10 Ekim Ankara Katliamı: Adalet bu ülkede çamura gömülü

10 Ekim Ankara Katliamı: Adalet bu ülkede çamura gömülü
‘Kimse kimseyi kolay kolay unutamaz. Kimse aynı zaman da bu halka bu acıları yaşatanları da affedemez. Affetmemeli de!’

Yağmur KAYA


ARTI GERÇEK - 10 Ekim 2015… Bu tarih Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başkenti Ankara’da "Emek, Barış ve Demokrasi" talebiyle düzenlenen mitinge yönelik IŞİD’in iki canlı bombayla gerçekleştirdiği bombalı saldırının tarihi.

103 kişinin yaşamını yitirdiği katliamın üzerinden 5 yıl geçti. 

"Zira yoksulluğa ve bilgisizliğe mahkum olanlar 
Gülmeyi ve neşeyi bilmezler
Bütün dertleri, bütün acı ve gözyaşlarını 
Tokların vicdanına yüklemek istiyorum
Ve yaptıkları her şeyin intikamını almak"

Bu satırlar Rosa Luxemburg’un ‘Her Şeye Rağmen Yaşamak’ isimli kitabından. Bombalı saldırıda yaşamını yitiren Serdar Ben’in altını kalemle çizdiği bölüm. Dersim doğumlu Serdar Ben; dert, acı ve gözyaşıyla küçük yaşta tanışan biri. Bu acı, dert, gözyaşı devletten miras. Serdar’ı toprağından eden egemen anlayış, onu İstanbul’un gecekondu mahallesinde yoksulluğa mahkum etmişti. Saldırı olduğunda 32, yaşında olan Serdar yaşasaydı bugün 37 yaşında olacaktı.

Ben ailesi, köylerinin devlet tarafından yakılmasıyla İstanbul 500 Evlere bağlı Karadeniz Mahallesi’ne gelerek iki göz odası küçük bir mutfağı olan gecekondu evine yerleşiyor. Serdar Ben ve ailesinin yokluk ve açlıkla tanışmaları yaşam alanlarından koparılıp İstanbul’a gelmeleriyle başlıyor. Ağabeyi Ali Haydar Ben’e, ‘Serdar’ın en sevdiği yemek hangisiydi?’ diye sormam aldığım cevapla yokluk ve yoksunluğa nasıl gark olduklarını anlamama yeterli oluyor. Ağabey Ben, "Biz ezilen, yokluk çeken bir aile olduk. Yıllarca çalıştık. Bu anlamda yaşam koşullarımız çok refah içerisinde değildi. Özellikle 2000’li yıllara kadar. Ama ‘ne severdi?’diye sorarsanız kuru fasulye ve pişi severdi. Sofrasını kendi hazırlar, kendisi kaldırırdı. Küçükken de öyleydi. Tabağını yıkar, sofra bezini silkeler, halıyı gırgırlar, her konuda yardımcı olurdu anneme. Kimseden bir beklentisi olmuyordu" diyor. 

ÇIRAKLIKTAN SENDİKA KURUCULUĞUNA…

İlkokuldan sonra eğitim hayatına devam edemiyor Serdar Ben. Kardeşleriyle Karadeniz Mahallesi’nde bulunan tekstil atölyelerinde işe başlamasıyla birlikte örgütlü ve devrimci mücadeleye ilk adımını da böylece atmış oluyor Serdar.  

Ağabey Ali Haydar Ben, kardeşi Serdar’ın iş ortamında çırak ve kadınlara yönelik ayrımcı, ötekileştiren davranışlara sessiz kalmayıp tepkisini daha küçük yaşlardan itibaren verdiğini söylüyor. Ağabey Ben, "Kadınlar da erkeklerle aynı statüde iş yapıyor ama aynı ücreti almıyordu. Zemini, kadınlara ya da çıraklara temizletiyorlardı. Çayı kadınlara, çıraklara yaptırıyorlardı. Serdar o dönem çocuk yaşta da olsa mücadelenin ön saflarında olan biriydi. Şahit olduğu bunca haksızlık ve eşitsizlik bir sıçramaya yol açtı Serdar’da" diyor. 

Serdar Ben’in tekstil atölyelerinden, tersanelere, tersanelerden inşaat alanına kadar birçok işte çalıştığını ifade ediyor Ağabey Ben. "Hem yaşam koşullarını sürdürebilme hem de işçi sınıfı içerisindeki mücadele hattını da geliştirmek, güçlendirmek, örgütlemek istemesinden kaynaklı bu alanlarda çalıştı. Bilinçli tercihlerdi. İnşaat-İşçileri Sendikası’nı kurdular. O dönem ‘Örgütlemeden Sorumlu Genel Sekreter’ idi. Örgütsel anlamda bir boşluğun olduğunu fark edip sendikal anlamda doldurma çabasıyla hareket ediyordu. Kendinden çok işçi sınıfının mücadelesini nasıl örgütleyeceğinin emeğini ve mücadelesini yürütüyordu. Ayda bir ya da 3 ayda bir geliyordu. ‘Örgütlü bir mücadele hattını geliştirebilirsek haklarımızı alabiliriz’ derdi hep. 

