTILAR
Çocuğunun suçsuz yere öldürüldüğünü ifade eden Ata, sanıklar hakkında beraat istenmesine tepkili. Yargılamanın 11 yıldır devam ettiğini, bu süre zarfından delillerin teker teker yok edildiğini anlatan Ata, "Valilik yıllarca memuruna soruşturma açılma izni vermedi. Verilen hukuk mücadelesinin ardından tam dava açıldı, bu defa mahkeme kararı olmadan çocuğumun elbiseleri imha edildi. Ardından çocuğumun ölümüne neden olan fişek parçaları çalındı. Çünkü elbise üzerinde inceleme yapılsaydı, atış mesafesi bulunabilirdi. Kaybedilen fişek incelenseydi, hangi silahtan çıktığı belli olurdu. İsteselerdi 24 saatte failleri bulabilirlerdi. Her şeyi zamana yaydılar. Sanıkları aklamak için ellerinden geleni gayreti yaptılar. Asla adalet beklemiyorum. Bu noktadan sonra ceza beklemek saflıktır. Görünen köy kılavuz istemez" diye konuştu.
Adli emanetten delillerin ortadan kaybolmasının sanıkların işi olduğunu iddia eden Ata, "Sanıkların tutuklanmaması, delillerin ortadan kaybolmasına neden oldu. Durup dururken orda deliller neden ortadan kaybolsun. Onlar içerde olmuş olsaydı, kim yapacaktı! Enes’in katilleri, Mahsun’un katilleri ceza almış olsaydı, diğer görevliler açısından caydırıcı olurdu. Başka çocuklar ölmeyecekti. Ama maalesef bunlar ceza almadığı için yüzlerce çocuk katledildi" dedi.
O GÜN KARA BİR GÜNDÜ
Mahsun Mızrak’ın annesi Besire Mızrak, çocuğunu kaybetmenin acısından dolayı fotoğraflarını dahi duvara asamadığını anlatıyor. "Fotoğraflarına her baktığımda içim yanıyor" diyor.
11 yıldır oğlunun acısını yüreğinde taşıdığını anlatan anne Mızrak, "Nüfusta adı Mahsun’du. Biz ona Newroz derdik. Asıl ismi Newroz’du. O gün Diyarbakır’da olaylar vardı. Saat 10-11 civarında evden çıktı. Dışarı çıkarken eve çabuk gelmesini istedim. Normalde Mahsun, dışarı çıktığında hava kararmadan gelirdi eve. Ama o gün gelmedi. Babası akşam gelince kayınımla birlikte Newroz’u aramaya çıktı. İnternet kafeleri aradı, arkadaşlarına soru ama bulamadı. Kaygılanmaya başladık. Babası bir kaç hastaneye gidip baktığında bulmayınca biraz rahatladık. Dedik tamam, hastanelerde değilse kesin gözaltındadır. Gözaltında olabilme ihtimali bizi rahatlattı. Ama babasının arayışı sürdü. En son devlet hastanesine gidince Newroz’un orda olduğunu öğrendiler. Kayınımı morga gidip teşhis etti. Orda Newroz’un (Mahsun) öldüğü kesinleşti" diye anlattı.
Mahsun Mızrak'ın annesi Besire Mızrak...
POLİSLER BİZİ "TAZMİNAT PEŞİNDESİNİZ" DİYE SUÇLADI
Mahsun’un ölümün ardından 4 yıl sonra dava açıldığını belirten anne Mızrak, kendilerinin de duruşmaya katılarak sorumlular hakkında şikayetçi olduğunu söyledi. Davanın açıldığı ilk günlerde, 3 polis memurunun kapılarına geldiğini ifade eden Mızrak, "Bize sorular sordular. Bana, ‘Siz tazminat peşindesiniz’ dediler. Bu ifadeye çok kızdım. ‘Ne tazminatından söz ediyorsunuz, ben çocuğumun failinin ortaya çıkarılmasını istiyorum’ dedim. Davacı olduğumuzu, çocuğumun faillerinin yargılanmasını istediğimizi söyledim. Hatta oğlumun polis okulunun yanında öldürüldüğünü, yoldan geçerken vurulduğunu, tanıkların olduğunu söyledim. Tutanak tuttular. Ama daha sonra duruşmaları izledim. O tutanak hiç mahkemeye sunulmadı" dedi.
