Vartinis Davası adım adıma zaman aşımına yaklaşıyor
1993 yılında Muş'un Vartinis beldesindeki askeri operasyon sırasında Öğüt ailesinin evi ateşe verildi. Nasır ve Eşref çifti 9 çocuğu ile birlikte yanarak can verdi. Davası hala sonuçlanmadı.
Remzi BUDANCİR
+GERÇEK- 1993 yılında Muş'un Vartinis beldesindeki askeri operasyon sırasında evleri Nasır ve Eşref çifti 9 çocuğu ile birlikte yanarak can verdi. Bu olayla ilgili olarak ancak 2011 yılında dava açılabildi. 2011'de açılan dava ise henüz sonuçlandırılamadı. Davanın sürüncemede bırakıldığını ve zaman aşımına doğru gidildiğini belirten Muş Baro Başkanı Kadir Karaçelik, "Dava açıldıktan hemen sonra dosya apar topar birinci duruşma yapılmaksızın dosya Kırıkkale’ye nakledildi, maalesef yargılama makamı da orada bizim o haklı taleplerimizin etrafına çit kurmak suretiyle bu olayın arkasındaki gerçeklere ulaşmamıza izin vermedi" diyor.
OLAY 1993'TE YAŞANDI, DAVA 2011'DE AÇILABİLDİ VE HALA DEVAM EDİYOR...
1990'lı yıllarda, yüzlerce köy yakılıp boşaltıldı, yüzlerce faili meçhul cinayetler, gözaltına kaybettirmeler ve yargısız infazlar yaşandı. Bu olaylardan biride 3 Ekim 1993’te, Muş'un Korkut ilçesi Altınova (Vartinis) beldesinde yaşanan katliamdı. Beldeyi saran askerler Öğüt ailesinin evini ateşe vermiş, içerde olan Nasır ve Eşref çifti 9 çocuğu ile birlikte yanarak can vermişti. Vartinis katliamına tanık olan Öğüt ailesinin anlatımlarının ardından bugün de yıllardır sürüncemede bırakılan Vartinis katliamının yargı boyutunu tekrar gündeme getirmek istedik.
VARTİNİS DAVASI
Vartinis katliamının yaşanmasının ardından 1993 yılında Muş Cumhuriyet Başsavcılığı olaya ilişkin soruşturma başlatarak bir iddianame hazırladı. Ancak iddianamede olayın gerçek failleri yerine başkaları suçlanmıştı. Üstün kötü hazırlanan iddianamede o tarihte yaygın olarak benzer durumlarda görüleceği gibi olayı "PKK’lier yaptı" şeklinde genel bir iddia kullanıldı. O tarihte gözaltına alınan köylülere de işkence ile benzer içerikte ifadeler verdirtildi. Suçlanan köylüler ileriki aşamalarda yargılanıp beraat etse de, dosya gönderildiği Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) öylece bekletildi. Savcılık ayrıca DGM’ye yolladığı iddianamede davada görevsizlik kararı verilmesi istedi. Diyarbakır DGM’de, davada görevsizlik kararı vererek dosyayı kapattı.
DOSYA 10 YIL TOZLU RAFLARDA BEKLETİLDİ
Katliamla ilgili dava bütün ailesini bu katliamda kaybeden Aysel Öğüt’ün, 2003 yılında Muş Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurarak katliamın o dönemin askeri yetkileri tarafından yapıldığını bildirmesi üzerine tekrar başladı. Böylelikle dosya 10 yıldır bekletilen tozlu raflardan indirilmiş oldu.
YETKİ TARTIŞMASI YILLARCA SÜRDÜ
Ancak bun rağmen yargılama başlamadı. Çünkü suçlanan kişiler askeri rütbelilerdi, bu askeri savcılığın alanına giriyordu. Muş Cumhuriyet Başsavcılığı, Elazığ 8. Kolordu Askeri Savcılığı'na yazı yazarak, olayda ismi geçen kişilerin askeri görevde bulundukları gerekçesiyle soruşturma açılmasını istedi. Savcılık ise buna hemen olumlu cevap vermedi. Yıllarca dosya askeri savcılık ve Özel Yetkili Savcılık arasında gidip geldi. Savcılığın talebine rağmen askeri savcılık soruşturmayı bir türlü tamamlamadı.
