'Kürtlere Lozan'daki haklar tanınsaydı bugün bu mesele olmayabilirdi'
Baskın Oran: Dil haklarını yasaklama başta olmak üzere vahim bir asimilasyon politikası uygulandı ve bu da Kürt azınlık bilincini diri tuttu.
HABER MERKEZİ- Prof. Baskın Oran, başat unsur olan Sünni Türkler'in devlete hakim olduklarını ve asimilasyon uyguladıklarını belirterek, "Ve başlarına Kürt ve Alevi sorunlarını kendileri çıkarmışlardır. Ve artık bu, geri dönülemez bir durumdur. Çünkü azınlık bilinci bir kez ortaya çıktıktan sonra uygulanacak olan asimilasyon/şiddet politikası tek bir sonuç yaratır: Bu bilinci keskinleştirir. Şimdi OHAL rejimi bu açıdan eşsiz bir laboratuvar olmakta; AKP farkında değil" dedi.
Yeni kitabı "Etnik ve Dinsel Azınlıklar - tarih, teori, hukuk, Türkiye" de azınlıklar konusunu A'dan Z'ye işleyen Baskın Oran, Ahval'den Eylem Yılmaz'ın sorularını yanıtladı. Oran, Kürt meselesi için "Eğer Lozan'daki haklar tanınsaydı bugün bu mesele olmayabilirdi" dedi. İşte o söyleşinin bir bölümü:
- Türkiye'de azınlıklar konusu hukuki çerçevesinden ziyade daha çok sosyolojik açıdan tartışılıyor. "Kendisini çoğunluktan farklı gören herkes azınlıktır" tanımı doğru mudur?
Azınlık kavramının en rağbet gören tanımının beş unsuru şunlardır:
1) Geri kalan nüfustan sayısal olarak daha az olacak (ülkenin bazı bölgelerinde çoğunluk olması fark etmez);
2) Başat olmayacak (çünkü olursa, mesela Apartheid’daki Beyazlar gibi olur, ona azınlık denmez);
3) Vatandaş olacak (çünkü "yabancı" ayrı bir kategoridir);
4) Çoğunluktan etnik, dinsel ve dilsel olarak farklılık gösterecek;
5) Bu farklılıkları koruma iradesine (azınlık bilincine) sahip olacak (çünkü olmazsa, asimile olmayı seçmiş demektir).
Bu tanımı esas aldıktan sonra tartışılabilir azınlık konusu.
- Peki, hukuki çerçeveden tanımlarsanız; Türkiye'de azınlık kimlere denir?
Gayrimüslimlere denir. Bu da Lozan Kesim III’ten kaynaklanır.
Yalnız, şunu da derhal ilave etmek lazım: Bu Kesim "Azınlıkların Korunması" başlığını taşır, ama Gayrimüslimlerden başka gruplara da haklar getirir.
Örnek, "Türkçeden başka dil kullananlar" mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilirler (Md. 39/5). Örnek, Gayrimüslimler dışındakilerin de yararlanacağı haklar getirir: "Bütün TC vatandaşları" istedikleri bir dili ticarette, özel ilişkilerde, açık toplantılarda, basın-yayında kullanabilirler ve "buna hiçbir kısıtlama getirilemez" (Md. 39/4).
Oysa herkes bilir ki bizde devlet ne kadar kısıtlama varsa getirmiş ve bu iki fıkrayı en baştan beri mükemmel biçimde ihlal edegelmiştir.
- Kürtler ve Aleviler, niçin kendilerini azınlık olarak tanımlamıyor, bunu reddediyorlar?
Çünkü Millet Sistemi’nin tarihî etkisi altındalar. Türkiye’de azınlık deyince Gayrimüslimler anlaşılıyor ve onlar da ikinci sınıf hatta aşağılık vatandaş olarak algılanıyor. Üstelik, azınlık deyince sadece ikinci sınıf ve aşağılık kastedilmez bizde; bir de "beşinci kol" yani vatan haini de kastedilir. Kürtler ve Aleviler de bu genel havanın etkisi altındalar.
- AB, Türkiye'ye, "Azınlık haklarını tanıyın" diyerek azınlıklara bir statü verilmesini mi talep ediyor?
Hayır. Azınlık statüsü verin diyen yok. Artık uluslararası standart haline gelmiş hakları tanıyın, deniyor. Lozan imzalandıktan sonra dünya kadar azınlık koruma metni çıkarıldı. Bunlardaki hakları tanıyın diyorlar. Örnek: Kendi dilini kullanma, eğitimde kullanma, partiler ve vakıflar vs. kurma. Özet olarak, kendi farklı özelliklerini koruma hakkı.
- Buradan hareketle Kürt sorununun çözümü için doğru yöntem nedir? Örneğin, Kürtlerin, "Asli kurucu unsuruyuz, anayasaya bu şekilde geçirilmeli" talebi doğru ve gerçekleştirilmesi mümkün bir talep midir? AB ve Lozan anlaşmasındaki karşılığı nedir?