BİZİ HİÇ KONUŞTURMADILAR
Davanın yıllardır sürdüğünü, eşiyle birlikte tüm duruşmaları takip ettiklerini anlatan Mızrak, "İlk duruşmadan sonra bizi hiç konuşturmadılar. Dava sürdü ama sanıklar bir türlü hak ettiği cezayı almadı. Biz cezayı beklerken oğlumun ölümüne neden olan gaz fişeğinin parçaları ortadan kaldırıldı. Yerine başka bir fişek koydular. Orada ya oğlumu öldürenler, ya da oğlumu öldürenlerin arkadaşı delilleri ortadan kaldırdılar. Ceza almamaları için bunu yaptılar. Bunu yapabilirler, burada beraat edebilirler. Peki ya Allah’ın huzurunda ne yapacaklar?" sözleri ile tepkisini dile getirdi.
OĞLUM TOPRAK ALTINDA OLMAMALIYDI
"Oğlum suçsuz günahsızdı. Neden öldürdüler. Bize bu acıyı neden yaşattılar" diye feryat eden anne Mızrak, "Ne zaman oğlumun mezarına gitsem içim yanıyor. Hala oğlumun öldüğünü kabullenmiş değilim. Diyorum Newroz, sen toprak altında üşürsün, orada olmaman gerekirdi. Aradan yıllar geçmesine rağmen acım dinmiyor. Ama sanki yeni kaybetmişim gibi acım taze" diyerek göz yaşı döktü.
ARTIK SÖYLENECEK SÖZ KALMADI
Bu davadan hiçbir umudunun olmadığını, sanıklara ceza verilmeyeceğini bildiğini ifade eden anne Mızrak, şunları söyledi: "Bu olayı kapatacaklar. 7-8 yıldır bizi ötürüp getiriyorlar, acımızı tazeliyorlar. Ama samimi değiller. Bakın o kadar davaları takip ettik, ilk başladığı gün dışında bir daha bizim ifademiz alınmadı. Ne diyeceksiniz diye sorulmadı. En son savcının beraat mütalaasını verdiği duruşmada hakim bize ‘Bir şey diyecek misiniz’ diye sordu. Eşim ‘Hayır. Artık bir şey demeyeceğim’ diye cevap verdi. Çünkü artık diyecek söz kalmamış. Her şey bitmiş. Sanki insanlarla dalga geçiyorlar. Çünkü devlet o memurları koruyor, yargılamada o koruma üzerinden gidiyor."
Avukat Barış Yavuz...
SANIK POLİSLER MAHKEMEYE BİLE GELMEDİ
Mahsun Mızrak’ın aile avukatı Barış Yavuz, davanın hangi yönde ilerlediğini, bundan bir cezanın çıkıp çıkmayacağının yaşanan gelişmelerden net bir şekilde anlaşılabileceğini söyledi. Sanıkların polis olduğunu, çocukların ölümüne neden olan maddenin ise polisin silahından çıkan gaz fişeği olduğunu hatırlatan Yavuz, "Sanıklar sadece bir, ya da iki defa duruşmalara geldiler. Ondan sonrasında da duruşmalardan bağışık tutuldular. ‘Mahkemeye gelmelerine gerek yok’ denmedi ama onlar gelmedi. Hatta bunların hepsi yurtdışına özel görevlerle gönderildiler. Biz dedik ki ‘bunlar devlet eliyle yurtdışına kaçırılıyorlar. Tüm taleplerimize rağmen mahkeme bunları duruşmalara bir türlü getiremedi" diye anlattı.
Yargılama aşamasında davanın en önemli delillerin adli emanette kaybolduğunu ifade eden Yavuz, delillerin ortadan kaybolmasının sanıklarla ilişkili olabileceğine işaret ederek, "Delilin ortaya çıkması ile hukuki anlamda menfaati zedelenecek kimse, bu delili o yok etmiştir. Bunlar değilse de, başkalarıysa da bu meseleden haberdar olmaları gerekiyordu. Ama dediğim gibi, kim bundan zarar görecekse, delili o değiştirdi. Çünkü failin bulunmasına ramak kalmıştı. Jandarmanın raporuna göre, onun hangi silahtan atıldığı tespit edilebiliyordu. Emniyetin yazısına göre o silahtan Diyarbakır’da 83 tane vardı. 28 Mart olayları sırasında o silahı kullanan özel kuvvetlerin kimler olduğu tespit edilebiliyordu. Ama bu değiştirildi. Birisi o parçayı değiştirdi ve failin ortaya çıkmasını engelledi" diye konuştu.
