Metin Ayçiçek:  Solun 3’üncü Yol teorisi ölü toprağından sıyrılması için fırsattır

Metin Ayçiçek:  Solun 3’üncü Yol teorisi ölü toprağından sıyrılması için fırsattır
HDP ile aynı kare içinde yer almamaya özen gösteren CHP’nin dünkü ve bugünkü tavrı değişmeden CHP ile ittifak yapmak demokratik bir kazanım değil, sömürgeciliğin kazanımı olarak sonuçlanır.

Yazar ve aktivist Metin Ayçiçek de "Sol Türkiye’nin Geleceğini Tartışıyor" dosyasına bir makaleyle katkıda bulundu:

Öncelikle "Artı Gerçek"in "Sol Türkiye’nin Geleceğini Tartışıyor" yazı dizisi için gazetemizi kutluyorum. Bunu, bir an önce kazanılması gereken çok önemli bir ihtiyaç için, yani solun ittifaklarının gerçekleştirilebilmesi yönünde büyük bir girişim olarak tanımlıyorum. Biliyoruz ki sol belki de bütün tarihinde böylesi bir dağınıklık, böylesi bir yetmezlik yaşamamıştır.

Türkiye solunun bugünkü konumuyla Anadolu-Mezopotamya topraklarında ciddi bir etki yaratması mümkün olmayacaktır. Bunun birçok nedeni vardır elbette. Ama bunları dostluk-yoldaşlık saygınlığını gözeterek tartışmamız mutlak bir zorunluluktur. Bilim, sorgulamayla başlar. Bilimsel bir ideoloji olduğunu iddia ettiğimiz Marksizm’de de bilimsel sorgulama esastır.

Yaşamın her alanına ve kendimize yönelik getireceğimiz eleştiriler eğer bizi de acıtıyorsa, bunu başarı olarak kabul edip, kendimizi yenilemek zorundayız. Marksizm bir dogma olmadığına göre, Marksistlerin dogmatik davranmaları onları idealizmin bataklığına komik bir uyumsuzlukla çekerler.

Eleştirinin yaratıcı gücüyle ve ortaklaştığımız yanları öne çıkararak kurabileceğimiz her türden ittifak, bugünün yığılmış sorunlarına müdahale konusunda gücümüzü kat kat artıracak ve başarırsak, solu tekrar emekçi sınıflar ve halk kitleleri nezdinde güvenilir bir konuma çekebilecektir.

TÜRKİYE’DE YÖNETİM KRİZİ VAR

Bir süredir içerisine girdiği "yönetme krizini" bir türlü aşamayan çok parçalı ama tek başlı gibi görünen iktidarının içine girdiği bunalım çıplak gözle görülür hale geldi. Bunda sistemin en karanlık ilişkileri içerisinde yer alan Sedat Peker’in rolünün büyük olduğu söylense de, gerçek, Peker’in de içerisinde aktif olarak yer aldığı mevcut sömürgeci sistem artık kendi pisliğinin üzerini bile örtememesi halidir.

Çürümüşlük öylesine derindir ki, bu sistem içerisinde yer alan hiçbir "reform" girişiminin istenen sonucu veremeyeceği kesindir. Üzerine ölü toprağı dökülmüş olduğunu söylediğimiz sistem içi muhalefet cephesinin asli görevi de, bu sömürgeci cumhuriyetin bekasının korunması istemiyle biçimlenmiştir.

Bu nedenle, muhalefetin ideolojik-politik ve örgütsel yapısı da, sömürgeci sistem için oluşturulan "tek devlet, yani, bu devleti elinde tutan egemen sınıf" lehine düzenlenmiştir. Bu hedefin gerçekleştirilmesi için "milletin", dilin, dinin (mezhebin) tekliği hedefinin zor kullanılarak da olsa gerçekleştirilmesine yönelik düzenlenmiştir.

