Sezgin Tanrıkulu gündeme getirmişti... Kuşkonar-Koçağılı ve Kulp: 1990’lı yılların delilli cinayetleri

Sezgin Tanrıkulu gündeme getirmişti... Kuşkonar-Koçağılı ve Kulp: 1990’lı yılların delilli cinayetleri
Şırnak Kuşkonar ve Koçağılı köylerinin bombalanması ile Kulp’ta 11 kişinin kaybedilmesi yıllarca inkar edildi ancak AİHM Türkiye'yi mahkum etti. Peki bombardıman nasıl yaşandı, köylüler nasıl kaybedildi, dava sürecinde neler yaşandı?

Remzi BUDANCİR


DİYARBAKIR - Hedef gösterilen ve sonrasında hakkında soruşturma açılan CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, 1994’te Şırnak’a bağlı Kuşkonar ve Koçağılı köylerinin bombalanması ile Diyarbakır Kulp ilçesi kırsalında 11 kişinin kaybedilmesini gündeme getirdi. Her iki yaşam ihlaliyle ilgili açılan davalar yıllarca sürdü ve sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Türkiye’yi mahkum ederek, mağdurlara tazminat ödenmesine hükmetti. AİHM Kuşkonar ve Koçağılı köylerine 25-26 Mart 1994’te düzenlenen hava saldırında ölen 38 sivil vatandaş için 2 milyon 305 bin Euro, Kulp’ta kaybedilen 11 kişi için ise başvuruculara yaklaşık 600 bin sterlin tazminat ödenmesine karar verdi. Peki bombardıman nasıl yaşandı, köylüler nasıl kaybedildi, dava sürecinde neler yaşandı ve sonuç nasıl oldu?

ŞIRNAK: 38 KİŞİ BOMBARDIMANDA ÖLDÜ

Tanrıkulu’nun gündeme getirdiği her iki ihlal de 1990’lı yıllarda yaşandı. Bunlardan biri 1994 Mart ayında, Şırnak’a bağlı Kuşkonar ve Koçağılı köylerinde meydana geldi. Gündüz ortasında, insanlar gündelik yaşamlarını sürdürürken bir helikopter ve iki savaş uçağı Kuşkonar ve Koçağılı köyleri üzerinde dolaştı. Köylüler daha ne olduğunu anlamadan, kıyameti andıran bir sesle irkildi. Uçaklardan dev bombalar atıldı, helikopterden köyler tarandı. Kendilerini ahırlara atabilenler tek kurtulabildi. Aralarında bir yaşını doldurmayan bebekler, 10 yaşındaki çocuklar, hayatlarının baharında olan gençler ve yaşlılar olmak üzere toplam 38 kişi parçalanarak öldü, 13 kişi de yaralandı. Yakınlarının parçalanmış cesetlerini toplayarak gömen köylüler, yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kaldı. Tüm bu yaşananlar ilerleyen zamanlarda devam eden yargılamalarda verilen ifadelerle ortaya çıktı.

DOSYA DİYARBAKIR VE ŞIRNAK ARASINDA GİDİP GELDİ

Kuşkonar ve Koçağılı köylerinde yaşanan katliamla ilgili açılan soruşturmada görevsizlik kararı verildi. Şırnak Cumhuriyet Savcısı Ahmet Berke tarafından 7 Nisan 1994 tarihli verilen görevsizlik kararına göre; Koçağılı köyünde 13 kişinin ölümü ve 13 kişinin yaralanmasına neden olan PKK’ydi. Saldırının havan ve patlayıcı maddelerle gerçekleştirildiğini iddia eden savcılık, dosyayı eski Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesine (DGM) gönderdi. Diyarbakır DGM savcılığı ise saldırının PKK tarafından gerçekleştirildiğine dair delil bulunamadığını belirterek, dosyayı 1996 yılında Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına geri gönderdi. Ancak Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı ısrarcıydı. PKK iddiasını yenileyerek, dosyayı tekrar Diyarbakır DGM başsavcılığına gönderdi.

