Melda Onur: Türkiye, ister istemez yeni bir demokratik inşa dönemine gidiyor

Melda Onur: Türkiye, ister istemez yeni bir demokratik inşa dönemine gidiyor
Sol kendi omurgasını sabit tutup kollarını alabildiğince geniş bir çepere uzatmak zorunda. Bundan bir zarar gelmez. Muhtaç olduğumuz kudret vicdanımızdır.

Eski CHP Milletvekili Melda Onur, Artı Gerçek’in "Sol Türkiye’nin krizini ve çıkış yollarını tartışıyor" dizisine bir makaleyle katkıda bulundu. Önceliğin demokratik zemini yerine oturmak olduğunu vurgulayan Onur, "Muhtaç olduğumuz kudret vicdanımızdır" değerlendirmesi yaptı. Onur’un görüşleri şöyle:

Bu sürecin temel işlevi, Türkiye’nin altından bir süre önce tamamen çekilmiş olan demokratik zemini yeniden yerli yerine oturtmak olacak. Ama tabii bu, birbirinden çok farklı yerlerde duran muhalif bileşenlerin birlikteliğiyle gerçekleşecek. 

Gerçekleşebilir mi? Evet, ama ne kadar sürer bunu tahmin etmek imkansız, çünkü demokratik zeminde çoklu siyaset ve o çoklu siyasetin çarpan oranında çoklu taraftarlarının her biri kendi ideolojisi, inancı, yaşam tarzı ve her disiplin başlığında kendi isteklerini dayatacak. 

O nedenle eğer herkesimin birbirine tahammül ettiği bir dönemi sosyal devletin yeniden inşası için değerlendirebilirsek, bundan sonraki kavgalarımızı da hiç olmazsa demokratik bir zeminde yapabiliriz. Bu demokrasi ittifakı temel yaşam hakları konusunda bir prensip metni imzalamalı. 

Bu metin parlamenter sistem, güçler ayrılığı, sağlıklı bir çevrede yaşam hakkı, ifade özgürlüğü vb. temel ilkeleri ortaklaştırmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, elbette demokratik zemin çoğu kereler çok hırpalandı, darbe postallarıyla ezildi, ırkçılık ve nefretle aşındı ama en azından yargı, medya, içişleri gibi temel başlıklarda kurumsal geleneği devam ettirmek mümkün oldu.

Bugün ise bu zemin tamamen kaybedildi. Ama bu yeni durum belki de her şeyin sıfırdan yapılması, Cumhuriyet değerlerinin evrensel değerlerle buluşturulmasıyla, yepyeni ve duygusal ortaklığın var olacağı bir ülke kurmak için fırsat sağlamış olacak. 
Ben umutluyum.

Türkiye’de Sol üzerine çok fazla yargıda bulunacak bir sol kökenden gelmiyorum ve sol tedrisattan geçmedim ama gözlem olarak şunu söyleyebilirim: 

Sol, ya da kendisini sol tarafın yelpazesinin herhangi bir yerinde tanımlayanlar doğruları ve olması gerekenleri söylüyor ve ideal olanları savunuyor. Bunun aksini kimse savunamaz. 

Sağ diye tanımladığımız kesim ise, mevcut olanı ve oportünizmi tercih ediyor. 

O nedenle fikren çok doğru bulabileceğimiz projeler uygulamada fiili durumla buluşmayabiliyor. Ya da olması gereken olanla çelişebiliyor. İdeal olan oportünizm altında savunmasız kalabiliyor. Bu da solda ya da sol yelpazede faaliyette bulunmak isteyenlere umutsuzluk aşılayabiliyor.

Milletvekilliğimin 2015’te sona erişinin ardından yaşadığımız erken coşku, karşı mahallenin sinsi planlarını görüp, görmezden gelişimiz ve ardından ülkenin üzerine çöken kanlı süreç beni de "bu işin altından nasıl kalkacağız" çemberlerinin içine çekti. 

Orada gözlemlediğim solun fikren çok şey üretmesi ama ülke insanının, seçmenin, zaaflarına ve hayallerine çok fazla dokunamamasıydı. Dokunan gruplar yok muydu? Vardı elbet, zaten onlar kendi alanlarının boşluğunu doldurdular. Sol kesimin ürettiğini pratiğe dökecek bir uygulamacı ekibi güçlendirmeye ihtiyaç var. Yani var olandan çok daha fazlasına ihtiyaç var.

Öte yandan Sol olarak tanımlanan blokun referans aldığı ve hatta çoğunlukla biat ettiği tarihsel figürleri çeşitlendirerek, 21. Yüzyılın hassasiyetlerini emek sermaye çelişkisiyle harmanlamış yeni fikirleri tartışması, kendisini emek-sermaye sarmalı içerisinde görmeyen farklı kesimleri anlamak ve onlara hitap etmek açısından önemli. Kim bunlar? 

En başta Doğa. Bugün ekoloji hala sol mahallenin bir süsü olarak var. 

Sol bileşenler içerisinde Ekoloji platformları sanki "check list"te olması gereken bir "tick" gibi. Manifestolara yansıyan bir şıklık gibi sunuluyor. Sol hareketin "insan merkezliliği" aşıp "doğa merkezliliğine" tam gaz yol aldığını düşünmüyorum. Çünkü solun büyük ideologlarının bu konuda referansları zayıf.

Ekolojinin sokakta karşılığını olmadığını düşünebilirsiniz. Ama benim açımdan da "ekoloji" kelimesi bu metin içinde kalmalı. Sokakta adı farklı:

Kırıkkale’de tarlaları sulayan Kızılırmak’a takılan kelepçe, Sinop’ta hamsiyi bitirecek nükleer santral, Tortum’da yurt dışına bebek maması yapılmak üzere ihraç edilen elma bahçelerinin suyunu kesen HES, Bartın Tarlaağzı’nda tarlaları yok eden Termik Santral demek.

Solun Doğa kadar, Kadın, Çocuk, LGBTİ hakları alanlarını da emek – sermaye çatışması tezleri içerisine sokmayı yaygınlaştırması, basitleştirmesi ve sokağa, patikaya indirmesi gerek. Yani olduğundan daha fazla olması gerek. 

Ama bir otorite olmadığımı sadece gözlem olarak belirttiğimi de not düşeyim.

Şunu da özellikle belirtmek isterim.

AKP iktidarının en önemli beslenme kaynağı olan toplumu bölme stratejisi yıllardan beri ülkenin sosyolojik yapısını şekillendirdi. Sosyal medya her şey değilse bile bir şeydir ve orada okuduklarımız, savunulanlar toplumun aynası. Solun "uzlaşmaz tavrı" yönünde bir inanış var. Çünkü ülkedeki Sol algısı dar bir ideolojiye sıkışmışlık olarak ortaya çıkıyor. Ayrıca kullanılan dilin de soyutluğu toplumsal gerçeklikle kavuşamayabiliyor.

Sol kendi omurgasını sabit tutup kollarını alabildiğince geniş bir çepere uzatmak zorunda. Bundan bir zarar gelmez. 

Sadeleşmek gerekiyor, sadeleşmek, sokak kadar sade, su içmek, nefes almak kadar sade olmaktan bahsediyorum. 

"Devlet benim" diyen Rizeli Rabia teyze,
"Öyle mi Alay Komutanı" diyerek hak aramayı öğreten madenci,
"HES’lere Karadeniz direnince çevreci, biz direnince terörist oluyoruz" diyen Liceli vatandaş kadar sade olabilmek.

Muhtaç olduğumuz kudret vicdanımızdır.

Öne Çıkanlar