İstanbul Barosu başkanı adayı Sönmez: Adliye yönetiminde avukatlar ve mahkemeler yok sayılmaktadır

İstanbul Barosu başkanı adayı Sönmez: Adliye yönetiminde avukatlar ve mahkemeler yok sayılmaktadır
Mesleğin her geçen gün itibar kaybına uğraması sürecinde Baronun izleyici olmaktan öteye gidemediğini söyleyen Sönmez, "Sorunun çözümü için Baro Meclisi’nin yasal zemin de kazandırılarak hayata geçirilmesi yönünde çabamız olacaktır" dedi.

Yağmur Kaya

Artı Gerçek- İstanbul Barosu Başkanı adayı Avukat Güldem Sönmez ikinci konuğumuz. Bağımsız Avukat grubu adayı Sönmez, Artı Gerçek'in sorularını yanıtladı.

Özellikle mültecilerin sorunlarına ve haklarına dair hukuk mücadelesi yürüten . Sönmez ile baro başkanlığına neden aday olmak istediği, mesleki sorunları ve projelerini konuştuk.

İstanbul Barosu seçimlerinde Bağımsız Avukatlardan aday isimsiniz. Öncelikle Bağımsız Avukat oluşum ya da grubu diye nitelendireyim bahseder misiniz?

Bağımsız Avukatlar (BAK), İstanbul Barosu üyesi bir grup avukatın Ekim 2020’de bir araya gelmesi ile başlayıp, 5 Nisan 2021’ de yapılan çağrı ile ilan edilmiş bir gruptur.

Bağımsız Avukatlar, avukatlık mesleği, savunma hakkı, yargının işleyişi, insan hak ve özgürlüklerinin korunması, hukukun üstünlüğü ve adaletin tesisi için İstanbul Barosu üyesi avukat ve stajyer avukatların gönüllü üyeliğiyle, sivil ve bağımsız olarak hareket edecek ve çalışmalar yürütecek bir grup olarak kurulmuştur. Bağımsız Avukatlar, devletin hukuk devleti normlarında çalışmasını, İstanbul Barosunun ise savunmanın gerçek bir temsilcisi olmasını hedef olarak kabul etmiştir.

BAK sadece bir seçim grubu olarak kurulmadı, seçim ve genel kurul çalışmalarının dışında yıl içerisine yayılmış çeşitli faaliyetlerle örgütlenmeyi sürdürüyoruz. Bağımsız Avukatlar, faaliyetlerini karar mercii olan BAK Meclisi, alınan kararları icra eden BAK Koordinasyon Kurulu ve Dinamik İcra Kurulu, Bağımsız Avukatlar’a aidiyet hisseden tüm avukat ve stajyer avukatlardan oluşan ve meclise tavsiye niteliğinde kararlar alan BAK Kürsüsü isimli dört ana organ eli ile yürütmektedir. Yatay örgütlenme modelini esas alan bağımsız avukatlar başkan ve yöneticiler esası ile değil meclis esası üzerinden hareket etmektedir.

Bu seçimlerde neden aday olmak istediniz?

Benim adaylığım, BAK Kürsüsünde yürütülen istişareler ve anket sonuçlarının BAK Meclisinde değerlendirilmesi neticesinde yine meclis üyelerinin önerisi ile ismi geçen 3 adayın mecliste oylanması ve önseçimi sonucunda belirlendi. Özel olarak ben adayım diyebileceğim bir süreç olmadı, Kürsümüzün ve Meclisimizin istişare ve karar süreci neticesinde aday olarak gösterildim ve kabul ettim.

Projelerinizden bahseder misiniz?

Yaptığımız değerlendirmeler neticesinde avukatlar olarak yaşadığımız temel sorunun İTİBAR sorunu olduğunu gözlemledik. Mesleğin itibarının zedelenmiş olması ve bu zedelenme sürecinde meslek örgütümüz İstanbul Barosu’nun gerekli müdahaleleri yapamamış olması bu sorunu daha da derinleştirmiştir. Öncelikle bunun temel bir mesele olarak ele alınıp üzerinde çalışılması gerekiyor. İntihar vakalarının da ekonomik sorunlarımızın da temelinde bu sorun yatmaktadır.

'MESLEK HER GEÇEN GÜN İTİBAR KAYBINA UĞRUYOR'

Mesleğin her geçen gün itibar kaybına uğraması sürecinde Baronun izleyici olmaktan öteye gidememesi, geniş üye kitlesini mücadeleye dahil edememesi bir sistem sorununa işaret etmektedir. 52.000 üyeli bir örgütün 8.500 oyla seçilen tek tip bir ekip tarafından diğer üyelerinin düşüncelerinin göz ardı edilerek yönetiliyor olması önemli bir sorundur. Bu sorunun çözümü ve daha sağlıklı ve katılımcı bir yönetim için bir takım esaslı meselelerde kararına ihtiyaç duyulan nispi temsil sistemine göre oluşturulacak Baro Meclisi’nin yasal zemin de kazandırılarak hayata geçirilmesi yönünde çabamız olacaktır.

