'Hapistekiler değişti ama meslekleri değişmedi'

OHAL sürecinde demokrasinin sac ayaklarından medya zarar görmeye devam ediyor. Rıdvan Akar'a göre gazetecilik itibar kaybetti ve Cumhuriyet tarihinin en ağır dönemini yaşıyor.

'Hapistekiler değişti ama meslekleri değişmedi'

Fatma YÖRÜR

Türkiye medyasının önde gelen gazetecilerinden Rıdvan Akar, içinde bulunduğumuz durumu ve OHAL süreciyle medyanın aldığı pozisyonu Artı Gerçek’e değerlendirdi.
Gazetecilik mesleğine yıllarını veren Rıdvan Akar, Türk Haberler Ajansı, Söz, Ekonomik Panorama, Tempo, Milliyet ve atv’de çalıştı. Bir Gün ve T24’te yazılar kaleme aldı. Mehmet Ali Birand ile birlikte medya klasiği 32. Gün'ün Genel Yayın Yönetmenliğini 10 yıl boyunca sürdürdü.

Akar'ın hazırladığı "Gezi" belgeseli Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin 2013 yılı Nezih Demirkent Özel Ödülü'ne layık görüldü.

2014 Haziran sonunda beş yıl çalıştığı CNN Türk’teki işine son verildi. Bu kurumda "Hayatın Tanığı" ve "Habere Dair" adlı iki program hazırlayan Akar, bu görevinin ardından Beşiktaş Kulübü'nde başladığı İletişim Direktörlüğü görevinden attığı twit nedeniyle uzaklaştırıldı.

Akar’a göre yaşanan sürecin gerekçesi OHAL, ancak baskı ve sindirme çok daha önceye dayanıyor. Bu durumu medyaya dönük sistematik bir sindirme politikası olarak yorumlayan gazeteciye göre, Türkiye’de medya tarihi bir dönemden geçiyor ve bu Cumhuriyet Tarihi'ndeki en ağır süreç.

"GAZETECİLER 'TERÖRİST' OLARAK YAFTALANIYOR'

-Türkiye son bir yıllık periyodda bir OHAL süreci yaşıyor. Bu süreçten pek çok kesim gibi medya da etkilendi. Siz usta bir gazeteci olarak bu süreci ve medyanın içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Rıdvan Akar: "Gazetecilik mesleği iki ana eksende itibar kaybediyor. Birincisi, haber alma ve özgürlüğünün kısıtlandığı bu süreçte gazeteciler "terörist" diye yaftalanıyor. Üstelik bu söylem devletin en yetkili ağızları tarafından ulusal ve uluslararası kamuoyuna vaz ediliyor.

İkinci olarak, medyanın hak, ilke ve çıkarlarının ötesinde ideolojik kutuplaşmaların etkisi ve patronların ali hakları ile kendi değerlerini yitirmekte olan bir başka medya ile karşı karşıyayız. Önceliklerini mesleğin ontolojik ilkeleri yerine siyasetin kutuplaştıran söylemine terk eden bir mesleki ayrışmanın sonuçlarını yaşıyoruz.

OHAL üzerinden medya üzerinde oluşturulan baskıcı politikalar ve tehditler sonucunda binlerce gazeteci işsiz, yüzlercesi cezaevlerinde, çalışanlar tıpkı askeri cunta dönemlerinde olduğu gibi otosansürle mesleklerini icra etme kaygısı yaşıyor. Mesleğin siyasetin iki dudağı arasına sıkışmış bu hali ne yazık ki habercilerin mesleki coğrafyasındaki oksijeni alabildiğine azaltıyor."

'PARMAKLIKLARIN ARKASINDAKİLERİN MESLEKLERİ DEĞİŞMEDİ'

12 Eylül sonrası 1984’te gazeteciliğe başlayan Akar, ardından 28 Şubat sürecine gazeteci olarak tanıklık eder.

Akar: "12 Eylül sonrası, sıkıyönetim komutanlıklarının emir ve tebliğlerinin mesleki iklimi belirlediği ve özgürlüklerin kısıtlandığı bir dönemdi. Sonrasında 1990’larda "Terörle Mücadele Yasası"nın 6 ve 8. maddeleriyle yeni bir baskı ve tahribat dönemi yaşandı. Bu dönemde Kürt kökenli pek çok gazeteci faili meçhul cinayetlerle katledildi. MİT Raporu’nda ortaya çıktığı haliyle gazeteleri resmi çevrelerce bombalandı."

