'Kürtler travmanın tuzağına düşmemenin yolunu bulmak zorunda'

Haklı olmanın sermayesi her seferinde yeniden ayağa kalkmaya derman olur mu? Siyasetçiler, hukukçular ve psikologlar yanıtladı.

'Kürtler travmanın tuzağına düşmemenin yolunu bulmak zorunda'

Jînda ZEKİOĞLU

ARTI GERÇEK- Uzun süren savaşların halklar üzerinde yarattığı tahribata baktığımızda sanatın oradan kıvılcımlandığı, toplumsal direnişin oradan ayağa kalktığı gerçeğini de peşi sıra görürüz. Bertrand Russel’ın "Savaş kimin haklı olduğuna değil, kimin güçsüz olduğuna karar verir" sözünden yola çıkarsak, "Kürtler gerçekten güçsüz müdür?"ün de cevabını sorgulamak gerekiyor. Haklı olmanın sermayesi, her seferinde yeniden ayağa kalkmaya derman olur mu? Ya da olabilecek mi?

Nesiller boyu devam eden ve yinelenen travmalar, süren psikolojik şiddet Kürt toplumu üzerinde kalıcı bir yorgunluğu ve umutsuzluğu da pekiştirdi. Cezaevlerindeki politikacılarına en iyi desteği, yeni bir siyasi akıl üreterek kurabilmek mümkün elbette ama buna toplumun gücü var mı? Askeri bir gücü sorgulamak yerine, toplumsal dayanıklılığını konuşmak, eylemselliğini yapılandıracak bir hareket yaratırdı belki de. Üstelik sadece Kürtlerin değil, böylesi yeni bir soluğa tüm dünyanın ihtiyacı varken…

Konunun uzmanları, yıllardır sürüp giden savaşın hem mağduru hem emekçisi olan isimlere, yeniden ayağa kalkmanın zorluğunu, ama sevincini, toplumsal birliğin gücünü, kendinle barışmanın faydasını, kişisel ve toplumsal tavır ve tepkilerini, Kürtlerin bugünkü psikolojisini sorduk. Cevapları şaşırtmadı ve umut verdi. En çok ihtiyaç duyulan da bu olsa gerek…

Akademisyen Engin Sustam ve Joost Jongerden, insan hakları savunucusu ve Avukat Eren Keskin, Uzman Klinik Psikolog Nergiz Özdemir Eke ile dünün, bugünün ve yarının hikayesini konuştuk.

AKADEMİSYEN ENGİN SUSTAM

"FARKLI GÖRÜŞLERE RAĞMEN ORTAK HAREKET ETMEK GEREK"

Savaş dönemleri, tür psikoz/siyasal durum ortaya çıkar. Birincisi patolojik ruh hali içinde olan bir toplumsal travma hali diğeri ise buna rağmen direnen siyasal özgürleşme iddiasında radikalleşme eğilimi gösteren, Kürtlüğün kendine dair daha görünür olması. Nazi döneminde ya da Türkiye’de cumhuriyetin ilk dönemlerinde olan ayaklanmaların, devletin despotik şiddetiyle bastırılması ne özgürleşmek isteyen toplumları bastırabildi ne de Kürtleri. Öyle ki şuan Kürtler sanırım Ortadoğu’nun bütün parçalarda ciddi bir şiddet ve siyasal saldırıyla karşı karşıya olmalarına rağmen her alanda konuşmaya, üretmeye, inatçı bir şekilde umudu beslemeye devam ediyorlar.

'Kürtler travmanın tuzağına düşmemenin yolunu bulmak zorunda' - Resim : 1Siyaseten belki pesimist olabiliriz, lakin umudu kaybetmemek, pozitif siyasal bir yaşam üzerine düşünmekten vazgeçmemek gerek. Kürtler, toplumsal travmanın tuzağına düşmemenin yolunu bulmak zorundadır. Her şeyin bu kadar totaliter ve kakistokratik şekilde işlendiği bir zaman diliminde, faşizmin hayatlarımızı hapsetmeye çalıştığı bir aralıkta, sessizleşmek değil sesimizi başka türlü kurmak gerek. Sadece Rojava'nın değil, birçok alanın "esirlikle mağdurluk" söz konusuyken bugün Kürtler özne olarak söz sahibi ve hala direniş bitmiş değil, belki de her şey yeni başlıyor.