'ADLİYE YÖNETİMİNİN BİR KURUL TARAFINDAN YÖNETİLMESİ GEREKMEKTEDİR'

Adliyeler çalışma alanımız olmasına rağmen adliyeye aranarak (xray) ve telefonu masaya, çantayı cihaza koyarak girmek durumunda kalmamız, yemekhane ve kafeteryalardaki eşitsiz uygulamalara muhatap olmamız, otoparktan ücretli olarak yararlanmak zorunda kalmamız, kısıtlı alan uygulaması sebebiyle bazı mahkeme ve savcılıklara izinsiz girilememesi gibi her aşamada yargılamanın diğer unsurları olan savcı ve hakimlere göre oldukça dezavantajlı bir pozisyonda olduğumuz açıktır. Bu sorunun temelinde yasal bir zemini olmamasına rağmen adliye yönetiminin başsavcılıklara verilmiş olması yatmaktadır. Mevcut durumda adliye yönetiminde avukatlar ve mahkemeler yok sayılmaktadır. Bunun düzeltilmesi ve adliye yönetiminin avukatların ve hakimlerin de dahil olduğu bir kurul tarafından yönetilmesi gerekmektedir.

'CMK SİSTEMİ SORUNLARIN BAŞINDA GELİYOR'

CMK sisteminde yaşanan sorunlar ele aldığımız sorunların başında gelmektedir. Mevcut angaryaya dönmüş haliyle sistem avukatların itibarı açısından da sorunlu olup Adil Yargılanma hakkını ve savunma hakkını zedeleyecek bir noktaya gelmiştir. CMK sistemine dahil olan avukatların teorik ve pratik paylaşımlarla savunma hakkının teminatı olmasının önünü açacak, ücretlerin asgari ücret tarifesinin altında kalmaması ve beraat kararları neticesinde CMK avukatının da vekalet ücretine hak kazanması, CMK ücretlerinin savcılık tarafından ödenmesi usulünün terkedilmesi, savunma hizmetinin kamu hizmeti olması dikkate alınarak KDV kesintisinin kaldırılması noktasında yasa süreçlerinin de zorlanması dahil çabalarımız olacaktır.

Meslektaşlarımızın yaşadığı ekonomik sıkıntıları gidermek için yeni iş imkân ve alanlarının zorlanması, başta hasar danışmanlık şirketleri avukatların iş alanını daraltan pratiklerle mücadele edilmesi hedefimizdir. Şirketlerin avukat bulundurma zorunluluğu, belli iş ve işlemlerde avukatla temsil zorunluluğu gibi başlıklarda çalışmamız olacaktır.

'KANUNUN MUĞLAKLIĞI GENİŞ KİTLELERİN HAKLARINI KULLANIRKEN SUÇ ŞÜPHELİSİ HALİNE GELMESİNE NEDEN OLACAK'

İktidar kanadı tarafından "Dezenformasyonla Mücadele Yasası" olarak ifade edilen, yasaya itiraz edenler tarafından "sansür yasası" ve "sosyal medya yasası" şeklinde nitelendirilen kanunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kanunun 29. maddesi ile, kamuoyunda yaygınca “dezenformasyon yasası”, “yalan haber yasası” veya “sansür yasası” olarak anılan, “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” başlıklı yeni bir suç ihdas edilmektedir. Anılan suç, kanun teklifinin diğer maddelerinde mahrum bırakma, sosyal medya platformlarına idari ve adli kısıtlamalar getirilmesi, basın kartı kullanımından kimlik bilgilerinin elde edilmesi gibi cezai ve idari yaptırım ve koruma tedbirlerinin uygulanmasının dayanağı olarak yer almaktadır. Meclisten geçen düzenleme suçun saiki, konusu ve hareketi bakımından iyi tanımlanmamıştır. Bu haliyle yasanın uygulamasının düşünce ve ifade özgürlüğünün, temel hak ve hürriyetlerin hukuka aykırı şekilde kısıtlanması sonucunu doğurması kuvvetle muhtemeldir.

'İNTERNET VE SOSYAL MEDYA İNSANLARIN HAYATININ BİR PARÇASI HALİNE GELMİŞTİR'

İnternet ve sosyal medya artık insanların hayatının bir parçası haline gelmiştir. Tek bir tweet bile dünyanın öteki tarafından okunabilmektedir. Bu nedenle en masum mesaj dahi günümüz dünyasında artık alenidir. Kanunda “gerçeğe aykırı bilgi” şeklinde tanımlanan suçun konusu, her sosyal medya kullanıcısını artık kolaylıkla mesaj atamama boyutuna getirecek, olası mesajların, görüş açıklamalarının da gerçeğe aykırı bilgiyi yayma olarak nitelenmesine yol açabilecektir. “Ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı”, gibi kavramlar her yöne çekilebilir kavramlardır. Bu yasadan sonra mesela pandemi, aşı gibi başlıklarda kanaat açıklamaları suçlanma vesilesi olabilecektir.

Suçun hareket unsuru bilgiyi “kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayma”dır. İfade özgürlüğü herkesin aksine, hatta ürpertici, tepki doğurucu nitelikte olan düşünceyi bile hiçbir korku ve endişe duymaksızın söyleyebilme özgürlüğüdür. Kamu düzeni tanımı bu özgürlükle birlikte düşünülmeli yapılmalıdır. Kanunda yer alan kavramların muğlaklığı, fiilin kendisinin ve taşıması gereken şartların belirsizliği geniş kitlelerin haklarını kullanırken suç şüphelisi haline gelmesine neden olacak biçimdedir. Üstelik suçun işlenmesinden doğan şüphe üzerine yürütülecek soruşturma sürecinde adli ve idari mercilere verilen koruma tedbiri kararı ve yaptırım yetkileri kişisel bir suçtan ötürü tüm toplumun haklarına halel getirecek niteliktedir.

Öne Çıkanlar