Acun Karadağ: Durumun vehametini kavrayan herkes birleşmeli

Acun Karadağ: Durumun vehametini kavrayan herkes birleşmeli
Bana kalırsa Kurtuluş Savaşı öncesi durum bundan daha iyi idi. Çünkü düşman askerinin girmediği birçok yer vardı. Şimdi ekonomik anlamda işgal edilmemiş tek bir toprak parçası kalmamış.

Yüksel direnişleriyle de tanıdığımız Karadağ, Türkiye’yi dünyada olup bitenlerden bağımsız düşünmemek gerektiğini ifade ediyor. Artı Gerçek’in çıkış yolu tartışmasına katılan Karadağ, durumun vahametini kavrayan herkesin hızla bir araya gelmesi gerektiğini söyledi.

"Doğru bir perspektif doğru analizi, doğru bir analiz de doğru bir tespiti sağlar. Doğru tespit ne işe yarar? Doğru teşhis koymamıza…Peki, doğru teşhis? Evet, bu da doğru bir tedaviyi sağlar. Eğer yanlış teşhis koyarsanız, yanlış tedavi uygularsınız. Hastanın ölmesine sebep olursunuz. En hafif ihtimalle hastalıktan acı çeke çeke sürünmesine… Biz Türkiye’nin ölmesini mi istiyoruz? Ya da her birimizin acı çekerek sürünmesini mi? Bu nedenle tespit yaparken doğru bir pencereden bakmalıyız.

Devasa emperyalist şirketlerin pazar aramasından, kar hırsıyla dünyayı kendi çıkarları için biçimlendirmesinden bağımsız düşünebilir miyiz? Para onlarda, güç onlarda… İstedikleri ülkede istedikleri algı operasyonunu yaparak dünyayı istedikleri gibi biçimlendiriyorlar. Ne bizim ülkemize ne de başka bir ülkeye tesadüfen gelmiyor iktidarlar? Bunlar için milyar dolarlar harcıyorlar. Çünkü trilyon dolarlar kazanıyorlar karşılığında. Bu pencereden bakmazsanız Türkiye’deki iktidarlara da iyi ya da kötü yönetim olarak bakarsınız. Yöneticiler iyi ya da kötü olmazlar. Yöneticiler kapitalizme hizmet ederler, ya da halka hizmet ederler. Burada anlaşalım! Türkiye’nin durumunu bunun üzerinden tahlil edersek;

1980 darbesine kadar bu ülke yarı sömürgeydi. Nazım ustanın "Vatan Haini" şiirinde dediği gibi; "Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet" Şimdilerde de bunu diyen vatan haini ilan ediliyor. Neden? Çünkü bu söylemler emperyalist şirketlerin ve onların seçtiği yöneticilerin algı oyunlarını bozuyor. Ama bunu söylemeden yapılan bir Türkiye tahlili içi boş, oyalayan, sistemin kırık dökük devamını sağlayan bir tahlil olur. Oysa vatanseverler ülkeleri için oyalanmaktan hoşlanmazlar. Ülkelerini ve mücadeleyi kaybetmek istemezler. Tam da buradan bakınca Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumu 80 darbesi sonrasını doğru değerlendirerek görebiliriz."

80 darbesinin yarı sömürge durumdan tam sömürge durumuna geçilmesi için yapıldığını söyleyen Karadağ, geçmişi bilmeyenin bugünü değerlendiremeyeceğini ifade ediyor,

"Bugün yapılanlara 80 öncesi kitleler izin verirler miydi? Tam bir Kuvayı Millîye hafızası ile eğitilmiş çocuklar, devrimci, ilerici öğretmenler, işçiler, aydınlar bugün yapılanlara sessiz kalır mıydı? Kalmazdı. İşte 80 darbesinin işkenceleri, tehditleri, katliamları sırf bu nedenle yapıldı. Sessiz kalan, konsensus öneren, görmezden gelen, aynı işkenceleri çocukları görmesin diye gençleri geriye geriye çeken bir sol yaratmak için… Neden böyle bir sol? Çünkü sol ilericidir, öncüdür, mücadelecidir. Sağ uzlaşan, anlaşan, peki efendim, evet efendim diyen otoriteyi kabullenendir.

