'İktidarın kamu yararına olmayan faaliyetlerini haberleştiren gazetecilenin can güvenliği tehdit altında'
ARTI GERÇEK- Osmanlı İmparatorluğu zamanında çıkan tüm gazeteler sansür memurlarının kontrol ve denetiminden geçtikten sonra yayınlanıyordu. Sansürün ilk uygulandığı tarih ise 10 Mayıs 1876 olarakkayıtlara geçti.
24 Temmuz 1908 tarihinde İkinci Meşrutiyet yürürlüğe girdikten sonra sansür uygulamasına resmi olarak son verildi. Bu tarih, "Gazetecilik ve Basın Özgürlüğü Mücadele Günü" olarak ilan edildi.
ARTI TV'ye konuşan gazeteciler, sansürün sadece kağıt üzerinde olmadığını vurguladı. Birçok gazeteci ise konuşma talebini "can güvenliğinden endişe ettiği için" reddetti.
'GAZETECİLER SESLERİNİ YÜKSELTMELİ'
Özgür Gelecek gazetesi yazarı Taylan Öztaş, "Sansürün kaldırıldığını söyleyemeyiz. Üstümüzde yoğun bir baskı aracı olarak kullanılmaya devam ettiği bir gerçeklik" diyerek 20 Temmuz'daki Suruç anmasında görüntü almaya çalışırken yaşadıklarını anlattı:
"Parmakları kırılanlar, makinalarına saldırılanlar; benim telefonum fırlatıldı yere. Eğilip almaya çalışırken 4 polisin tekmeli saldırısına maruz kaldım. Bu artık nefesimizi kesmeye dönük bir yere evrilmiş durumda. Bu üzerimizdeki baskı, şiddet, işkence, gözaltı meselesini de dayanışarak aşabileceğimizi düşünüyorum."
Suruç eylemlerinde polisin müdahalesi ile karşılaşan bir diğer gazeteci ise Net Haber Ajansı muhabiri Emre Orman'dı. Orman, yaşadığı darp edilme olayının sansür olduğuna işaret etti. "Suruç eyleminde polisin yaptığı işkenceyi görüntülerken aldığım yumruk darbesinin izi sansürdür; yaptıkları işkencenin, yaptıkları suçların belgelenmesini istemedikleri için azgınca yaptıkları saldırının sonucudur" diyen Orman gazetecilerin baskıdan kurtulabilmesi için "Gazeteciler sokaklarda yürüyüşler yapmalı, seslerini daha da geniş alanlara ulaştırabilmeli" dedi. Orman, "Bir başka sorun ise, son dönemlerde, Türkiye'den yurt dışına giden gazetecilerin uğradığı saldırı ve maruz kaldıkları tehditler." diye ekledi.
'ORTAÇAĞ KARANLIĞINA YAKLAŞTIK'
Yurt dışında şiddet gören gazeteciler arasında yer alan ARTI TV programcısı Erk Acarer, Ortaçağ karanlığını hatırlatrak, uygulamaların oraya yakınlaştığını ifade etti:
"1908 yılında basına 'sansür artık uygulanmasın' denmiş ve aradan 113 yıl geçmiş. Ne yazık ki 113 yılda geldiğimiz nokta bu. Aslında 1 asırdır, son 20 yılda da özelde AKP iktidarının uygulamalarıyla beraber neredeyse ortaçağ karanlığına yakınlaşmışız. Ne kadarını yazacaksınız, ne konuda izin alacaksınız ya da kamuoyuna tüm gerçekleri olduğu gibi anlatabilecek misiniz; bu mesele çok önemlidir. Gene Türkiye'deki meslektaşlarımda olduğu gibi dünyadaki meslektaşlarımın da aslında siyasetten ve kamunun adım atmasından daha önde olduklarını söyleyebilirm."