YURT DIŞI YASAĞI KONMASI GEREKİYORDU, YURT DIŞINDA GÖREVLENDİRİLDİLER
Bir davada, şüphelilerin tutuklanmasına en büyük gerekçenin "delillerin karartılması" olduğunu hatırlatan Yavuz, "Genellikle sanıkların tutuklama gerekçeleri yurtdışına kaçma oluyor. Ama bu sanıklar yurtdışında görevlendirildiler. Genellikle davalarda şüphelilerin tutuklama gerekçesi, ‘delillerin değiştirilmesi, yok edilmesidir’ oluyor. Ama bu davada bu kural nedense işletilmedi. Bizce bu sanıklar delilleri değiştirdiler yok ettiler. Ama yine tutuklanmadılar" dedi.
SAVCI AİHM’İN MAHKUMİYET KARARINA KARŞI BERAAT İSTEDİ
Delillerin adli emanetten değiştirildiğinin anlaşılması ve sanıkların tüm delillere rağmen tutuklanmamasının ardından dosyayı AİHM’e taşıdıklarını anlatan Yavuz, "İç hukukun etkisiz olduğuna inanarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurduk. AİHM’de yaptığı yargılamanın neticesinde Mahsun Mızrak’ın, ölüm olayı ile ilgili olarak, Türkiye aleyhine iki defa ‘yaşam hakkının ihlal edildiği’ne karar verdi. Devletin öldürememe yükümlülüğü ve öldürme olayında etkin soruşturma yapmama şeklinde Türkiye iki defa mahkum edildi. Bu mahkumiyeti 1. Ağır Ceza Mahkemesine sunduğumuz celse, iddia makamı sanıklar hakkında tekrar beraat mütalaası verdi. Çok manidardır bu beraat mütalaası…" ifadelerini kullandı.
DOSYA FAİLİ MEÇHUL BIRAKILMAK İSTENİYOR
Savcının beraat mütalaasını ‘delil yetersizliğine’ dayandırdığını belirten Yavuz, "Burada herkesin gözü önünde, yargılamanın gözü önünde mahkemenin kasasında olan emanette olan bir delil yok edildi. Şu anda iddia makamı da delil yetersizliğinden beraat mütalaası verdi. Mahkeme büyük ihtimalle sanıklar hakkında beraat kararı verip, dosyayı Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına failin bulunması noktasında iade edecektir. Zaman aşımına kadar daimi arama kararıyla failler aranacak. Dosyada faili meçhul olarak raflarda kalacak" dedi.
ADLİ VAKA OLMUŞ OLSAYDI, MAHKEMENİN TUTUMU FARKLI OLURDU
Enes Ata’nın ailesinin avukatı Abdullah Zeytun, dosyanın yargılandığı Ağır Ceza Mahkemesi’nde bütün taleplerinin reddedildiğini söyledi. Kolluk kuvvetlerine yönelik cezasızlık eğiliminin bu dosyada da göz önüne çıktığını anlatan Zeytun, "Mevcut olan deliller üzerinden sanıklar belirleniyor. Adli emanette dosyanın en önemli delili gaz kapsülü fişeği ‘bilinmedik’ bir şekilde kaybediliyor. Aynı şekilde dosyada Enes Ata’nın elbiseleri mahkeme kararı olmaksızın imha ediliyor. Bunlar hukuken açıklanamayan bir durum. Sonuçta CMK’da açık bir şekilde delillerin kaybedilmesi, karartılması ve kaçma şüphesi yönünden tutukluluk kararı verilebiliyor. Ve buna rağmen dosyada, sanıkların tutukluluğuna yönelik hiçbir işlem yapılmıyor. Yani adli bir vaka olmuş olsaydı, inanın şu anda o şahıslar tutuklu olacaktı. Yalnız dosyada şüpheliler, sanıklar kamu görevlisi olduğu için mahkeme onlara karşı tutumu geçmişten bu yana devam ediyor" diye anlattı.