Eğer Kürtlere Lozan 39/4’teki haklar tanınsaydı, bugün bu mesele ortada olmayabilirdi. Ama dil haklarını yasaklama başta olmak üzere vahim bir asimilasyon politikası uygulandı ve bu da Kürt azınlık bilincini diri tuttu.
Aslında, 1950’lerden sonra şehirlere akın eden Alevilere de ayrımcılık uygulanmasaydı, asimilasyon uygulanmasaydı, Alevilik bilinci de bugünkü gibi olmazdı.
Uzun lafın kısası, başat unsur olan Sünni Türkler devlete hakimdirler, asimilasyon uygulamışlardır, ve başlarına Kürt ve Alevi sorunlarını kendileri çıkarmışlardır.
Ve artık bu, geri dönülemez bir durumdur. Çünkü azınlık bilinci bir kez ortaya çıktıktan sonra uygulanacak olan asimilasyon/şiddet politikası tek bir sonuç yaratır: Bu bilinci keskinleştirir. Şimdi OHAL rejimi bu açıdan eşsiz bir laboratuvar olmakta; AKP farkında değil.
Diğer yandan, "biz aslî ve kurucu unsuruz" demek ayıptır. Düpedüz, yukarıdaki tahttaki Türklerin yanına gelmek istiyoruz, demektir çünkü. Alevi ve Kürtlerden başka Çerkes’i var, Gayrimüslimi var, var oğlu var. Onları küçümsemek anlamına gelir bu iddia ve talep.
'ERDOĞĞAN'IN TEK BİR STRATEJİSİ VAR: 17-25 ARALIK'IN TARTIŞILMASINI ÖNLEMEK'
- Kitapta en son Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tartışmaya açtığı Lozan anlaşmasını da inceliyorsunuz. Öncelikle Lozan'ın niçin devletin en üst temsilcisi olan Cumhurbaşkanı tarafından tartışmaya açıldığını, niçin buna ihtiyaç duyduğunu sormak isterim.
Çok basit: Erdoğan’ın tek bir stratejisi var: 17-25 Aralık iddialarının tartışılmasını önlemek. Bunun uygulamasının da tek bir taktiği var: İçte ve dışta sürekli gerginlik yaratmak. Olayın özü budur.
Bunun yanı sıra şu da var ki, milliyetçi bir İslamcı olan Erdoğan’ın Atatürk dönemine vurabilmesi için, o dönemi kuran ve TC’yi Batı kampına sokan Lozan’a da vurması lazım.
LOZAN VE ŞEHİR EFSANELERİ
- Lozan ile ilgili tartışmalara ilişkin gözlemlediğiniz en temel yanlış nedir? Türkiye'nin tapusu olarak nitelendirilen bir anlaşmanın bu kadar sizin tabirinizle "şehir efsaneleri" şeklinde tartışılmasına ne dersiniz? Bizimle bu şehir efsanelerini paylaşabilir misiniz?
Lozan, "kayıtsız şartsız teslim" dışındaki bütün barış antlaşmaları gibi, bir uzlaşma metnidir. Dahası, normal bir barış antlaşmasının tersine, bir değil iki savaşı sona erdirmiştir:
1) Türklerin yenildiği Birinci Dünya Savaşı;
2) Türklerin kazandığı Kurtuluş Savaşı.
Sonuç olarak iki tarafın da taleplerini kayda geçirmiştir. Ama Kurtuluş Savaşı daha sonra yapıldığı için, esas olarak Türklerin talepleri üzerine kuruludur.
Kaldı ki, bağımsızlık sağlandıktan sonra M. Kemal’in esas amacı, bu bağımsızlıktan yararlanarak Batılı çizgilerde bir ulus-devlet kurmaktır. Onun için, armudun sapı var üzümün çöpü var felsefesine dayanan Lozan eleştirileri laf-ü güzaftır, cahilliktir.
Ama neden karşı çıkarlar, yukarıda da söyledim, laik bir Batılı düzen kurduğu için karşı çıkarlar Lozan’a. Yoksa, nüfusunun tamamı Rum Ege adalarını almadığı için değil.
Şehir efsanelerine gelince, onları kitapta yeterince anlattım ama burada çok yer tutar; cahillikler. Yine de birkaç örnek:
"Musul ve Kerkük, şu veya bu şekilde Irak dışında bir devletin egemenliğine geçerse, o zaman Türkiye’nin buraları ilhak hakkı doğar",
"ABD, Lozan’ı onamayı reddetti".
"Lozan’ın gizli maddeleri var".
"Lozan 100 yıl için yapıldı, 2023’te kendiliğinden sona erecek".
Hele bu sonuncusu tam bir fenomen. Lozan’ı raf ömrü olan gıdalarla karıştırmanın yanı sıra, insana bir zamanların "Görevimiz Tehlike" dizisini hatırlatıyor: "Bu bant kaydı, dinledikten 5 dakika sonra kendi kendini imha edecektir!"