DAVA AÇILIR AÇILMAZ KIRIKKALE’YE NAKLEDİLDİ
Buradan da sonuç çıkmaması üzerine Öğüt ailesi ve avukatları 2011 yılında tekrar Muş Cumhuriyet Başsavcılığına başvuru yaptı. Başvurunun kabul edilmesi üzerine savcılık tarafından hazırlanan iddianame Muş Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. İddianame kabul edilmesi ile birlikte dönemin Hasköy İlçe Jandarma Bölük Komutanı Jandarma Yüzbaşı Bülent Karaoğlu’nun da aralarında bulunduğu dönemin 4 askeri yetkilisi hakkında dava açıldı. 2013 yılına ancak açılan dava ise ilk duruşma görülmeksizin "Güvenlik" gerekçesi ile Kırıkkale’ye nakledildi. Devam eden yargılamada diğer üç rütbeli beraat ederken, dönemin Hasköy İlçe Jandarma Bölük Komutanı Jandarma Yüzbaşı Bülent Karaoğlu davanın tek sanığı olarak kaldı. Hakkında yakalama kararı olan Karaoğlu hala tutuklanmış değil.
'YARGILAMA MAKAMI GERÇEKLERE ULAŞMAMIZA İZİN VERMEDİ'
Binlerce insanın tanık olduğu dava hangi aşamada? Sanık olarak yargılanan dönemin Hasköy İlçe Jandarma Bölük Komutanı Jandarma Yüzbaşı Bülent Karaoğlu, diğer benzer davalarda olduğu gibi inkar yoluna giderek ‘Ben orada değilim" dedi. Ancak tanık olarak dinlenen er ve erbaşlar bunun aksine Karaoğlu’nun o gece orada olduğu yönünde ifade verdi. Belde halkı da benzer yönde ifade vermelerine rağmen sanık bir türlü tutuklanmadı
. +Gerçek’e konuşan davanın avukatı Muş Baro Başkanı Kadir Karaçelik, davanın nasıl sürüncemede bırakıldığını şu sözlerle anlattı: "Dava açıldıktan hemen sonra dosya apar topar birinci duruşma yapılmaksızın dosya Kırıkkale’ye nakledildi. Hiçbir güvenlik problemi olmazken. Bizler ve mağdur açısından büyük bir çileye döndü o süreç. O dosyayı oradan takip edebilmek, tanıkları götürüp getirmek. Her defasında bin kilometre gidiş, bin kilometre gidiş oluyor. İki bin kilometre yol yapılıyor. Biz inatla en azından savunma, iddialarımız açısından uzunca yıllar yapılmayan o işlemleri, o adli işlemler teşhis etmek, teşhir etmek, bununla beraber o eksikleri gidermek adına büyük bir çaba içerisine girdik. Ama maalesef yargılama makamı da orada bizim o haklı taleplerimizin etrafına çit kurmak suretiyle bu olayın arkasındaki gerçeklere ulaşmamıza izin vermedi."
- Muş Baro Başkanı Kadir Karaçelik
'90’LARIN DOĞASINA, RUHUNA UYGUN BİR KONSEPTLE HAREKET EDİLDİ'
Dava açıldığında dört birlik komutanının yargılandığını, daha sonra dördü açısından beraat kararı verildiğini ifade eden Karaçelik, "Ama Yargıtay 1. Ceza Dairesi şunu söyledi. Burada Hasköy Jandarma Komutanlığının kesinlikle sorumluluğu var dedi. Anlatımlar, tanıklıklar, bilgiler, beyanlar, inandırıcı olmayan savunması, bütün bunlar göz önüne alındığı zaman, bunun organizasyonunda gerçekleştiği, bunun talimatlarıyla olayın oluştuğu ifade edildi. Diğer üç sanık açısından beraat onanmış oldu. Burada söz konusu vahim olayı bir birlik komutanın öfke kontrolüne indirmek istendi açıkçası. Oysa bizde biliyoruz, başından beri ifade ediyoruz. Ne o sanığın o mağdurlarla, ne o mağdurun o sanıklarla yada sanıkla herhangi bir kişisel uyuşmazlığı, ihtilafı söz konusu değildi. Dolayısıyla 90’ların doğasına ruhuna uygun bir konseptle hareket edildi. Onca buna benzer pratik var. Biz ısrarla, inatla mahkemeye bunu ifade etmeye çalışıyorduk. Ve çok çarpıcı bir bilgiyle karşılaştık" sözleri ile mahkemenin tutumunu eleştirdi.