Birçok halkla birlikte üzerinde yaşadığımız Anadolu Mezopotamya topraklarının çeşitlilik gösteren bu çoklu halklar bileşimine aykırı olarak, ırkçılık boyutunda daraltılarak idari yapının düzenlenmeye çalışılması, demokratik haklardan ve çoğulcu demokrasiden uzak yapısal özellikleri ve sömürgeciliğin sürdürülmesinin kaçınılmaz zorunluluğu olan militarist ideolojik ve örgütsel dayanaklarıyla bu Cumhuriyet’in özgürlükçü çoğulcu demokrasilere az da olsa benzemesi mümkün değildir.

TEKÇİ POLİTİKANIN İFLASI

Bu nedenle sadece Osmanlı tarihini değil ama daha çok Cumhuriyet tarihinin, bu coğrafyadaki "Türk" olmayan bütün halklara ve Sünni-Hanefi olmayan bütün inançlara karşı ideolojik, politik, askeri bütün alanlarda toplu savaş açıldığı, soykırımlar ve büyük katliamlar yaşatıldığı tartışılmaz bir gerçekliktir.

Cumhuriyet tarihinin bütününde sürdürülen bu devlet politikası, kitleler nezdinde iyice deşifre olduğu için, devlet politikalarının yeni araçlarla sürdürülmesi zorunluluk haline geldi. AKP iktidarı, Türkiye Cumhuriyeti devletinin, anlatılan gereksiniminin inşasından başka bir şey değildir.

"Öteki" halklara karşı 90’lı yılların başlarından itibaren sürdürülen ve AKP tarafından yeni devlet sistemi haline getirilerek 2015’lerde Erdoğan tarafından "yönetim biçimi değişmiştir; yeni parlamentonun görevi, bu yeni sistemin yasal alt yapısını oluşturmak olmalıdır" diyerek artık "yeni devlet biçiminin resmi kuruluşunun fiilen uygulamaya sokulacağı ilan edildi.

Güçlendirilmiş Cumhurbaşkanlığı Sistemi’yle resmileştirilen bu yeni devlet sisteminin kurucusunun AKP ve devlet bürokrasisi olmakla birlikte, ülkenin ana muhalefet partisi CHP’nin de ona bu kuruluşun her kritik adımında açık destek sunması ise, "sistem egemenlerinin" kutsal ittifakının zorunlu sonucu idi.

SOL, AKP’NİN YÜKSELİŞİNİ GÖREMEDİ

Türkiye sosyalist hareketinin AKP’nin söz konusu gelişimi önceden fark ederek engellemeye çalıştığı söylenemez. Tersine, 12 Mart ve 12 Eylül öncesinden yaşadığı travma ve sorunları aşamayan; Türkiye realitesini görüp onu yönlendirebilecek programlar üretemeyen; ve devlete karşı özellikle başta işçi sınıfı olmak üzere bütün emekçi sınıflar içerisinde kitlelere yönelik mücadeleleri örgütleyebilmek yerine, büyük bir yanılgıya girerek kendi iktidar alanları olarak kabul ettikleri daracık mahfillerde at koşturmaya kalkıp sıkça birbirine çarpmaktan öte bir varlık gösteremediler.

İşçi-emekçi sınıflarla buluşamamış, küçük-burjuva aydın yarı-aydın kitlelerden ibaret olan bu grupların milliyetçilikle (özellikle Kemalizm’le) ilişkilerini kesememeleri nedeniyle, "enternasyonalizm" iddiası yaşamda gerçek anlamına ulaştırılamamış ve uzun yıllar Kürt halkının ve Kürt özgürlük hareketinin varlığının reddi cephesinde kalmalarına neden olmuştur.

Unutmamak gerekir ki, AKP iktidarının devletin bütün kurumlarını ele geçirmesi hedefi, aslında, emperyalizmin Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’nin de bir parçası idi.