"YENİ BİR KÜRT ÖZNELLİĞİ ORTAYA ÇIKIYOR"

Hasankeyf’e yapılanlar, Efrin’deki zeytinlerin talan edilmesi, barajlar, HES’ler, kamplar ile Sur, Nusaybin, Şırnak gibi eski yerleşim yerleri ve mahalleleri yıkarak nüfusu yerinden etmekle, başka bir nüfus siyaseti ve kendince ‘zenginleştirme’ iktidarını inşa ediyor. Bu içeride kurduğu bir hakimiyet anlatısı, lakin dışarıda da düşmanlaştırma siyaseti üzerinden bunu paramiliter gruplarla kurmaya çalışıyor. Kürtler, despotik bir makinenin saldırısı altında. Fakat şiddet ve savaş siyaseti ne kadar artarsa o oranda toplumsal alanda ortaklık, ortak yaşama dair etkinlik de artar. Savaşın imgelerini sanatına taşıyan onlarca isim bunu görünür kılıyor. Bu akımın, Kürtleri kapsayan bir faaliyete, pazara dönüştüğünü de gördük.

Bugün belki ciddi boyutta bir toplumsal travma, korku cumhuriyeti hakim olabilir, ama bu yarının cevabı, anlatısı ve ontolojisi hiç değil. Yeni bir Kürt öznelliği ortaya çıkıyor ve ulusaşırı alanda çok açık şekilde görünür oluyor. Bu nedenle, farklı siyasetlere rağmen Kürt siyasal dinamiklerinin yan yana gelip, geleceğe dair konuşması, ortaklaşması, müşterek hareket etmesi gerekir. Travma bütün yaşananlara rağmen kurucu bir etkinliğe sahiptir. Yüzleşmeyi sağlayan, hafızayı iyileştiren yanını kullanmak gerek.

"YALNIZLAŞMAK GİBİ BİR LÜKSÜMÜZ YOK"

Kürtlerin kendilerine dair üretim alanlarının hala tam anlamıyla etkin olmadığını görüyoruz. Mesele bir marka yaratmak ya da yaratılan markaları korumak değil. En baştan üretimi sömürge alanından çıkarmak gerek. Tam dil çalışmalarında olduğu gibi.

Sistem sömürgeleştirirken kapitalizmi insanların hayatlarına öyle yerleştiriyor ki sadece asimile etmiyor, bağımlı bir ekonomi ve borçlandırma yaratıyor. Van’da büyük bir eğlence alanı yapma sözü veren Erdoğan’ın yarattığı etkinin oluşturduğu bağımlılık gibi.

Oysa Kürt ne zaman görünür olmaya başlasa, onu hızla değersizleştirip, ötekileştirip, damgalıyoruz ne yazık ki…

Kürt dinamikleri, müşterek özgürlük alanlarını kurmalı. Bugün yalnızlaşmak gibi bir lüksümüz yok. Toplumsal barış ilk önce kendi içinde barışmayla başlayacaktır. Bugün Kürtler aynı çatı altında, birbirinin elini tutuyorsa bunu görünür kılmalı ve takdir etmeliyiz. Çoğaltmalıyız.

İNSAN HAKLARI SAVUNUCU – AVUKAT EREN KESKİN

"DÖRT PARÇADAKİ KÜRTLER BİRLİKTE DAVRANMAK ZORUNDA"

Kürdistan’da çok uzun bir dönemdir, çatışma ortamı devam ediyor. İnsan hakları savunucuları olarak, "kirli savaş" olarak adlandırdığımız bu süreçte, birçok acılı olayın tanığı olduk. Özellikle 90’lı yıllarda, toplu katliamlar, kontgerilla cinayetleri, gözaltında kayıplar, köy yakmalar, kadınlara yönelik resmi şiddet, taciz ve tecavüzler.... Hangisini sayayım artık bilmiyorum! Ve tüm bu insan hakları ihlalleri karşılığında yaşanan, büyük bir cezasızlık politikası. 90’ların gençleri böyle büyüdü. Acı yaşamayan bir evin bile kaldığını zannetmiyorum. Annelerini, babalarını, topraklarını, evlerini ve hatıralarını kaybeden binlerce çocuk büyüdü.