BİLMEYİ, BİLGİYİ ÇOK SEVERDİ’

Ağabey Ben, kardeşi Serdar Ben’in ağır çalışma koşullarına rağmen akşam eve geldiğinde geç saatlere kadar kitap okuduğunu ifade ediyor. Ağabey Ben, "Eve geldiğimizde gece 3’e 4’e kadar kitap okuyordu. Sabah 6’da birlikte kalkıp işe gidiyorduk. Kitap okuma, araştırma yapma yönü çok güçlüydü" diye ifade ediyor. Kardeşi Serdar’ın 2 kütüphaneden oluşan kitaplarının olduğunu ifade ediyor Ağabey Ben ve ekliyor: "Bilmeyi, bilgiyi çok severdi. Mücadelenin gelişme sebeplerinden biri de buydu.

Yan yana gelip konuşamıyorduk. Serdar, sadece evinin dört duvar arasında ya da iki tuğla arasında olduğunu düşünenlerden değildi. Mücadeleyi güçlendirmek, geliştirmek istiyorsan yaşam alanları neresi olursa olsun oralarda da yaşam mücadelesini sürdürüyordu." 

Türkiye’nin her şehrinden, ilçesinden, köyünden barış, demokrasi talebiyle binlerce insanın geldiği 10 Ekim 2015 tarihinde IŞİD’in bombalı saldırısı sonucu yaşamını yitirdi Serdar Ben. Ağabeyi Ali Haydar Ben ile 10 dakika önce telefonla görüşmüş Serdar Ben. Ağabey Ben, adliyede işlerini hallettik sonra kardeşi Serdar’ın yanına miting alanına gideceğini söylüyor.

Saldırı anı ve sonrasını ağabey Ben şu sözlerle anlatıyor: 

"Cumartesi günü. Bir arkadaşım arayıp ‘Ankara’da ne oluyor? Bomba patlamış bir sürü ölü var’ dedi. Demokratik Haklar Derneği’ndeydim. Serdar’ı ve diğer arkadaşları aradım, kimseye ulaşılmıyordu. Dernekten çıkıp alana doğru yürüdüm. Az sayıda polis vardı. Normalde mitinglerde binlerce polis olur. Köprünün üstüne çıktım. İnsanlar akın akın bulunduğum noktaya doğru geliyordu. 

Saatlerce Serdar’ı aradım. 12.00-13.00 saatleri sırasında Serdar’ın da yaralandığına dair haber geldi. Cebeci Hastanesi’ne gittik. Baktık hiçbir yerde yok. Hastanelere bakıyorsun isim yok. Saatler ilerledikçe yaralanan ya da yaşamını yitirenlerin isimler netleşiyor. Serdar’ın arkadaşları aradı. Bir hastaneye gittik. Baktık Serdar değil. Ondan sonra gece adli tıpa götürdüler. Adli tıpta uzun bir süre bekledik. Adli tıp bahçesinde beklediğim süre içerisinde sürekli cansız bedenlere baktım Serdar’ın olup olmadığını anlamak için. 

AVUKATLAR ARAYA GİRMESE ŞİDDET UYGULAYACAKLARDI’

Benim dışımda başka aileler de vardı. 60 cansız bedene baktım. Tanıyan cenazesini götürüyordu. Diğer arkadaşlar Serdar’ı bulmak için başka hastanelere bakıyordu. DNA örneği aldılar. Annem İstanbul’dan Ankara’ya geldi DNA örneği vermek için. Serdar’ın nerede olduğunu bilmiyorduk. Bir hafta boyunca Serdar’ı bulamadık. Serdar’ın patlama anında yanında olan ve yaralı kurtulan arkadaşının bulunduğu hastaneye gittik. Yan yanalarmış. Son anda elindeki flamayı duvara asmak için ayrılıyor Serdar’ın yanından. Sigara ve çay içiyorlarmış birlikte. O gün anladım Serdar’ın yaşamını yitirdiğini. Perşembe gecesiydi, arkadaşlar nefes almam için beni hastane dışına çıkardılar. Telefon çaldı ‘Serdar’ı bulduk’ dediler. Adli Tıpa döndük. Çoğu aile, yaşamını yitiren yakınını götürdü. Savcılık ‘Birkaç kişi kaldı. Aileler adli tıbbın bahçesini terk etsinler’ diye haber gönderdi. 2- 3 aile kalmıştık. 

Şöyle bir şey duyduk: Olmayan şeyler değil! Tanınmayanları kaçırıp götürerek, IŞİD’ci diye… Konuşuluyordu. Yapılmayan bir şey değil. Polisle bir tartışma yaşadık. Polis, ‘Avukat, aile olmadan cenazeye bakamaz’ dedi. Aileden kimseyi almayacaklarını söylediler. Ben de ‘Siz hem öldürüyorsunuz, hem katlediyorsunuz hem de görmemize izin vermiyorsunuz’ diye tepki gösterdim. Polis amiri üzerime yürüdü. ‘Sen bizimle nasıl böyle konuşursun’ dediler. İnsanlar kendi acısını yaşıyor. Avukatlar araya girmese şiddet uygulayacaklardı." 