25 KİŞİNİN ÖLÜMÜ SONRADAN DOSYAYA DAHİL EDİLDİ

Kuşkonar ve Koçağılı köylerinde yakınlarını kaybeden ailelerin avukatı 2015 yılında silahlı saldırı sonucu öldürülen Tahir Elçi’ydi. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı'na 2004 yılında suç duyurusunda bulunan Tahir Elçi, dilekçesinde 13 kişinin öldüğü bombalı saldırının yaşandığı günün sabah saatlerinde komşu köy olan Kuşkonar köyünün bir askeri helikopter ve iki savaş uçağı tarafından bombalandığını belirtti. 25 kişinin öldüğü saldırıyla ilgili herhangi bir soruşturma yürütülüp yürütülmediğini sorarak sorumlular hakkında suç duyurusunda bulundu. Bu saldırının Koçağlı köyü saldırısıyla birleştirilmesini de talep etti. Elçi’nin şikayeti öncesi soruşturma sadece Koçağılı köyünde yaşanan ölümlerle ilgili yürütülüyordu, Kuşkonar köyünde yaşanan ölümler işleme dahi alınmamıştı. Elçi’nin verdiği şikayet dilekçesi ile soruşturma dosyasında olmayan Kuşkonar köyü, dosyaya eklendi ve bombalı saldırıda ölenlerin sayısı 38’e yükselmiş oldu.

İNCELEME YAPILMADI, ÖLENLER TOPLUCA GÖMÜLDÜ

Müştekilerin vekili Avukat Tahir Elçi, Kuşkonar'da ölen 25 kişinin yakınlarınca can güvenlikleri olmadığı için açılan bir çukura topluca gömüldüğünü, bu kişilerin otopsi raporu olmadığı için ölüm kayıtlarının düşürülmediğini belirtti. 17 yıl geçmesine rağmen, bombalamanın kimler tarafından yapıldığı henüz tespit edilemediğini belirten Elçi, dosyanın savcılıklar arasında gidip geldiğini bu süre zarfında köylerde hiçbir keşif, inceleme yapılmadığını belirtti.

KÖYÜN HER TARAFI CESET DOLUYDU

Soruşturma dosyası savcılıklar arasında gidip gelirken, dosyada yer alan tanık ifadeleri katliamı gözler önüne serdi. Saldırıdan kıl payı kurtulan tanıklar, o anları bütün ayrıntılarıyla anlattı. Dosyada yer alan tanık anlatımlarından bazılar şunlar:

'EŞİMİN PARÇALANMIŞ CESEDİ İLE KARŞILAŞTIM'

Ahmet Yıldırım (66): Ben olay tarihinde 25-30 haneli Kuşkonar köyünde ikamet ediyordum. 1994 mart ayında evimin önünde bir işle uğraşıyordum sabah ve öğle saatleri arasında üzerimizden çok yakın mesafede iki uçak geçti. Uçakların sesi o kadar yüksekti ki ben evimin altındaki bodruma kaçtım. Eşim Elmas’ta benim arkamdan koşuyordu. Ben bodruma girdiğimde büyük bir patlama sesi duydum. Sesler kesilince dışarıya çıktığımda eşimin parçalanmış cesedi ile karşılaştım. Evimizin önünde tahminen 2.5 metre derinliğinde bir çukur oluşmuştu. Çukur çevresinde kol uzunluğunda metal parçalar vardı. Evimizin yanında oturan akrabam Selim Yıldırım, eşi, bir kızı ile 3 oğlu da ölmüştü. Köyün her tarafı ceset doluydu. Cenazeleri köy meydanına topladık. Hatırladığım kadarıyla toplam 25 ölü vardı. Ölüleri kendi elimizle gömdük. Bu olaydan sonra hayvanlarımızı ve alabildiğimiz kadar eşyalarla köyü terk ettik. Olaydan sonra da köyüme bir daha gitmedim.