'Kürtler travmanın tuzağına düşmemenin yolunu bulmak zorunda' - Resim : 2Doğal olarak da bu çocuklar kızgın ve kırgın büyüdüler. Bir barış süreci yaşandı. Herkes biraz rahatladı, eğer istenirse, barışın hiç de zor olmayacağı öğrenildi. Ancak HDP ve Selahattin Demirtaş’ın halkta gördüğü ilgi, sivil siyasetin beklenmedik ölçüde güçlenmesi ve öncelikle Suriye’de Kürt hareketine verilen uluslararası güç desteği devletin yeniden çatışma ve baskı politikalarına dönmesine neden oldu.

Sur, Cizre, Şırnak... Hepimizin yakından bildiği olaylar. Olağanüstü hal, kapatılan sivil toplum kuruluşları ve yayın organları "90’lar başka yöntemler kullanılarak yaşatılmaya başlandı" dedirtti. 90’ların devlet figürleri yeniden ortaya çıktı. Mehmet Ağar, Tansu Çiler fütursuzca insanların karşısına çıkabildiler. Bunca yaşananları düşününce, ben halkın yine de sağlam kalmasına, dik durmasına hayranlık ile bakıyorum. Ancak halktaki yorgunluğu görmemek de mümkün değil. Bunca baskı, haksızlık ve ifade engeli karşısında, yine de halk sağduyusuna şaşırmamak elde değil.

"DEVLET AKLINA KARŞI ORTAK TAVIR ALINMALI"

Bu nedenle, eğer bugün Kürtlerin kendi içinde bir aradalığını sorgulayacak olursak; Kürtlerin tek şansı, birlikte olmak. Dört ülkenin Kürtleri birlikte davranmak zorunda. Kürt birliği tek çare bana göre. Sürekli iletişim içinde olmak ve birbirlerini anlamak zorundadır. Desteksiz bir halkın, kendi koruması için tek çaresi bu olur. Çünkü Kürtlere karşı tavır yönünden, devlet aklında bir değişiklik olduğunu düşünmüyorum. 1915 soykırımın ardından kurulan ittihatçı yapının egemen olduğu bir cumhuriyetten söz ediyoruz. Takrir-i Sükûn, Kürt raporları, sansür, sürgün kararnameleri ve devam eden bir Kürt politikası. Unutmayalım ki Kürtlerin bir bölümü de bu politikaların bir tarafı oluyor.

Asıl olarak din ortaklığı ve din üzerinden geliştirilen siyaset çok belirgin. Bu nedenle Kürt siyasi hareketinin kullanacağı argümanların önemi çok büyük. Tabii ki özellikle devlet aklına, bazı yayın organlarına karşı tavır önemli olur. Kürt karşıtı yayın yapan televizyonlar, gazeteler izlenmez, alınmaz ve açık boykot yapılabilir. Bu ırkçılık ve geri kafalılık olarak değerlendirilemez. Kürtler ulus olarak milliyetçi olabilirler ancak bunu asla ırkçılık olarak değerlendirmiyorum. Çünkü Kürtlerin kendileri ırkçı bir sistemin mağdurudur. Bu travmayı göz ardı ederek düşünmek, sistemi ve statükoyu desteklemektir.

PROF. JOOST JONGERDEN

"KÜRTLER EN UMUTLU OLDUĞU ANDA HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRADI"

Yıllarca süren çalışmaların ve fedakarlığın bir sonucu olarak Kürt hareketinin politik başarısı, HDP’nin seçimlerde gösterdiği orana da yansımış ve Meclis'te büyük bir oranla temsiliyet kazanmıştır.

Bunun doğrudan bir sonucu olarak Selahattin Demirtaş’ın sol ve liberal muhalefeti de HDP çatısı altında bir araya getirerek Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına yönelik büyük bir set koyması, AKP’ye kaybettirdi ve iktidarını zedeledi.

Bunun bir sonucu olarak da Haziran 2015’in seçim sonuçlarına; çözüm sürecini feshetmek, savaşı yeniden başlatmak, HDP’li milletvekillerini tutuklatmak, HDP belediyelerine kayyum atamak, gazete, televizyon ve sivil toplum örgütlerini kapattırmakla cevap verdi. Kürtlerin şehirlerinde kurulan askeri barikatlarla savaşı büyüttü. PÖH ve Esedullah gibi ne olduğu belirsiz örgütlerle adeta Kürt halkına yeni bir şok yaşattı. Yakıp yıkılan şehirlerden geriye, evlerin duvarlarına yazılan cinsiyetçi ve ırkçı sloganlar kaldı.