"Ardından 28 Şubat "Post modern" askeri darbesinde bu defa muhafazakar, İslamcı çevreler devletin ceberrut politikaları ile tanıştı. Bugün özgürlüklerin kısıtlanmasını alkışlayan kimi kalemler ve medya mensubu o günlerde cezaevi ve işkenceye uğradı. Sonra Ergenekon-Balyoz davaları ile medya üzerinde yeni bir baskı dönemi gerçekleşti. Bu defa demir parmaklıkların ardındaki isimler değişmiş ama meslekleri değişmemişti."

'KUTUPLAŞMIŞ BİR SEKTÖRLE KARŞI KARŞIYAYIZ'

"Bugün aslında devlet mantığı belirttiğim bu tarihi bilgilerin ışığında edinilmiş "know-how" ile hareket ediyor. Yine gazeteciler ve gazetecilik mesleği tehdit ve tehlike olarak lanse ediliyor. Ancak bu dönemin diğerlerinden en önemli farkı, geçmişte olmadığı oranda kutuplaşmış bir sektörle karşı karşıyayız. Geçmişte aynı gazete, tv vb. yayın organlarında birlikte dirsek çürüttüğü arkadaşının "terörist" olarak cezaevlerinde günlerini geçirmesinden rahatsız olmayan bir gazeteci eliti var.

Alabildiğine meslektaşlarını ihbar ve teşhir etmekle maaş alıyor. Bir başka değişim ise o dönemlerde olmayan bir sosyal medya gerçeğine sahibiz ve baskının en dolaysız ve yurttaşa kadar inen bir türünü de o sektörde yaşıyoruz."

- Cumhurbaşkanı Erdoğan: "Gerçek manada gazeteci sıfatıyla içeride 2 kişi var. Şu anda içeride olanların gazetecilik sıfatı yok" açıklaması yaptı. Gazetecilik kriterlerini tartışmaya açan bu açıklama üzerine neler söylemek istersiniz?

"Aslında çok çarpıcı bir tekrar ile karşı karşıyayız. Zira Ergenekon-Balyoz davaları sürecinde benzer açıklamalar yapılıyordu. Şimdilerde "kumpas" olarak nitelenen bu sürecin mağduru gazeteciler, neredeyse kopya açıklamalarla suçlanıyordu. Kitabın bomba kadar tehlike oluşturabileceği minvalinde konuşuluyordu.

Kimin gazeteci olduğuna kim karar verebilir? Kritik ama işin özünü oluşturan soru budur. Örneğin sarı basın kartı gerek yeter şart olabilir mi? Kanımca bizim açımızdan bu kararı verebilecek olan meslek örgütleri olmalıydı. Öte yandan cezaevinde olan meslektaşlarımızın mesleki faaliyetleri nedeniyle orada oldukları gerçeğini kim değiştirebilir ki?"

-15 Temmuz nedeniyle medyada yer alan ’15 Temmuz resmi logosu’ ve haber akışları hakkında ne düşünüyorsunuz? Tüm haber kanallarında yaratılan ortak söylem ve eş içerikler var. Yetkililerin açıklamalarını baştan sona dinliyoruz. Bu durum ve gazetecilik kriterleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

"Her ideoloji kendisine bir resmi tarih oluşturmak ve "öteki" ile olan ilişkisini övündüğü, gurur duyduğu bu tarih üzerinden kurgulamak ister.

15 Temmuz sürecinin aktörleri halktı. Şimdi bu sürecin sahiplenilmesi açısından ilk yıldönümünde yapılan ayrıştırmayı hüzünle seyrediyorum. Örneğin resmi anmalara muhalefetin davet edilmemesi, Meclis’te yapılacak konuşmalarda muhalif partilerin konuşma metinlerinin önceden istenmesi türü uygulamalar ilginç.

Zira "öteki" olarak görülen partilerle 15 Temmuz sürecinin "kazanımlarının" paylaşılmak istenmediğini gösteriyor."