Sağda sorun yoktur. Onlara rahatlıkla İstiklal Marşı söyletir, bayrağı eline verir biat ettirirsiniz. Oysa sol öyle midir? Hesap sorar, sorgular,
gerici hiçbir şeye evet demez(di). Di diyorum çünkü 80 sonrası genetiği bozulmuş bir sol türedi. Bunun birçok nedeni vardır. Ama bu nedenleri yaratan darbenin kendisi oldu. Düşünsenize çok ağır süreçlerden geçiyorsunuz. İşkenceler, açlık, işsizlik, korku… Cunta generalleri ‘sağ sol çatışmasını bitirdik’ diyor siz de buna inanıyorsunuz.

En azından inanmış görünüyorsunuz, çünkü cunta zalimlerinin eline düşmek istemiyorsunuz. Sonra Özal geliyor, IMF’den aldığı paraları her kesimden insana saçıyor. Gümrükleri açıyor, hayatta görmediğiniz birçok Avrupa malını mağazalara, marketlere sokuyor. Ülke kaynaklarını satıyor, satıyor, halkta bolluk bereket algısı yaratıyor. Oysa hepsi bu ülkenin ayağına takılan bir pranga karşılığında… Sonrası farklı değil. Devamı geliyor. Çiller, koalisyonlar… Darbe öncesinin aktörleri yine sahnede…

Demirel, Erbakan, Ecevit… Başbakanların yeni olduğu algısı yaratılsın diye adı duyulmamış Amerikancı tipler seçtiriliyor ama Özal’ın arkasında Evren, Çiller’in arkasında Demirel, Erdal İnönü’nün arkasında Ecevit, tabii ki Tayyip Erdoğan’ın arkasında Erbakan görevlerini ölene kadar ifşa ediyorlar gölge siyasetçiler olarak. Hepsi emperyalist şirketlerin karşısında hazır ol da duruyor.

Bu ülkede emperyalist şirketlerin yönlendirmediği bir iktidar gelirse bilin ki devrim olmuştur. Bu kadar da iddialı bu kadar da net söylüyorum. Çünkü başta söylediğim gibi milyon dolarlar harcayarak sömürüye dayalı sistemlerini parlatıyor, insanlara algı operasyonları yaptırıyor, sineması, interneti, kitapları dergileri, televizyonlarıyla kültür emperyalizmini işletiyor, ardından ekonomik işgale geçiyor, sonra sömürüyorlar. Buna karşı çıkacak olanları, terör, katliam, doğal afet, olmadı dibine kadar faşizmle yola getirmeye çalışıyorlar."

Bugünkü Türkiye’nin durumuna ilişkin, iktidarı muhalefetiyle emperyalist, sömürüye hizmet eden bir tavrın içinde olduğunu söyleyen Karadağ, halkın öncüsü-önderi olmayan bir çaresizlik içinde kıvrandığını ifade ediyor,

"Şimdi ben size ülkeyi yönetenler kötü yönetiyor dersem sizi tam emperyalist tekellerin oluşturmak istediği algının içine davet etmiş olurum. Oysa biliyoruz ki Avrupa ülkeleri, Amerikan ülkeleri dahil, başkanlar, başbakanlar hepsi birer araçtır ve sus payları ile sömürüye hizmet ederler.

İşçisi, köylüsü, memuru, öğrencisi, kadını, çocuğu kendince bir çıkış yolu arıyor. Ne devlete güveni kalmış ne liderlere… Korkutulmuş, sindirilmiş, hedef olmamak için kendini gizleyen bir yerde duaya, öte dünyaya sığınan bir duruma getirilmiş. Bir mafya liderinden medet
umar durumda, özgüvenini kaybetmiş, bir avuç direnişçinin, bir avuç aydının, kendini parçalayarak umut dağıtmaya çalıştığı, kurumları
bitmiş bir ülke...

Bana kalırsa Kurtuluş Savaşı öncesi durum bundan daha iyi idi. Çünkü düşman askerinin girmediği birçok il, köy, dağ, ova vardı. Şimdi bakıyorsunuz ekonomik anlamda işgal edilmemiş tek bir toprak parçası, kıyı, orman, şehir kalmamış.

Sömürülmeyen tek bir kurum yok. İş birliği yapmayan çok az kurum ve yapı var. Çocuklarımız geleceklerini göremediği bu ülkede yaşamak
bile istemiyor. Belki Suriye, Mısır, Irak, Libya gibi değiliz en azından diye şükredenler vardır. Fazla umutlanmasınlar böyle oyalanmaya,
algı operasyonlarının peşinden koşmaya, Muhalefet bizi kurtaracak demeye devam edersek, muhalefetin de oyununu bozmazsak o ülkelere
benzemememiz için bir neden yok!"