ÇOCUKLARI İLE BİRLİKTE ÖLEN AİLELER

Hatice Benzer (69): Kuşkonar Köyüne bombalar atıldığı zaman ben köyden bir saatlik yürüme mesafesi uzaklığında odun topluyordum. Önce uçak sesi duydum daha sonra bir gürültü koptu. Bu sırada ben odun toplamayı sürdürdüm. Akşam saatlerinde köye geldiğimde, köyümüz bombalanmış ve bazı evler yıkılmıştı. Köyün içinde derin çukurlar vardı. Bizim köyde ölenlerin arasında oğullarım Ali ve Mahmut’ta vardı. Mahmut evliydi. Mahmut eşi Ayşe ve 6 çocuğu ile birlikte öldü. Çocuklarım uçaktan atılan bombalarla öldü, bunu yapanlar hakkında şikâyetçi olup olmayacağımı da bilmiyorum

'ARD ARDA SEKİZ BOMBA ATILDI'

Mamut Bayı (40): Olay tarihinde ben köyümüz Koçağılı köyünde ikamet ediyordum. Öğlen saatleriydi ben bahçedeydim. Köyün üzerine iki uçak dolaşmaya başladı. Uçaklardan çıkan ses kulakları sağır ediyordu. O esnada uçaklardan bomba atılmaya başladı. Toplam 8 bomba atıldığını hatırlıyorum. Hatta bombalar havadayken görebildim. Bombalar atıldığı gibi, mermilerle tarandı. Mermi Annemin ayağına isabet etti. Yeğenim Ercan Bayı atılan bombanın parçalarının başına isabet etmesi sonucu yaralandı. Bu olayda köyümüzde 13 kişi öldü. Yerde olan cenazelerimizi, Komşu köylerdeki vatandaşlar tarafından defnedildi. Olaydan sonra köyümüz boşladı. Bu olayı gerçekleştirilenlerden şikâyetçiyim.

Sadık Kaçar (66): Köyümüzde iki uçak tarafından toplam 8 bomba atıldığını gördüm. Bombalar iki uçaktan köyün üzerinden geçerken atıldı. Bu sırada ben ve ailem olmak üzere 30 kişi evde toplanmıştık. Bombardımanın etkisiyle evimiz yıkıldı. Evde bulunan babam, eşim, kızım, torunum, iki yeğenim bu saldırıda öldü. 13 kişi hayatını kaybetti. Çok sayıda yaralı vardı. Cenazelerimizi tüm köylüler olarak buraya gömdük. Bizim örgütle hiçbir şekilde bağlantımız yoktu, örgüte yardımda etmiyorduk. Neden köyümüzün bombalandığını da bilmiyorum. Gabar dağ eteğinde bulunan köyüme zaman zaman gidip geliyorum. Bombaların açmış olduğu çukurlar hala duruyor. Köy virane bir hale geldi. Artık yaşanmaz halde.

Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı, Koçağlı köyünde 13, Kuşkonar köyünde ise 25 kişinin öldüğü ve pek çok kişinin yaralandığı saldırının PKK tarafından gerçekleştirildiğine dair delil bulunamadığını belirtti. Ölüm ve yaralanmaların uçak ve helikopterlerden düşen bombalarla gerçekleştiğinin tanık beyanları ile anlaşıldığını belirten savcılık, 2004 yılında görevsizlik kararıyla dosyayı Şırnak’a geri gönderdi.

İLK ÖNCE PKK DENDİ, SONRA ASKERİYE, EN SON YABANCI ÜLKELER

Soruşturma dosyasının üçüncü kez geri gittiği, her defasında “PKK yaptı” diyen Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı, çok sayıda tanığın “helikopter ve uçakla tarandık” ifadeleri üzerine dosyayı 2005 yılında Diyarbakır 2’inci Hava Kuvvet Komutanlığı Askeri Savcılığına gönderdi. Konuyu soruşturan Askeri Savcılık, 2 köyde meydana gelen patlamaları “menşei belirlenemeyen patlamalar” olarak nitelendirdi. Tanıkların “Uçak ve helikopterler bombaladı” yönünde beyanlarını inceleyen savcılık, 26 Mart 1994 yılı, saat 10:00 ve 12:00 arasında uçuş yapılıp yapılmadığı 2. Hava Kuvveti Komutanlığına sordu. Savcılığa gelen 17 Şubat 2006 tarihli yazıda, söz konusu tarih ve saatlerde belirtilen bölgelere uçak ve helikopterlerle herhangi bir uçuş faaliyeti yapılmadığı cevabı verildi. Bunun üzerine olayın askeri personel tarafından gerçekleştirildiğine dair delil bulunmadığını belirten savcılık, 2006 yılında dosyayı görevsizlik kararı ile Şırnak’a geri gönderdi.