"YENİ BİR MUHALEFETİN YOLU ARANIYOR"

4 Ekim 2015’te Abdullah Öcalan’ın silahlı mücadeleyi sonlandırma çağrısının üzerinden 2,5 yıl geçmişken, Hacı Lokman Birlik, Şırnak’ta öldürüldü ve zırhlı bir polis aracının arkasında sürüklendi. Üstelik de zırhlı araçtaki memurların küfürleri eşliğinde çekilen bir video ile tüm dünyaya bu izlettirildi. Aynı şekilde Cizre’de aralarında belediye çalışanı Mehmet Tunç’un da bulunduğu bir daireye hapsedilen onlarca insan yakılarak katledildi.

'Kürtler travmanın tuzağına düşmemenin yolunu bulmak zorunda' - Resim : 3Daha sayılabilecek onlarca şey yaşandı. Tüm bunlar, özellikle beklentinin de yüksek olmasından dolayı Kürt halkı üzerinde büyük bir demoralizasyon yarattı. Uzun yıllar süren görüşmeler bir atılım yaratmış gibi görünüyordu, Dolmabahçe anlaşması konuşuluyordu ve Öcalan’ın PKK’yi silahlı mücadeleye son vermesi için ikna edeceği bir ulusal konferans hazırlığı yapılıyordu. Kürtler en umutlu oldukları anda en kötüyü yaşadılar. Beklentiler büyük bir hayal kırıklığı yarattı.

AKP, "şiddete dönüş"ü yeni bir strateji olarak belirledi. Haziran 2015 seçimlerinden sonra Kürt hareketini siyasi olarak yenemeyeceğini keşfettiğinde, Rojava'daki gelişmelerden de korkarak ‘savaş’ zırhlarını giyindi.

Bu koşullarda ses çıkarma olanakları sınırlıdır. Belediye başkanları görevinden alınmış, milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılarak hapsedilmiş, medyası kapatılıp gazetecileri tutuklanmış, sivil toplum örgütleri bastırılmış, büyük bir sessizlik hâkim kılınmıştır. Ancak bu AKP için bir zafer olarak yorumlanmamalıdır. Olsa olsa memnuniyetsizliğin sesidir.

Kürtlerin bu hayal kırıklığı, birlikte yaşamaya dair çok şeyi zedelemiştir. Dolayısıyla muhalefet etmenin yollarını arar haldeler. Boykot da bunu ifade etmenin yollarından, direnmenin yollarından biridir. Doğru tanımlanması gerekir. Boykot birinin satın alma gücüyle oy kullanması, baskının olduğu alana destek olmaması kararıdır. Bu da bilinçli bir harcama kültürü gerektirir. Baskı sisteminin bir parçası olmamaya dair tavır gerektirir.

UZMAN KLİNİK PSİKOLOG NERGİZ ÖZDEMİR EKE

"HAKKANİYET VE ONARICI ADALET DİLİ BİRLEŞTİRİR"

Dünyanın neresinde olursa olsun, eğer orada tekrarlayan, güvenlik algısını tehdit eden ya da kendilerinin, yakınlarının vücut bütünlüğüne dönük herhangi bir tehlike varsa, insanlar orada yaşıyor olmakla ilgili ciddi bir kaygı duyarlar. Özellikle Kürtlerin yaşadığı şehirlerde, sürekli tekrar eden bir travma söz konusu. Bireysel ya da toplumsal travma çalışabilmek için aslında, bir olgu yaşanmıştır ve bitmiştir. Bunun sonucunda akut belirtiler ya da devam eden kronik belirtiler vardır, bunun üzerinde çalışılır. Fakat bölgede hala devam eden insanların yaşamını tehdit eden bir süreç yaşanıyor. Kişinin içinde yaşadığı hane halkıyla birlikte, bütün günlük pratiklerini etkiliyor. Örneğin geçmişten bu yana Kürtlerin düğünleri, eğlenceleri çok önem atfedilen günleridir. Kültürlerini en çok yaşadıkları zamanlardır. Ama savaşın bir sonucu olarak, bu güzel zamanların ve dolayısıyla kültürün bir kaybı söz konusu. En önemlisi, kültürel eğlenceleri bile yas tutarak yapılan bir faaliyete dönüşüyor.