Çıkış yolunun, tüm muhalif kesimlerin bir araya gelmesiyle planlı programlı, halkın içinde halkla birlikte aranması gerektiğini söyleyen Karadağ, halkın içine karışmayan, halktan talimat almayan, halkla hemhal olmayan hiçbir hareketin çıkış yolu olmayacağını ifade ediyor:

"Bu durumda çıkış yolu sorusu çok iyi. Çünkü bu bataklıktan bir çıkış olmalı. Kimse bir Kurtuluş Savaşı gerekir dememize izin vermiyor. Muhalefete söylüyoruz ‘abartmayın seçimlerde gidecekler’ diyor. İktidara söylüyoruz ‘darbe mi yapacaksınız’ diyor. Yani biri ayıp
ediyorsunuz diyor diğeri hain ilan ediyor.

Gerçekten çaresizlik insanların umutlarını yitirmesine neden oluyor. Ben muhalefete ve bu iktidara rağmen sonsuz bir umut içindeyim.
Nereden alıyorsunuz bu umudu diyeceksiniz? Diyalektik düşünceden… Her şey değişir dönüşür. Hiçbir şey olduğu yerde kalmaz. Evet tabii ki
geriye doğru da değişebilir. Ülkemizde olduğu gibi... Ama geriye doğru değişim zor gerektirir. Ve bu zor sürgit devam edemez.

Değişim ileriye meyillidir. Lincoln diyor ya ‘bazı insanları her zaman kandırabilirsiniz, herkesi bazen kandırabilirsiniz ama herkesi her zaman kandıramazsınız’işte böyle bir gerçek var önümüzde. Ancak bir riski de var tabii bunun. ‘Her zaman kandırılamayacak herkes’ uyandığında kendiliğinden bir direniş, bir tepki, bir direnişe dönüşür. Tıpkı Gezi direnişinde olduğu gibi…"

Demokrasi ittifakının mümkün olduğunu söyleyen Karadağ, gerçekten vahametin farkında olan herkesin ittifak arayışına gireceğini ifade ediyor:

"Ama baştan söyleyeyim; partilerin ittifakı sömürüyü sonlandırmak değil, iktidarı değiştirmek ya da devam ettirmek üzerine kurgulanıyor. Çünkü bu ülke bağımsız değil. Kapitalistler dünya savaşlarından ders almışlar. Artık fiilen değil ekonomik işgal ediyorlar ülkeleri. Tüm kamu kurumlarımızın yabancı ortaklara satılmasının başka bir açıklaması olabilir mi? Ya da ben ülkemi pazarlamakla mükellefim sözünün…

Bu nedenle şöyle düşünelim bu ekonomik işgali tasarlayan tekeller iktidar partisini ayarlarken muhalefet partilerini boş bırakır mı? Onlara da müdahale etmez mi? İktidarlarla masaya otururken muhalefetle oturmaz mı? Çok açık ki ülkemizde parti liderlerinden emperyalist şirket temsilcileriyle görüşmeyen, davetlerine katılmayan yoktur. Bazı dernekler, vakıflar emperyalizmin gözünden kaçmış olabilir mi? Bu mümkün değil.

Her alanı kontrol etmek isteyeceklerdir. Her alanı besleyerek söylemlerinin taşıyıcısı yapacaklardır. E o zaman bu ittifak kimlerle kurulacak diyeceksiniz. Geniş halk kesimlerini bir araya getirecek, işçi ve emekçileri toparlayacak bir oluşuma ihtiyacımız var. Samimi bir toplantı, bir çalıştay herkesi bir araya getirebilir. Bunun için insanların geçmişine değil, bugün ne yaptıklarına bakmak yeterli bence.

Canı yanan, çocuklarını kaybetmiş adalet arayan ebeveynler, tacize tecavüze uğrayan adalet arayan kadınlar, işsizler, öğrenciler, öğretim
görevlileri, KHK’lılar, LGBTİ+ bireyler, köylüler, çiftçiler, küçük esnaf, engelliler, aydınlar, sanatçılar, gazeteciler, avukatlar tüm ezilenler, öteki ilan edilenler, bir araya gelemezler mi? Sınıf temelli bir çözüm için uzlaşamazlar mı? Bal gibi de uzlaşırlar.