Şırnak Cumhuriyet Savcılığı, patlamanın sıradan bir olay olarak nitelendirilemeyeceğini belirtti. Hazırladığı fezlekede, “Silahlı saldırının yabancı ülkeler veya başka bölücü unsurlar tarafından yerine getirildiği dikkate alınsa dahi, bu takdirde de devletin anayasal düzenini yıkma suçu kapsamında değerlendirilmesi gerektiği” ifade ederek, dosyayı 2007 yılında Özel Yetkili Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdi. 38 kişinin öldürülmesinin yanı sıra “Güvenlik güçlerine yönelik silahlı saldırı” suçu da fezlekede yer aldı.

SİVİL HAVACILIK UÇUŞ BİLGİLERİNİ PAYLAŞTI

Dosyanın gönderildiği Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Malatya Erhaç 7. Anajet Üst Komutanlığı ve Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığına, söz konusu tarihte bölgede uçuş yapılıp yapılmadığını sordu. Savcılığa gönderilen Kasım 2008 tarihli yazıda, söz konusu tarihte uçuş faaliyeti yürütüldüğüne dair herhangi bir kayıt bulunmadığı cevabı verildi. Bunun üzerine savcılık, Sivil Havacılık Dairesine yazı yazarak, 1994 yılında Malatya Erhaç 7’inci Ana Jet Komutanlığı ile Diyarbakır 2’nici Hava Kuvvetler Komutanlığından uçakların iniş kalkış belgelerini istedi. Sivil Havacılık Dairesi tarafından savcılığa gönderilen cevapta, “1994 yılında Şırnak ili batısı ile Kuzeybatısı 10 NM (18.55 km)’de Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından iki uçuş icra edildiği tespit edilmiştir” ifadeleri kullanıldı. Sivil Havacılık tarafından gönderilen ‘Görevler’ başlıklı belgede patlama günü yapılan uçuşla ilgili şu bilgiler yer aldı: “Her birinde iki uçak olmak üzere iki uçuşun gerçekleştiği, 10.24 ve 11.20’de saatlerinde başlandığı, bombalamanın saat 11.00 ve 11.20 sularında gerçekleştiği, uçakların bomba yüklü olduğu, uçuşlardan birinin iki F-4 diğer uçuşun ise iki F-16 savaş uçakları tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır.”

ASKERİ SAVCILIK: TANIK ANLATIMLARI İLE SİVİL HAVACILIK CEVABI ÖRTÜŞÜYOR

Sivil havacılık tarafından gönderilen belgeler ile 1994 yılından beri köylülerin savcılığa verdikleri ifadelerin örtüştüğü görüldü. Dosyanın gönderildiği Diyarbakır 2’inci Hava Kuvveti Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 2014 tarihli görevsizlik kararında patlamanın nasıl ve kimler tarafından gerçekleştiğine ilişkin bilgiler yer aldı. Tanık ve müşteki anlatımları ile Sivil Havacılık tarafından gönderilen yazının örtüştüğüne dikkat çeken askeri savcılık, Kuşkonar ve Koçağılı köylerine bombaların Malatya Erhaç Havalimanından kalkan 2 adet F4 savaş uçağı tarafından gerçekleştiğini belirterek, “Bölgede etkisiz hale getirilmesi istenen PKK örgütü mensuplarına yönelik olarak yapılan Hava Harekatı icrası dolayısıyla olayın meydana geldiği, eylemin bir terör örgütü eylemi olarak vuku bulmadığı olayın, bir askeri operasyon icrası sonucu olduğu…” tespitinde bulundu.

GENELKURMAY ZAMAN AŞIMI GEREKÇESİ İLE DOSYAYI KAPATTI

O dönem Asayiş Bölge Komutanı Korgeneral Hasan Kundakçı'nın da ifadesine başvurulduğunun belirtildiği kararda, şüphelilerden bir kısmının general olması nedeniyle dosyayı yetkisizlik kararıyla Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı’na gönderdi. Dosya gönderildiği tarih zaman aşımına yakındı. Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Savcılık, 9 Nisan 2014'te, zamanaşımı gerekçesiyle dosyayı kapattı. Bunun üzerine mağdurların avukatı Elçi, Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Elçi’nin bu başvurudan 1 yıl sonra vurularak öldürülmesinin ardından dosyayı Avukat Neşet Giresun, takip etti. Anayasa Mahkemesi’nin 2020 yılında, bombalamadan 26 yıl sonra verdiği kararda savaş uçaklarının köyleri bombaladığını kabul etti. Köylerin uçaklar tarafından bombalandığını kabul eden AYM, zamanaşımı süresinin dolduğu için yapılacak başka bir işlemin kalmadığını belirtti.

