Veysi Sarısözen: Erdoğan ve ortakları istifaya zorlanmalı!

Veysi Sarısözen: Erdoğan ve ortakları istifaya zorlanmalı!
'Henüz ittifaka yanaşmayan sol güçlerin meselesi ‘Kemalizmin etkilerinden’ kurtulamayışıdır. Onlar CHP’nin ittifaka yanaşmasını bekleme durumundalar.'

ARTI GERÇEK - Türkiye tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşıyor. Demokrasi askıya, hukuk devleti ayaklar altına alınmış durumda. Tüm kesimler artık yolun sonuna geldiğinde hemfikir. Ancak bu tünelden nasıl çıkılacak sorusu tüm yakıcılığıyla cevap bekliyor.

Artı Gerçek olarak krizin analizi ve çözüm yolları konusunda Türkiye Sol Siyasi Hareketi’nin önde gelen isimlerine, kanaat önderlerine hem içinde bulunan durumu değerlendirmeleri, hem de çözüm yolu konusundaki görüşlerini sorduk. Yazar, siyasetçi ve düşün adamı kimliklerini taşıyan Veysi Sarısözen, Artı Gerçek’e yaptığı değerlendirmede önceliğin Erdoğan’dan kurtulmak olduğunu vurguladı. Sarısözen "demokrasi ittifakı" ve "Üçüncü Yol" seçeneği nasıl hayata geçer konusunda da fikirlerini ifade etti:

Türkiye’nin en büyük sorununu iki ayrı düzlemde ele almak gerekir.

"Stratejik açıdan Türkiye’nin en büyük sorunu Kürt sorunudur. Bunu anlamak için bu sorun nedeniyle yaklaşık kırk yıldan beri savaşın sürdüğünü ve giderek savaşın Rojava’ya ve Başura sıçramış olduğunu söylemek yeterlidir. Bir ülkede kırk yıldır savaş sürüyorsa, bunun sonucu da şimdi karşı karşıya olduğumuz tüm sorunların çözümsüz kalmasıdır.

Kürt sorunu çözülmeden ne dış politikada ortaya çıkan krizler, ne Türkiye’ye yönelik dış müdahaleler, ne Kıbrıs sorunu, ne ekonomideki istikrarsızlık ve çöküntü, ne yoksulluk ve pahalılık, ne pandeminin önüne geçmek, ne orman yangınlarının ve sellerin önlenmesi ne muhtemel depremlere karşı çare, ne mülteci sorununa insani ve sosyal çözüm, ne ırkçı saldırılar ve bunun yarattığı etnik iç savaş tehlikesi, ne kadınlara karşı şiddet ve erkek egemenliğinin son bulması, ne çeteleşme ve mafyalaşma, ne yolsuzluk ve mala çökme, ne siyasi istikrar ve demokrasi sorunu, ne darbe "mekaniği", velhasıl hiçbir sorun kökten çözülemez.

O nedenle Kürt sorunu yalnız Kürt halkının sorunu değil, tüm Türkiye halklarının en önemli stratejik sorunudur. Bunu kanıtlamak için tek bir örnek yeter: PKK lideri Abdullah Öcalan’ın önderliğinde yaşadığımız ‘çözüm süreci’ yıllarında Türkiye’de kişi başına düşen gelir 12 bin doları aşmışken,’çözüm sürecinin’ sona ermesiyle birlikte bugün 4 bin dolar gerileyerek 8 bin dolara düşmüş, Türkiye "çözüm süreci" esnasında AB üyeliğinin eşiğine gelmişken, şimdi yeniden izole bir Ortadoğu ülkesi haline gelmiştir.

O halde "çözüm sürecinin" yarattığı nimetler bağlamında bu sürecin yaratıcısı Öcalan üzerinde tecriti kırmak ve onu özgürleştirmek, stratejik Kürt sorununu çözmenin de ilk ve en önemli adımıdır.

Stratejik açıdan durum budur.

Taktik açıdan ise en büyük sorun Erdoğan rejimidir. Kürt sorununu çözmenin önündeki en büyük engel Erdoğan-Bahçeli-Akar, Fidan, Soylu rejimidir. Böyle olunca Kürt sorunundaki çözümsüğün sonucu akut karakter kazanan ekonomik, sosyal, kültürel,, cinsel, politik ve dış politik sorunlar da çözülemez.

Bu durumda Erdoğan rejimine son vermek için çok geniş bir demokratik cephe kurmak, ilk ve en önemli taktik adımdır. Böyle bir cepheyi kurmak için ortak platform Türkiye’nin tüm sorunlarını çözmeye dönük ‘stratejik programlarda’ anlaşmak değildir. Bu zaten mümkün de olmaz. Taktik açıdan cephe maksimalist değil, minimalist yaklaşım gerektirir. Tüm demokrasi güçlerini birleştirecek taktik hedef "Erdoğan rejimine son vermektir."

II.

Bugünkü aşamada bu rejime ne Türkiye halklarının ‘ayaklanması’ ile son vermek, ülke çapında devrimci durum oluşmadıkça mümkündür, ne ‘Erdoğan’ın yapacağı bir seçimle’ amaca ulaşmak gerçekleşebilir, ne de ‘darbelere’ ya da ‘dış müdahaleye’ bel bağlamak doğru olur.

Çözüm bu aşamada,  kitlesel protestolarla Erdoğan’ı, Akar’ı, Fidan’ı, Soylu’yu ve tüm bakanları ‘istifaya’ zorlamaktır. Bu zorlama süreci başlamıştır. Düne kadar tek bir kişi bile ‘Erdoğan istifa’ diyemezken, şimdi internette yüzbinler "istifa" demektedir.