3’ÜNCÜ YOL TEZİ BÜYÜK BİR FIRSAT

HDP ve HDK’nin sunduğu 3. Yol tezi benim de bir ön tanımlama ile kabullendiğim bir tezdir: Komünistler açısından, toplumun temel iki sınıfı arasındaki uzlaşmaz çelişkisinin çözümü, kaçınılmaz olarak bu iki temelin ifadesi olan işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki çelişkinin işçi sınıfı lehine çözümüyle sonlanacaktır.

3’üncü Yolun üstlenmesi gereken alt başlıklar da "ulusal sorunun çözümü, varsa feodalitenin tasfiyesi ve kendini ifade etme ve örgütlenme özgürlükleri başta olmak üzere demokrasinin geliştirilmesi" vb. olarak saptanır.

Hem sosyalist solun yeniden üzerine dökülen ölü toprağından sıyrılarak daha canlı bir konuma gelmelidir. Bunun en değerli fırsatlarından birisi, bugün, 3’üncü Yol teorisidir.

Solun ittifakı geçmişten beri ciddi sorunlarla sergilenen bir başarısızlıklar sürecidir. İttifak anlayışı kimilerinde muhataplarının biatına kadar dayatılırken, esas olarak gücü artırmaktan öteye bir anlam taşımamaktadır.

Oysa "aklın yolu birdir" faşist anlayışının esareti altında kalmadan, aklın değişik yollarının var olabileceğini, bunların ancak pratik süreçlerle denenebileceğini, bu nedenle ittifakların, ötekini teslim almayı da içinden bir hedef olarak yaşatan, sadece gücün niceliğini artırmaya yönelik bir birliktelik değil, ötekiyle eylemde birliğin yaratacağı yoldaşlık duygularıyla karşılıklı anlamaya, öğrenmeye ve niteliksel dönüşümlerle gelişmeye yönelik bir ortaklık olduğu bilinciyle yola çıkmak gerekir.

CHP İLE DE İTTİFAK OLABİLİR

Solun dışındaki güçlerle de ittifaklar mümkündür. Örneğin, yukarıda ana muhalefete yönelik yaptığım eleştirilerden yola çıkarak, onlarla ittifakı başından yadsıdığım gibi bir anlam üretmemek gerekir. Demokrasisi olmayan bu cumhuriyetin kurucusu olan CHP, sömürgeci bir sistem partisidir ama onlarla da demokratik haklar kapsamında elbette ittifaklar kurulabilir. Ama İstanbul Yerel Seçimlerinde olduğu gibi, (bir ittifak olmayan) hibe karşılığı destekler dahi olamaz.

Karşılığı olmayan bu tür destekler sömürgeciliği geliştirmekten başka bir sonuç üretemez. Bu nedenle HDP gibi partiler, sistem partileriyle seçim ittifaklarını, açık kimlikleriyle, görüşme içeriğini kamuoyuyla paylaşarak, saptanmış ilkeler çerçevesinde kalarak, tanımlanmış karşılıklı "çıkarlar" üzerine elbette ittifaklar yapabilirler.

Sömürgeciliğe hiç dokunmadan ittifak yapmak ya da destek vermek onca bedel verilerek bugüne getirilmiş bir mirasın mirasyedisi olarak anılmaya neden olur ki bu tanım haklıdır. Kurtuluş Hareketi, geçmişte yaptığı en büyük ittifakını sadece ana ilkelerden anti-şovenizm / anti-sömürgecilik ilkesini ittifak dostlarına kabul ettiremediği için ittifak dışı kalmayı yeğlemişti. Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin hayli önemli mevziler kazandığı günümüzde, tutarlı demokrat olabilmenin asgari ilkeleri içerisinde yer alan bu tür ilkeler her zamankinden çok daha önemlidir.

Yani, HDP ile aynı fotoğraf karesi içerisinde yer almamaya büyük özen gösteren CHP’nin dünkü ve bugünkü tavrı değişmeden CHP ile ittifak yapmak demokratik bir kazanım değil, sömürgeciliğin kazanımı olarak sonuçlanır. Bizim, iki kötü arasında seçim yapmak gibi bir zorunluluğumuz asla olamaz.

 

Öne Çıkanlar