'MUŞ GÜVENLİK KOMUTANLIĞI’NI SANIKLAR ANLATTI, KURUMLAR REDDETTİ'
Yargılama aşamasında sanıklara soru sorduklarında ilginç bilgiler edindiklerini ifade eden Karaçelik, bu bilginin o tarihte "Muş Güvenlik Komutanlığı" diye bir birim olduğunu, tüm kararların bu birim tarafından verildiği bilgisine ulaştıklarına dikkat çekti. Dosyanın hiçbir yerinde böyle bir bilgi olmadığını vurgulayan Karaçelik, "Biz bu güvenlik komutanlığını sorduk. Genelkurmaya, İçişleri Bakanlığına, bütün birimlere sorduk. Hepsinden olumsuz cevaplar aldık. Dava dosyasına bu birimle ilgili tek bir bilgi verilmedi. Oysa bu bilgiyi biz paylaşmamıştık. Bu bilgiyi yargılama sırasında bir kısım emekli olmuş, hala muvazzaf olan bir albay tarafından verildi. Bu beraat edenlerin içerisindeydi. Sanıklar bu bilgiyi verdiler bize. Bu mağdurların ortaya attığı bir iddia değildi. Kurumlar elimizde bu konu hakkında herhangi bir bilgi belge bulunmamaktadır. Böyle bir birim yoktur dediler. Oysa sanıklar bunu çok net bir şekilde ifade etmişlerdi" diye konuştu.
'BİZ TALEP ETMESEK BİLE MAHKEMENİN TUTUKLAMASI GEREKİYORDU'
Karaçelik’in eleştirdiği bir başka konu mahkemenin sanıkların konforunu gözeterek karar vermesi. Dosyanın Muş’tan nakledilmesinin bu sürecin bir parçası olduğuna işaret eden Karaçelik, "Sanıklar hakkında adli kontrol kararı dahi verilmemesi. Tutuklama zaten verilmedi. Daha sonraki aşamalarda yavaş yavaş imza yükümlülükleri revize edildi. Tekrar onların konforunun ön plana koyan tasarruflar söz konusu oldu. Dosya bozulduktan hemen sonra, tabi mahkeme heyeti de değişmişti. Ben mahkeme heyetine talepte bulundum. Bakınız, bu şahsın sorumluluğu ile ilgili en yüksek mahkeme tarafından bir tespit var. Kuvvetle muhtemelen bu kişi yargılanacak ve ceza da alacaktır. Eğer mahkemeniz direnmeyecekse, kaldı ki direnmedi ve uydu. Yargıtay'ın o kararına yerel mahkeme uydu. Böylesi bir durum karşılığında o şahsın kaçması kuvvetle muhtemel. Bu şahsı bırakın zorla getirmeyi, bu şahsı talimat mahkeme üzerinden davet etmişsiniz İstanbul’a. Lütfen buna son verin, bu şahsın tutuklayın. Tutuklamazsanız da sıkı adli kontrol tedbirlerini uygulayın. Bu şahsı mahkemede hazır edin. O sanık ilk duruşmaydı zaten, avukatı aracılığı ile bir hastane raporu gönderdi. O duruşmada tutuklama kararı çıktı. O gün bu gündür o sanık bulunamıyor. Mahkemeye, 9 kişinin yakılarak öldürülmesi gibi vahim bir olayda istenen ağır ceza karşısında ve zaman aşımı tehlikesi olan bir dosyada biz talep etmesek bile sizin bunu düşünmeniz gerekiyordu dedik. Siz Bülent Karaloğlu’nu tutuklamadığınız için sizin de sorumluluğunuz var" dediklerini aktardı.