ÖYLE TARİF EDİLECEK BİR ŞEY DEĞİL ‘

5 yıl nasıl geçti sizin için?

Ben kendi adıma söyleyeyim. Kimse kimseyi kolay kolay unutamaz. Kimse aynı zaman da bu halka bu acıları yaşatanları da affedemez. Affetmemeli de! Yaşamını yitiren 60 kişinin cansız bedenini görmeme rağmen kendimi biraz daha dirençli, sabırlı mı denir ne denir bilemiyorum hissediyorum. 

60 parçalanmış beden görmek kolay bir şey değil. Şahit olduklarımın yarın öbür gün yaşamımda neler getireceğini bilemem. Bunlar kolay şeyler değil! Annem, babam, kardeşlerim yıprandılar, yıpranıyorlar ve yıpranmaya devam ediyorlar. Yanlış anlamayın ama o acıyı yaşayanlar anlar ya da birbirine benzer acıları yaşayanlar birbirlerini anlar. Öyle tarif edilecek bir şey de değil işin açıkçası. 

ADELET BU ÜLKEDE ÇAMURA GÖMÜLÜ’

Birinci duruşmada tüm tanıklar neler yaşadıklarını, polislerin nasıl kendilerine saldırdığını, akreplerin nasıl üzerlerine sürüldüğünü, ambulansın nasıl gelmediğini, yanındakinin nasıl parçalandığını, bedenleri nasıl kaldırdıklarını, baktıklarını… Ne bileyim işte! Bu anları yeniden yaşadı insanlar ama o dönem zoruma giden şeylerden biri; ben zaten adaletin bu ülkede yaşam bulacağını düşünmüyorum. Adalet bu ülkede çamura gömülü, çamurda debelendiğini düşünüyorum. 

MAHKEME SALONUNA GELEN IŞİD ÇETELERİ ELİNİ ENSESİNE ATMIŞ KUMSALDA GİBİ…’

Birçok duruşmaya gittim. Yani şöyle, IŞİD saldırganları, çeteleri mahkeme salonunda nasıl elini kolunu sallayarak geldiğini, arkasını dönüp hakaretler ettiğini asla unutamam. Sanki tatildelerdi. Çok rahat ailelere hakaret edebiliyor, çok rahat kendi aralarında konuşabiliyorlardı. Hakime çok rahat cevap veriyorlardı. Kendimden de biliyorum. Mahkeme salonuna getirildiğimde aileme dönüp selam dahi veremiyordum. Mahkeme salonlarında avukatlarımızla kaç kere kavga etti IŞİD çeteleri. Elini ensesine atmış, kumsalda gibi… 

TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK KATLİAMLARINDAN BİRİ, BİLİNİYORDU, GÖZ YUMULDU’

Bu katliamı gerçekleştirenler, bu katliamda parmakları olanlar, azmettiriciler çok rahatlar. Tüm bunları gördükten sonra yargılanacaklar da, ceza alacaklar da, adalet yerini bulur da. Bu geçen 5 yıl da hiç böyle bir beklentim olmadı. Devletin ailelere bakış açısı nerede, ailelere verdiği değer nerede? Türkiye’nin en büyük katliamı diyeceksin, bu katliamı yapanları bileceksin, bu katliamların yaşanmasına göz yumacaksın… Bunlar nasıl nereden geldiğini, bombaların nasıl kim tarafından ülkenin başkentine geldiğini, dönemin siyasilerinin açıklamaları… Buna benzer bir ton şey varken bu IŞİD’cilerin hiçbirine dokunulmuyor, sanık bile değil tanık olarak bile bir kısmı getirilmiyor… Bu 5 yıl içerisinde öyle adalete dair bir beklentimiz yok. 

YAŞADIĞIMIZ TEK HAKİKAT ACILARIMIZ

Diyarbakır’daki katliam, Suruç’taki katliam, Ankara katliamı bunlar bir zincir halkası. Bunun arkasında yatan siyasi güçlerin açığa çıkması ve bu IŞİD çeteleriyle birlikte yargılanması gerek. ‘Oylarımız arttı’ diyenler, cenazemize saldıranlar, stadyumda bizleri yuhalatanlar… Bunların gerçek ayağı açığa çıkması gerek. 5 yıl içerisinde yaşadığımız tek şey acılarımız. Onun dışında umut göremedik. 

KABUK BAĞLAYAN YARALARIMIZ YENİDEN KANATILIYOR

Bir ailemize 36 bin lira teklif ettiler. ‘Ben size vereyim 36 bin. Bunların hepsini bana verin ben adaleti sağlayayım’ demişti. İnsanlar yaşamlarını bir şeyler uğruna yitirdi. Hem yargı sistemi yürümüyor bu meselede hem de gerçekten ilginç ve komik şeyler yapıyorsunuz. Ailelerin kısmen de olsa kabuk bağlayan yaralarını yeniden kanatıyorsunuz bu yaptıklarınız şeylere. Adaletin yerini bulması için bu ülkede bir şeylerin değişmesi gerek.

Öne Çıkanlar