Erdoğan ve ortakları istifaya zorlanmalı, TBMM’de tüm partilerin katılımıyla ‘geçici bir hükümet’ kurulmalı, bu hükümet Türkiye’yi ‘erken seçime’ hazırlamalı. Seçim güvenliği için bir Anayasa değişikliği ile Yüksek Seçim Kurulu lağvedilip, yeniden kurulmalı, AKP ve çeteleri silahtan arındırılmalı ve bu olmuyorsa demokratik seçim kitlesi "öz savunma" imkanına kavuşturulmalı.

Bu taktik başarıya ulaşabilirse, elbette stratejik sorun da, ona bağlı diğer temel sorunlar da kendiliğinden çözülmeyecektir, ancak Kürt sorununda çöözümün ve bütün sorunları çözmenin yolu açılacaktır. Bu yolda adım atmak ve başarmak demokratik güçlerin örgütlülüğüne, ittifakına, ve mücadele gücüne, her şeyden önce halkın HDP etrafında birleşmesine bağlıdır.

Ama eğer Erdoğan kliği istifaya direnirse, bu durumda CHP ve İyi Parti’nin tabanını, kendi partilerini TBMM’den çekilsin diye zorlamaya çağırmalı, bu kitleler içinde çalışmalıyız. Bir başka ifadeyle, bu taktiğin bir diğer amacı, "anti faşist demokratik devrim" imkanının, muhtemel bir ‘AKP, MHP, CHP ve İyi Parti milli koalisyonuyla’ çalınmasını önlemek, eğer harekete geçmezlerse CHP ve diğer sistem partilerini kendi tabanlarından tecrit ederek, demokratik ittifakı ‘aşağıdan yukarıya’ kurmaktır.

Ancak, burada Türkiye’yi ‘bir bütünmüş’ gibi görmek yanlış olur. Türkiye Fırat’ın iki yakasından oluşuyor. Bu iki yakada sosyal, politik, ekonomik ve kültürel durum farklıdır. Durum ‘iki farklı devlet’ arasındaki fark gibidir. Merkezi devlet bu iki yakaya hakimdir.

Kürt özgürlük hareketi hem Kürt coğrafyasını özgürleştirme mücadelesinde hem de faşizan rejime son verme mücadelesinde öncü rol oynamaktadır. Bu açıdan bakıldığında ‘kimlik siyasetini bırakın’ yolundaki itirazların demokrasi mücadelesine de, ‘sınıf eksenli’ mücadeleye de ne kadar zarar verdiği ortadadır.

III.

Eğer Türkiye solu, stratejik hedefin Kürt sorununu çözmek ve taktik hedefin bu amaçla Erdoğan rejimine son vermek olduğunu kavrarsa, demokrasi güçlerinin temelini oluşturacak olan Türkiye soluyla, Kürt özgürlük hareketi arasında güçlü bir ittifak kurmanın önünde hiçbir engel kalmaz. Daha şimdiden pek çok sol, sosyalist ve komünist hareket Kürt özgürlük hareketiyle ittifak içinde yer almıştır. HDP’nin bileşenlerine bakmak yeterlidir.

Türkiye solu denince, ben bu kategoriye CHP’yi dahil etmiyorum. Elbette CHP saflarında sol eğilimli güçler de vardır Ancak bu parti ‘sol’ bir parti değildir. Buna karşılık, gerçek sol güçlerin, en az onlar kadar ‘sol’da yer alan Kürt özgürlük hareketiyle ittifakı, yalnız CHP’nin değil, çok daha geniş güçlerin ‘demokrasi ittifakında’ yer alması bakımından çok önemlidir. Bu ittifak, Türkiye’de ‘kollektif sol öncülüğü’ sağlayabilir ve rejime karşı olan en geniş güçlerin ‘taktik’ ittifakını gerçekleştirebilir.

Henüz ittifaka yanaşmayan sol güçlerin meselesi ‘Kemalizmin etkilerinden’ kurtulamayışıdır. Onlar CHP’nin ittifaka yanaşmasını bekleme durumundalar. Oysa CHP’nin bile ittifaka yanaşması sol güçlerin adımlarına bağlıdır. Aynı zamanda ‘ulusalcı etkiler’ onları faşizme karşı ‘en geniş cepheyi’ kurma pratiğinden de uzaklaştırıyor.

Oysa şu anda CHP’yle ve İyi Parti’yle kıyaslandığında Deva ve Gelecek Partisi’nin, Saadet Partisi’nin ve hatta vaktiyle KCK soykırımında rol oynamış Cemaat tabanının ve sözcülerinin geniş kesimleri ‘faşizme son verme’ hedefinde Kürt halkına geçmişte görülmeyen bir şekilde yakınlaşmaktadır. 

Stratejik sorunun Kürt sorunu olduğunu ve taktik hedefin de faşizme son vermek olduğunu bir kere kavradıktan sonra, Türk solunda varolan sekterlikten, rejime karşı olan en geniş kesimleri, ‘bu dincidir’, ‘bu liberaldir’, ‘bu batıcıdır’, ‘bu FETÖ’cüdür’ gibi yaklaşımlardan kurtulmak ve ‘sol komünist çocukluk hastalığına son vermek’ mümkün olacaktır.

Kendine güvenen devrimci güçler, vaktiyle Lenin’in ve günümüzde Apo’nun ittifak sorununa yaklaşımını bir kere daha öğrenmelidir. Onlar ‘ne kadar ikircimli ve güvenilmez olursa olsun, en geniş güçlerle’ taktik hedeflerine işte bu esnek ve devrimci yaklaşımla yürümüşlerdir."

 

Öne Çıkanlar