KULP: 11 KÖYLÜNÜN KAYBEDİLMESİ

Tanrıkulu’nun dile getirdiği diğer konu ise Kulp davasıydı. Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde 1993 yılında 11 sivil, Bolu Dağ Komando Tugayı’nın bölgede faaliyet yürüttüğü sırada köylerinden alınarak götürüldü. General Yavuz Ertürk komutasındaki Bolu Tugayı tarafından 8 Ekim-25 Ekim 1993 tarihleri arasında Diyarbakır’ın Kulp ilçesi kırsalında yürütülen askeri operasyonlarda gözaltına alınan 11 kişiden bir daha haber alınamadı. Görgü tanıklarının anlatımına göre, 11 kişi bir araya toplandı. İşkence uygulandı, daha sonra helikoptere bindirilerek götürüldü. Kulp’taki kayıpları herkes biliyordu ancak akıbetlerini kimse bilmiyordu. Taki 5 Kasım 2004’te bir çobanın Alaca Köyü’ne 500- 600 metre mesafedeki bir dere yatağında yüzeye çıkan kemikler görene kadar.

Kulp Alacaköy'de bulunan toplu mezar

DEMİRTAŞ’IN GİRİŞİMİ

Selahattin Demirtaş

Çoban bunun üzerine kaybedilenler arasında kardeşi ve amcası olan Turan Avar’ı arayarak bilgi verdi. Haberi alır almaz çobanla bölgeye giden Avar, dere yatağında toprağı biraz eşelediğinde kemikler ile karşılaştı. Bunun üzerine Kulp Cumhuriyet Savcılığı arandı ancak kimse gelmedi. Savcının gelmemesi üzerine çıkan kemik parçalarını toplayan Avar, İHD Diyarbakır Şubesine gelip başvuruda bulundu. O dönem İHD Diyarbakır Şube Başkanı Selahattin Demirtaş’tı. Kemikleri gören Demirtaş, hemen harekete geçerek bir heyetle kemiklerin bulunduğu yere gitti. Bölgede inceleme yapan Demirtaş, Kulp savcılığına haber verdi ancak savcı, ‘Can güvenliği olmadığı için gelemeyiz’ cevabını verdi. Bunun üzerine Demirtaş beraberindeki heyetle kemikleri çıkararak götürüp savcılığa teslim etti.

DAVA BAŞLADIĞI GİBİ ANKARA’YA NAKLEDİLDİ

Kulp davası da böylece başlamış oldu. Yürütülen soruşturma 2013 yılında tamamlandı. 11 Ekim 2013 tarihinde hazırlanan iddianamede, Bolu 2. Komando Tugay Komutanı emekli Tuğgeneral Yavuz Ertürk, “birden fazla kişiyi aynı sebeple öldürmek”, “halkı isyana ve birbirini öldürmeye teşvik”, “cürüm işlemek üzere teşekkül oluşturmak” suçlarından yargılanması istendi. İddianame Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edildikten sonra “güvenlik gerekçesiyle” Ankara’ya nakledildi.