'BİR ÖRGÜTÜN VARLIĞI İLE BELKİ KARŞILACAKTIK'
Vartinis dosyasının delillerinin çok güçlü bir dosya olduğunu, Vartinis’ten kaçış olmadığını vurgulayan Karaçelik, "Vartinis dosyayı haykırıyor. Deliller, tanıklar, beyanlar, kendi savunmaları… Buna karşı sanığın öfkesine indirgeyerek, meselenin etrafına dar bir çit örmek suretiyle bireysel bir birlik komutanının öfke kontrolü yaşamış olduğu duygu patlaması sonucu yaşanmış olan münferit bir hadise olarak meseleye bakıldı. Şunu da söylüyoruz. Gecenin üçünde bir operasyon planlanıyor. Bu operasyona sanık Bülent Karaoğlu’mu bütün birlikleri götürdü? Bu kadar kapsamlı, 4-5 büyük birliğin içinde bulunduğu büyük bir operasyon tamamen bir sanığın tasarrufunda mıydı? Öyle bir şey söz konusu olabilir mi? Bu aklın ve hayatın olağan akışına uygun olmayan şeyler zaten. Bizim söylediğimiz araştırmalar, bizim söylediğimiz olayın bütün arka planını deşifre edecek aydınlatacak, bizi o faillere götürebilecek bir süreç izlenseydi belki de şunu tartışacaktık. Bu bölgede aslında bu suçları işlemek için örgütlenmiş bir yapıdan söz edecektik. Bir örgütün varlığı ile belki karşılacaktık. Bu sefer bu örgütün filleri, var oluşu, yapısı hakkında bir hukuki tartışma yürütecektik. Ama bunların hiçbirine geçit verilmedi" ifadeleri ile cezasızlık zırhını aşamadıklarını söyledi.
'BU ÇOK AĞIR, NAZİ ALMANYA'SINDA ÖRNEĞİ GÖRÜLECEK BİR OLAY'
Davadan hiçbir şey beklemediklerini, sanığın aranması konusunda da bir çaba görmediklerini ifade eden Karaçelik, son olarak şunları söyledi: "Bu sanık ilk duruşmaya kadar sağlık raporunu sunduğuna göre o tarihe kadar Türkiye’deydi. Bu sanıkla ilgili etkin bir araştırma, bir arama gerçekleştirilmesini istiyoruz dedik. Savcılığa, yakalama bürosuna yazı yazıyor. Arama bürosu da ‘efendim arıyoruz, hakkında yakalama var. Şahıs bulunamamıştır’ diyor. O kadar. Dolayısıyla etkin bir arama faaliyeti yapıldığı takdirde yapılabilirdi. Oturmuş olduğu konutu arandı mı, hayır. Yaşadığı yere dair bir araştırma tutanağı var mı, hayır. Bunların hiçbiri dosya içerisine gelmedi. Dolayısıyla etkin bir arama faaliyetinden söz edilemez. Biz bunu söyledik. Bu çok ağır, Nazi Almanya'sında örneği görülecek bir olay. Aradan 30 yıl geçmesine rağmen o dosya okunduğu zaman insanların tüylerini diken diken oluyor. Kamu vicdanına ağır gelen bir tarafı var bu davanın. Sanık açısından elimizden gelen her şeyi yapalım, bulup ve adalete teslim etmek için. İnterpol’den kırmızı bülten çıkarma talebimiz de reddettiler. Sanık yok ortada. Yakalanmadığı için sanık herhalde bir yerde oturup bizi izliyor. Heyecanla 3 Ekim 2023 tarihini bekliyor. Dava hakkında düşme kararı verilecek."