'Ne kadar gizlenirse gizlensin, dayak yemiş bir çocuğun yaşamı, kaldırıyor örtüyü'
T24 yazarı Gökçer Tahincioğlu, Afyonkarahisar'da eski işvereninden 200 lira alacağını isteyen bu isteği üzerine 5 saat boyunca dövülen, tecavüzle tehdit edilen 16 yaşındaki Şükrü Can K.'yı bugünkü köşesine taşıdı. Ankara Çukurambar'da büyüyenlerle, sokakta büyüyenleri karşılaştıran ve memleketin iki ayrı resmini gösteren Tahincioğlu, "Ne kadar gizlenirse gizlensin, dayak yemiş bir çocuğun yaşamı, kaldırıyor örtüyü. Hevesi kaçanlar bile çok uzaktan baksalar da görüyor" dedi.
Gökçer Tahincioğlu'nun, "Çukurambar çocukları, diğer çocuklar, suç ve ceza" başlığıyla yayımlanan yazısının bir bölümü şöyle:
Çukurambar'da gecekonduların yerini büyük binalar almaya başladı. Pahalı ve geniş olmasından başka bir özelliği bulunmayan binalar.
Ardından, devasa büyüklükte mekanlar süslemeye başladı mahalleyi. "Manhattan olacak" diyorlardı Çukurambar için. Kat çıkma özgürlüğü vardı çevresinde, parsel parsel imara açılmıştı.
Oran'daki milletvekili lojmanlarının, "milletin vekili, milletin arasında oturur" denilerek satılmasının ardından, AKP'li vekiller de mahalleye yerleşmeye başladı. Çukurambar artık AKP ile anılacak bir mekandı.
Şimdi, Çukurambar'daki simge birkaç mekânın önünden geçtiğinizde, sosyal medyaya yansıdığında büyük tepki uyandıran arabalardan onlarcasını bir arada görebiliyorsunuz. Giyim tarzları, arabaları, alışkanlıkları birbirine benzeyen, daha azını görmeyen, bilmeyen, hayatın hep böyle gideceğini ve bundan ibaret olduğunu sanan bir kuşağın sembolleri.
Beri yanda gerçek hayatla boğuşan çocuklar var.
Afyon'da, çalışmadan yaşama şansı olmayan çocuklardan Şükrü Can. K. onlardan biri. Önümüzdeki hafta, cuma günü, Türkiye yargısıyla yakından tanışacak Şükrü. Biraz biliyor gerçi, fikri oluştu geçen kısa sürede.
Bir balıkçı dükkanında çalışıyordu ve patronları ne zaman istese dükkânda olmak zorundaydı.
7 Mart'ta yine dükkâna çağrıldı. Akşama kadar pazar tezgahında çalıştı, ardından dükkâna gitti. 200 lira alacağı vardı ve 200 lira Şükrü için elbette büyük paraydı.
Dükkânın sahipleri içiyordu, zorla oturttular Şükrü'yü de masaya. Şükrü, zaman ilerledikçe sabırsızlandı, parasını verip vermeyeceklerini sordu.
Dükkânın kapısını kilitledi iki yetişkin. Henüz 16 yaşındaki Şükrü için yaşamı boyunca unutamayacağı, 5 saatlik işkence başladı. Sabahın ilk ışıklarına kadar sopalarla dövüldü Şükrü. İki kişi sırayla dinleniyor, yeniden ayağa kalkıp sopayla dövüyorlardı Şükrü'yü.
İddiaya göre, tecavüzle de tehdit edildi bu sırada. Pantolonu indirilmeye çalışıldı, o halde olmasına rağmen var gücüyle direndi.
Şükrü, kırıklarla, kafasında kırılan sopaların, demir çubukların izleriyle çıktı dükkândan. O haline rağmen, "hafif darp" raporu verildi. Günlerce konuşamadı, yerinden kalkamadı.
Ancak bununla bitmeyecekti hikâye. İşkenceyi yapan iki kişi, Şükrü'nün para çaldığını, üzerinden çalıntı paranın çıkması üzerine dayak attıklarını söyledi. Sonra başka bir çocuk tanık da çıktı, o da hiç duyulmadık iddiaları sıraladı.
İki işkenceciden biri tutuklandı, diğeri adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Savcılık, iki isim hakkında dava açtı ancak onların beyanı üzerine Şükrü hakkında da "hırsızlık yaptığı iddiası" üzerinden dava açmayı ihmal etmedi.
FİSA Çocuk Hakları Merkezi, bazı siyasiler, kentteki birkaç duyarlı insan yanında Şükrü'nün.
Yürüyecek hâl bulabilirse kendinde, Şükrü, mahkemeye gidecek önümüzdeki hafta. Yıllarca sürecek bir yargılamanın, bitmeyecek damgalanmaların, bunlara karşı adalet arayışının ilk adımını atacak.
Memleketin iki ayrı resmi var ortada. Böyle örneklere de gerek yok aslında.Kiminin sadece tweet attığı için tutuklandığı ülkede, kiminin nasıl böylesine zenginleştiğinin bile sorulamadığını biliyor herkes.
Çukurambar'da büyüyenlerle, sokakta büyüyenlerin farklarını da...
Akademisyen kanında duş alacağını, kan banyosu yapacağını söylediğinde dokunulmayan suç örgütü liderinin, özel afla çıkartılan bir başka suç örgütü liderinin "ben geldim" demesinden sonra nasıl operasyona hedef olabildiğini herkes görüyor.
Gazetecilerin, siyasetçilerin sokakta dövülmelerinin hesabının sorulmayacağını, gazetecilerin kapısına gece yarısı dayananların bulunmayacağını, kimin yaptığının yanına kâr kalacağını da herkes biliyor.
Ceza adaletinin olmadığını, bazıları için başka bir yargının, polisin söz konusu olduğunu da.
Ve bütün bunlar hamasi üç beş kelime, cümle üzerinden yapılıyor. Kalın ve hâlâ iş gören bir "milliyetçilik" örtüsüyle, hepsinin üzeri örtülebiliyor.
Ama ne kadar gizlenirse gizlensin, dayak yemiş bir çocuğun yaşamı, kaldırıyor örtüyü. Hevesi kaçanlar bile çok uzaktan baksalar da görüyor. Bir yerlerde başka bir iklim yaşanıyor.