Öyle bi bir araya geliş olmalı ki bu, herkes kaşesini, damgasını evinde bırakmalı. Marx’ın dediği gibi "olduğu yerde donup kalmış koşulları
kendi ezgileri eşliğinde dans etmeye zorlamalıyız." Buradaki donup kalmış koşullar nedir sizce? Adalet istiyoruz ama bunun koşulları dondurulmuş, işlemez hale getirilmiş değil midir? Adaletin ezgisi nedir mesela? Avukatlar, barolar "mahkemelerden çekiliyoruz" ezgisiyle koşulları dans ettiremezler mi?

Eğitimin koşulları donup kalmış değil midir? Eğitimin donup kalmış koşulları için öğretmenler öğrenciler okulla sınırlı kalmayıp, her yerde faaliyetleriyle, eğitimin koşullarını dans ettirmeli değil midir? Çalışma hayatının koşulları donup kalmış. İşçiler grevlerle koşulları dans ettirmeli değil midir? Çiftçilik yapamıyoruz, üretemiyoruz diyor köylüler. Çiftçilik yapmanın koşulları kredi borçlarıyla dondurulmadı mı?

Bu donmuş koşulları hareketlendirmek için ‘ödemiyoruz’ ezgisiyle çok güzel dans ettirilemez mi koşullar? Mecliste siyaset yapmanın koşulları donmuşsa, siyasetçiler "meclisten çekiliyoruz "ezgisi ile koşulları dans ettiremezler mi, iktidarın koşulları donduran baskısını boşa düşüremezler mi?

Bunların hepsi olmaz değil. Olur. Ama samimiyet ve siyasi uyanıklık gerektirir. Siyasi uyanıklık kurnazlık değildir. Olaylara politik bakmak ve neden sonuç ilişkisi kurarak katılımcıların gerçekten çözüm odaklı mı yoksa çıkar odaklı mı geldiklerini görebilmektir. Ben gerçekten provokasyon amaçlı katılanlar dışında ezilenlerin, acı çekenlerin bu toplantılarda samimiyetinin görülebileceğini düşünüyorum. Bu toplantılarda siyasi pazarlıklar içinde olanları, siyasetlerinin reklamını yapmaya gelenleri ayıklarsak çok güzel ittifaklar kurulacağını düşünüyorum.

Tek koşulumuz sınıfsal birliktelikler kurmak olmalıdır. Bir patronun ‘işçinin lehine karar almayacağı’ gerçeğini artık görmeli ve sınıfsal birliktelikler oluşturmalıyız. Antiemperyalist çizgide buluşmalı, kurtuluşumuzun burada olduğunu kabul etmeliyiz. Emperyalist kurumlardan bize hayır gelmeyeceğini anlamalıyız. Çok okumalı, çok araştırmalı, uluslararası gündemi takip etmeliyiz.

Mesela, Afgan mültecilerin ülkeye girişini bir kişinin tercihi gibi görmektense, Bıden görüşmesinin bir sonucu olarak değerlendirebilmeliyiz. Böylece mültecilere değil emperyalizmin oyunlarına ve buna izin verenlere öfkelenerek daha doğru bir tavır koymuş oluruz diye düşünüyorum.
Susmayalım. Ayıplayan olur, kınayan olur, eleştiren olur, dışlayan olur, küçümseyen, hatta alay eden olur. Özellikle tahrik eden olur, üstten üstten konuşan olur. Bilgiçlik taslayan olur, kıskanan olur, yalan söyleyen olur, saklayan, göstermeyen olur.

Bu toplantılarda her şey olur. Bunlar insani zaaflardır, düzelir. Bu kötü davranışlar olduğu gibi yanında olan olur, seven olur, saygı duyan olur, kucaklayan olur, anlayan olur, kardeş olur, yoldaş olur, dertleşen olur, paylaşan olur, üreten olur, iyi şeyler de olur. Hepsi insana dair… Ama ihanet olmaz, riya olmaz, muhbir olmaz, sahtekâr olmaz, katil olmaz, hırsız olmaz, tecavüzcü olmaz, patron olmaz, emperyalist yanlısı olmaz.

Bunlar olmazsa da her şey güzel olur. Tüm servetlerine rağmen, kolluk güçlerine rağmen halk olmadan onlar da bir şey yapamazlar. Bu nedenle bilelim ki güç bizdedir. Onlarsa kâğıttan kaplan… Hadi buluşalım…"

Öne Çıkanlar