TUTUKLULUK KARARI VERİLMEMESİ POLİTİKTİR
"Bizce sanıkların cezalandırması için her türlü delil dosyada mevcut" diyen Zeytun, delillerin kaybedilmesi olayında tüm şüphelerin sanıklar üzerinde yoğunlaştığını belirterek şunları söyledi; "Açıkça söylüyoruz sanıkların bu kaybedilmeyle ilgili çok açık bir illiyet bağları var. Evet, yüzde yüz bunu somutlaştıramıyoruz, ama sonuçta kamu görevlileri, dosyanın geldiği aşama göz önünde bulundurulduğunda, bir etkilerinin olduğu şüphesiz. Gaz kapsülünün zaten kim tarafından atıldığı, ne şekilde atıldığı çok açık bir şekilde belirlendiği için, bu aşamadan sonra zaten tutukluk yönünde cezalandırılması yönünde çok büyük bir done var. Mahkemenin açıkçası sanıkların tutukluluğu yönünde karar vermemiş olması tamamen politik bir durum."
SAVCI ZAMAN AŞIMI GEREKÇESİNE SIĞINIYOR
Mahkeme kararı olmadan Enes Ata’nın elbiselerinin imha edilmesi ve delillerin ortadan kaldırılmasının her şeyi ortaya koyduğuna dikkat çeken avukat Zeytun, "Birinci dereceden değimiz delil elbiseler ve gaz fişeği kapsülüdür. Ve yargılama zaten bu yönüyle başlandı. Siz en önemli somut delilinizi mahkeme kararı olmaksızın imha ediyorsunuz. Peki o zaman hangi gerekçe ile imha ediliyor. Oda yok. Savcılık delillerin kaybedilmesi olayı ile ilgili başlatılan soruşturmaya takipsizlik kararı veriyor. Yalnız savcılığın burada vermiş olduğu karar çok mühim. Savcılık, polisler veya adli emanette çalışan memurlar yapmadı demiyor. Sadece zaman aşımı bahanesine sığınarak takipsizlik kararı veriyor. Gaz kapsülü, gaz fişeğinin ne zaman kaybedildiğine dair bir beyanda bulunmaksızın bu kararı veriyor. Yani savcılık burada kendi işlemini, soruşturmasının takipsizlik kararını herhangi bir gerekçeye dayandırmaksızın veriyor. Gaz kapsülünün ne zaman, kim tarafından nasıl kaybedildiğine dair net, somut bir tespitte bulunursunuz. Onun üzerinden bir zaman belirlersiniz. Takipsizlik kararını buna binaen verirsiniz. Yalnız savcılık takipsizlik kararında buna değinmeksizin suçla ölüm tarihini baz alarak takipsizlik kararını veriyor. Biz bu yönüyle itirazlarımızı sunduk. Sadece zaman aşımı yönüyle değil, dosyada bir delil karartılması söz konusu olduğu için, ayrıca delil karartılma suçu kapsamında da sanığın cezalandırılmasını talep ettik" dedi.
Yürütülen soruşturmanın, kendilerine dosyanın akıbeti hakkında bir fikir verdiğini anlatan Zeytun, "Şu anki yargının kamu görevlilere bakışı, siyasal durum bize beraatı gösteriyor. Bizde sanıkların cezalandırılması için mücadelemizi sürdürüyoruz. Sonuçta bildiğiniz gibi bir sanığın cezalandırılması, kamu görevlisinin cezalandırılması diğer kamu görevlileri nezdinde çok büyük etkiye sahip. Biz bunun mücadelesini veriyoruz. Yaşama hakkının bu kadar ağır bir biçimde ihlal edildiği bu tür dosyalarda, biz tek bir dosya olsa bile cezalandırılmanın çok önemli olduğunu düşünüyoruz" diye konuştu.
TAKİPSİZLİK KARARI KALDIRILDI
Öte yandan gaz fişeğinin değiştirilmesi ile ilgili savcılığın verdiği takipsizlik kararına avukatlar itiraz etti. İtirazı değerlendiren Diyarbakır 1. Sulh Ceza Hâkimliği, gaz fişeğinin adli emanette kaybolması ile ilgili yürütülen soruşturmanın eksik ve yetersiz yürütüldüğüne hükmederek, takipsizlik kararını kaldırdı.