"KÜRTLER DUYGUSAL OLARAK YORGUN"

Ailenizden ya da yakınlarınızdan kayıplar vermişseniz gündeminiz değişiyor, sohbetlerinizin içeriği değişiyor, duygusal yatırımınız değişiyor. Tüm bunların sonucu da bir umutsuzluğa yol açıyor. Bu umutsuzluk çok ezbere bir hal değil. Daha çok öğrenilen bir tutum. Kendinize, ailenize, komşunuza, yaşadığınız topraklara bakıyorsunuz, yolunda gitmeyen bir dolu şey var. Bir savaşın içindesiniz. Bu koşullarda kendinizle ilgili iyi bir şey yapmaktan dahi kaçınıyorsunuz. Çünkü ötekine karşı suçluluk duyuyorsunuz. Tüm bunlar kişiyi yorgun hale getiriyor.

Duygusal olarak yorgun bir Kürt toplumu gördüğümüzü söyleyebiliriz. Kişi umutsuzluğuna, yorgunluğuna ya da yaşamına dair bir muhatap bulamıyorsa da bu umutsuzluk artıyor. Hasmane bir tutumla karşılaşmışsanız, zarar görmüşseniz bunu onarmak istersiniz. Size bunu yaşatan; kişi, toprak, kurum ya da devlettir. Fakat Kürtler bu muhatabı bulamıyorlar. Travma dediğimiz şey tam da budur. Onarıcı adaleti, hakkaniyeti bulamıyor olma halidir. Kişiler bireysel olarak psikolojik destek alabilirler. Ama burada toplumsal bir destek söz konusu olmalı. Muhatabın yaşananları kabul etmesi, "Yinelenmemesi için çözümümüz şudur" denmesi gerekiyor. Bunu işitmeye olan ihtiyaç, en doğal haktır. Tepesine hala bombalar düşen bir halka, "Bakın sizin tepenize bombalar düştüğü için yemeden içmeden kesiliyorsunuz, uykularınız bölünüyor, sinir krizleri yaşıyorsunuz. Bu nedenle travmatize oluyorsunuz. Bu yüzden bu kadar agresifsiniz" demek, çok havada ve boş laflar olur. Dolayısıyla travma atlatılamaz.

'Kürtler travmanın tuzağına düşmemenin yolunu bulmak zorunda' - Resim : 4"ÖNCE ASGARİ İHTİYAÇLARIN KARŞILANMASI GEREK"

İnsanların hem kendi hem de içinde bulunduğu toplumun yaşamına dair bir hayal kırıklığı var. Kim olursak olalım, güvenli bir yerde yaşamaya, güven duymaya, ötekine de güvenmeye, ötekinde var olmaya, ötekinin gözünde iyi olmaya ihtiyaç duyarız. Fakat bedensel ihtiyaçlar dahi karşılanmıyorken, Kürtlerin güvensiz, tedirgin bir topluma dönüşmesi çok mümkün. Yaşadığı topraklara, ülkeye, inandığı değerlere güvenini ve inancını sağlayamamış bir siyaset varsa karşımızda, bu kişinin kendi üretiminin de bireysel ilişkilerindeki dinamiklerin de güvenli ve sağlıklı olmadığı anlamına geliyor. Önce bu asgari ihtiyaçların sağlanması, desteklenmesi gerekiyor.

Kürtlerin birbirlerine destek olabilmesi şu açıdan önemli: Sizin yaşadıklarınızı yaşayan birinin yaralarınızı sarabilmesi çok daha kolay ancak bütünlüklü bir açıdan bakarak tüm tarafların içinde bulunduğu bir destek yapısının daha sağlıklı olacağı gerçeği var. Bu desteği Türk halkının da sunuyor olması gerekiyor ve bence Kürtlerin yaşadığı bu sürece, kendi kaynaklarıyla burada bir iyileşme sağladıkları doğru ama Kürt olmayan ciddi bir popülasyon da entelektüel yatırımını, insani ve etik, ahlaki değerler üzerinde kuran birçok insanın da bu dayanışmaya destek verdiğini düşünüyorum.

Bir bütün olarak bakabilmek, bütün tarafları kapsayabilmek çok önemli. Ötekini, dışarıda tutan bir dil kurduğunuzda, bir eylemde bulunduğunuzda oradan gelecek duyguyu da taşıyabilmeniz gerekiyor. Agresif davranabilir, yok edici bir tavır gösterebilir. Dolayısıyla burada siyasetten ve partilerden bağımsız, kişilerin kurduğu dilin kapsayıcılığı çok mühim. Çünkü toplumun; ait olmaya, bağlı olmaya, güvende hissetmeye, en temelde bunlara ihtiyacı var.

kürtler travma Eren keskin