"TÜRKİYE’DE GAZETECİLER İTİBAR KAYBETTİ"

Türkiye’de son dönemde pek çok gazeteci hapiste, pek çok gazeteci işsiz. Bir yandan da özellikle ana akım medyada çalışan meslektaşlarımız, çalışma hayatında ustaların kalmadığını, işi öğrenecek usta isimlerin yerini alan insanların haber yapma değil yapmama üzerine telkinler verdiğini anlatıyor. Rıdvan Akar’a soruyorum, "Usta gazeteciler bu süreç için bir alternatif yaratabilir mi?"

Akar, "Bu sorunun yanıtı hem kolay hem de zor" diyor. "Kolay, zira "evet yaratılabilir" diyerek cevaplamak mümkün. Ancak asıl soru "nasıl" olmalıydı?"

Akar’a göre, bu aşamada mesleki, kişisel, ilkesel, siyasi ayrışmalar hala böylesi bir "birlikte davranma" refleksini önleyebiliyor.

Akar: "Dahası, Türkiye’de gazeteciler itibar kaybetti. Bunun yeniden tesis edilmesi ancak konvansiyonel mecralarda alternatifler yaratılabilerek mümkün.

Yani internet üzerinden gerçekleştirilen projeler devletin engellemeleri ve takipçi sayısının azlığı ile malul. Gazete ve tv benzeri alternatifler ise pahalı bir seçenek ve ne yazık ki "usta" olsun olmasın, gazetecilerin mesleğini ifa edebileceği böylesi mecralar yok ve daha önemlisi böylesi cesarete sahip bir yatırımcı da ufukta gözükmüyor."

Usta gazeteciye geleceğe dönük umudunuz var mı, diye soruyorum: Kısa vadede yok, diyor ve ekliyor:

"Zira yasalarla sınırlandırılmış bir "özgürlük" ortamından, halkın umudunu kestiği bir habercilik geçmişinden ve giderek palazlanan ve çeperini geliştiren bir yandaşlaşma sürecinden geçiyoruz. "

-Alternatif yayın organları ve sosyal medyanın bu açığı kapatabileceğine inanıldı hep. Ancak orada da bazı temel sorunlar var. Mesleki açıdan bu alanı nasıl görüyorsunuz?

"Ben internet gazeteciliğinin konvansiyonel olan gazete ve tv’lerin ikame ettiği kanısında değilim. Halk, ulusal ölçekte yayından hala bu yayınları anlıyor. Dolayısıyla etki ve nüfuzu daha yüksek oluyor.

Yapılan araştırmalar Türkiye’de internet kullanımının haber alma özelliğinden çok başka etkileşimler için kullanıldığını gösteriyor. Ancak sosyal medya ve yurttaş gazeteciliği konusunda hem iyimserim hem de giderek etkisinin daha arttığını gözlemleyebiliyorum.

Sosyal medyada teşhir edilen bir hak ihlali ister istemez devletin ilgili organlarınca dikkate alınabiliyor. Ancak bu etki sadece muhalif olan açısından değil, iktidara yakın olanlar tarafından da etkin biçimde kullanılabiliyor. Cezaevinden tahliye edilen Atilla Taş ve arkadaşlarının sosyal medyada sürdürülen kampanya ile cezaevi kapısından hücrelerine dönmelerini anımsayın.

Muhalif olana ulaşma kolaylığı ya da sansür, engelleme ve yavaşlatma ile sosyal medyanın reflekslerinin zayıflatılması gibi dezavantajları dikkate aldığınızda bu mecranın zafiyetleri görmezden gelmememiz gerekiyor."

Söyleşinin sonunda Rıdvan Akar’a kamu yayıncılığı adına kurulan TRT’nin geldiği noktayı soruyorum. Özellikle Adalet Yürüyüşü hakkında "söz de yürüyüş" benzetmesiyle tepki toplayan TRT hakkında Akar tek bir olumlu döneme işaret ediyor o da İsmail Cem dönemi:

"TRT - İsmail Cem’in kısa süren genel müdürlüğü dönemi dışında- her dönem iktidarlarla iyi geçinen ve onların sesi olarak öne çıkan bir devlet kurumuydu. Günümüzde etki ve faaliyet alanını çeşitlendirdiği ve ekonomik gücü çok daha arttığı için daha çok konuşuluyor."

ohal medya gazetecilik