İLERLEME SAĞLANMADI, SANIKLAR HAKKINDA BERAAT KARARI VERİLDİ

Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada, Şırnak Kuşkonar ve Koçağılı’nın uçaklarla bombalanmasında adı şüpheliler arasında olan dönemin Diyarbakır Jandarma Asayiş Bölge Komutanı Korgeneral Hasan Kundakçı tanık olarak dinlendi. Avukatların o dönem görev alan askeri personelin dinlenmesi yönünde talebi bir türlü kabul edilmedi. Ankara’da devam eden yargılamalarda 11 kişinin yakını yaşananları tüm yönleri ile anlattı. Mağdur avukatları sanıkların tutuklanması ve o dönemin askeri personelinin dinlenmesi yönünde talepleri kabul edilmedi. Mahkeme Kulpta yaşananlara ilişkin Genelkurmay Başkanlığı’na da sorular sordu. Genelkurmay Şırnak’ta olduğu gibi Kulp ile ile ilgili de “1993 yılında iddia edilen operasyona yönelik herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmadığı” yönünde yanıt verdi. Mağdur avukatları, Genelkurmay Başkanlığı’ndan o gün kullanılan helikopterlerin uçuş kayıtlarını ve helikopterleri kullanan askeri personelin bilgilerini isted. Avukatların tüm talepleri reddedildi. 19 Eylül 2018 tarihli son duruşmada, sanık Yavuz Ertürk hakkındaki “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçuna bağlı kamu davasının zamanaşımından düşmesine, 11 kişiyi taammüden öldürmeye azmettirmek ve halkı isyana teşvik suçlarından ise ayrı ayrı beraatine karar verdi. Böylelikle Kulp davası da kapanmış oldu.

Tanrıkulu’nun hedef gösterilmesinin üzerinden açıklama yapan Batman Baro Başkanı Erkan Şenses, Kulp Davasının avukatı olduğunu hatırlattı. Bolu Dağ Komando Tugay Komutanlığına bağlı birliklerin 8-24 Ekim 1993 tarihleri arasında Kulp İlçesi Alaca Köyü ile Şenyayla bölgesinde bir askeri operasyona çıktığını hatırlatan Şenses, şunları söyledi:

  • “Bu operasyon sırasında Bahri Şimşek, Nesrettin Yerlikaya, Turan Demir, Ümit Taş, Celal Aziz Aydoğdu, Abdo Yamık, Mehmet Şerif Avar, Behçet Tutuş, Mehmet Salih Akdeniz, Mehmet Şah Atala ve Hasan Avar isimli 11 yurttaş askerlerce kayıt dışı bir biçimde gözaltına alınmış, Kepir denen bölgede Ekim ayının soğuğuna rağmen en az 12 gün açık alanda gözaltında tutulmuştur.
  • Bu tutulma zarfında özellikle gözaltındakilerin yakınları olan Vesha Avar, Zekiye Demir ve Pembe Akdeniz gözaltındakileri görmüş ve bazen kendilerine yemek götürmüştür. Bu görgü tanıklarının ifadesine göre gözaltındakiler 1 veya 2 helikopterle bölgeden alınarak Bingöl yönüne doğru götürülmüş ve kendilerinden bir daha haber alınamamıştır. Gözaltındaki kişilerin helikopterle götürüldüğü kayıp yakınlarından Vesha Avar, Zekiye Demir ve Pembe Akdeniz tarafından tanık sıfatıyla Komisyon’a ifade edilmiştir.
  • Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’nun 30 Eylül-4 Ekim 1997 ile 4-9 Mayıs 1998 tarihlerinde Ankara’da yaptığı olgu saptama duruşmalarında Komisyon temsilcileri kayıp yakınlarının ve Devlet’in verdiği tanık listesinden 23 kişiyi dinlemiştir. Avrupa İnsan Hakları Komisyonu 10 Eylül 1999’da kabul ettiği raporda 11 kişinin helikopterle götürüldüğü hususunda ikna olmadığını (özellikle kayıp Ümit Taş açısından) ancak kayıplardan bazılarının helikopterle götürüldüğü konusunda ikna olduğunu belirtmiştir.
  • Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 31 Mayıs 2001 tarihli Akdeniz ve Diğerleri/Türkiye kararında Komisyon’un ayrıntılı raporuna da değinerek Türkiye’nin 11 kişinin yaşam hakkını, işkence yasağı ve özgürlük ve güvenlik hakkını ihlalden sorumlu tutarak başvuruculara yaklaşık 600.000 sterlin tazminat ödenmesine karar vermiştir.
  • Helikopter konusunda devletin kayıp kişileri taşımak için helikopter kullandığının hiçbir biçimde sürpriz gibi durmadığını ifade etmiştir. 1990lı yıllarda kamu görevlilerinin işlediği ağır insan hakları ihlalleriyle yüzleşmek ve mağdurlardan özür dilemek yerine hala söz söyleyenlere soruşturma açılması ülkenin bir ayıbıdır!"

Öne Çıkanlar