Kızılbayrak muhabiri Kardelen Yoğungan da gazetecilerin yargı yolu ile uğradıkarı baskıya dikkat çekiyor:
"Sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek onlarca kişi hakkında dava açıldı, mesleklerinden ihraç edildi ve tutuklandılar. Toplumun direnen kesimlerine dönük hak arama mücadelesine dönük saldırıların dolaysız bir parçası gaztecilerin de yaşadığı."
'FONLAR EŞİT DAĞITILMALI'
Sansürün şekil değiştirerek devam ettiğini söyleyen Hayri Tunç ise "Gazatelerimiz kapatılıyor, çekim yapmamız engelleniyor. 90'lardı galiba, Özgür Ülke gaztesi neredeyse manşeti komple sansürlü çıkmıştı. O günden beri hep aynı, sadece şekil değiştirdi; ama bu sansürün yasaklandığı ifaresi değil. Sansür şekil değiştirerek devam ediyor Türkiye'de."
Sansürün ekonomik boyutuna da dikkat çeken Tunç, "Fonların alanda çalışan gazetecilere eşit dağıtılması gerekiyor. Öyle çözülür bu işler. Yoksa sen alanda çalışan gazetecileri açlık sınırında çalıştırıp fonun birazını ya da daha yükseğini kendin alırsan, bu hiçbir şeyi çözmez. Hatta muhalif medyanın kendisine yaptığı bir sansür olarak ortaya çıkar" dedi.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri Sibel Güneş de ARTI TV yayınına katılarak, basın sansürün uygulanıp uygulanmadığı konusunda "Gazetecilerin zor zamanlar geçirmediği bir dönem yok. Bağımsız gazeteciliğin yaşandığını maalesef söyleyemiyoruz. İktidarın basını nasıl engellediğini Suruç anmasında, LGBTİ yürüyüşlerinde gördük. İktidar bu konuda hiç geri adım atmıyor maalesef. İktidar, medyanın yüzde 95'ini kontrol ettiği bir iklimden bile memnun değil" dedi.
'HİÇBİR MESLEKTAŞIMIN ÖZGÜR OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM'
Güneş, "Gazetelerin şu anda bağımsız olarak gerçek anlamda ayakları üzerinde durması çok zor. İktidar medyası, kendi kaynaklarıyla bunu yapar durumda. Öncelikle iktidarın kendi veridği fonların açıklanmasına ihtiyaç var. Son İBB seçimlerinden sonra da gördük ki yurttaşlara gitmesi gereken kaynaklar yandaş medyaya aktarıldığı ortaya çıkmıştı ve bu kaynaklar kesilincve bazı iktidar yanlısı yayın organlarını kapandığına tanıklık etmiştik" diyerek bağımsız medya kuruluşlarını fonlarla ayakta kalmasının bir "milli güvenlik sorunu" olarak ele alınamayacağını, ortada suç unsuru içermeyen bir gazetecilik varsa "haberin suç, gazeteciliğin de terör faaliyeti" gibi gösterilemeyeceğinin altını çizdi.
"İktidarın elindeki yüzde 95'le yetinmediği, kalan yüzde 5'lik fon alan medya kuruluşlarına da müdahale edeceğini gösteren bir takım açıklamalar var. Bunlar maalesef umut vermiyor. İktidarın kaynakları eşit dağıtmayacağını bile bile bu talebimizi sürdürüyoruz" diyen Güneş "Türkiye'de gazetecilik faaliyeti yapan hiçbir meslektaşımın özgür olduğunu düşünmüyorum" diyerek şöyle devam etti:
"İktidarın kamu yararına olmayan faaliyetlerini haberleştiren her gazetecinin bu ülkede can güvenliği tehdit altındadır. Türkiye sınırları içerisindeki tehdit ve hedef göstermelerin yanında, başta Almanya olmak üzere diğer ülkelerdeki meslektaşlarımıza yönelik infaz listelerinden söz ediliyor. Bu korkunç bir durum."