'Acıklı Güldürü'yü okuyanlar, kuşağımın atlattığı badireleri görecek

'Acıklı Güldürü'yü okuyanlar, kuşağımın atlattığı badireleri görecek
Yazar Vecdi Çıracıoğlu, aktör Metin Belgin ile tiyatro yaşamındaki anılarını anlattığı yeni Kitabı 'Acıklı Güldürü'yü konuştu.

Vecdi ÇIRACIOĞLU-Söyleşi


Sen de benim gibi çocukluğunu Bursa’da yaşamışsın, tiyatroyla buluştuğun, sahne tozunu yuttuğun zamanlardan söze başlayalım.

Evet, Bursa’da doğdum, kentte Devlet Tiyatrosu olması çok önemliydi, çocuk oyunları izleyerek büyüdüm. İlkokulda arkadaşlarımla oyunlar yazıp oynadık. Gerçek sahne tozunu 14 yaşında Halkevleri zamanından kalma Oda Tiyatrosu’nda yuttuğumu söyleyebilirim. Turgut Özakman’ın “Ocak” oyunuyla 75 temsil yaptığımızı hatırlıyorum. Sonrasında Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nda hem kurslara katıldım, hem de ustalarla sahneye çıktım. Artık tiyatroyu meslek olarak seçmeye kararlıydım. Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nde eğitimimi tamamladıktan sonra, 1977 yılında Bursa Devlet Tiyatrosu kadrosuna katıldım. 1979’da İstanbul’a tayin oldum, tiyatronun yanı sıra; sinema, televizyon ve seslendirme piyasasında çalıştım. İlk kitabım “Renkli-Türkçe Sine’masal” işte bu yolculuğun anılarından oluştu.

“Renkli-Türkçe Sine’masal”dan yaklaşık bir buçuk yıl sonra tiyatro anılarını topladığın “Acıklı Güldürü” kitabında yazım süreci nasıl gelişti?

Bizi eve kapatan salgın sayesinde... Arşivimi karıştırdım, fotoğraflar, broşürler, dergiler arasında geçmişimle yüzleşmeye kalkıştım, bu kez sadece tiyatroda yaşadıklarımı yazmaya karar verdim. Sahneye ilk adımdan başlayarak, emekli olana kadar 50 yıllık sahne hayatımdan kesitleri gözümde yeniden canlandırdım. İlk kitaptaki gibi modern meddah olarak, yazı dili yerine konuşma dilini “Acıklı Güldürü”de sürdürdüm. Aslında okuyucunun benim duygularımla, beni okumasını; benimle birlikte gülmesini, kızmasını, hüzünlenmesini ya da sorgulamasını amaçladım. İçten, yalın, zorlamasız bir dil oluşturma derdindeydim, öncekinde bunu deneyimledim, olumlu tepkiler aldığım için benim anlatımım da böyle gelişti.

Geçmiş dönemdeki usta oyunculardan ve onlarla birlikte oynadığın oyunlardan heyecanla söz ediyorsun. Tiyatroda geçmiş dönemle bugün arasında sence ne fark var?

Benim için en önemli fark, tiyatronun olmazsa olmazı, usta-çırak ilişkisinin ortadan kalkması. Tiyatro sabır, disiplin, özveri gerektiren bir meslek… Uzun provalar, rolü çıkarma sancıları, diğer oyuncularla uyumlu çalışma ve seyircinin karşısında yeniden yaratma becerisi… Gençlerin sabırsız, aceleci, her şeyi kolay elde etme davranışı içinde olduklarını gözlemliyorum. “Acıklı Güldürü”yü okuyanların benim kuşağımın nasıl zor koşullardan geçtiğini, ne badireler atlattığını göreceklerini umuyorum. Elbette, tiyatronun çağımızın sorunlarını sahneye taşımasından, tartışmasından, modern anlatım diline ulaşmasından yanayım. Tiyatroda oyuncu ve seyircinin birlikte soluk alarak, teknoloji tutsaklığından bir nebze olsun kurtulacağına inanıyorum.

Devlet Tiyatrosu’nda oyuncu ve yönetmen olarak yaşadıkların neredeyse kitabın bütününü kapsıyor. Oyunlar, turneler, bölgelerde görevler, kendi deyiminle “tiyatroyu yaşamının öznesi” haline getirmişsin. Eleştirilerin de olmuş, övgülerin de… Uzun yıllar DT çalışanı olmak senin için nasıl bir duygu?

1949’da kurulan, yani 73 yıllık Devlet Tiyatrosu’nda yaş sınırından emekli oluncaya kadar 45 yıl çalıştım. Ülkenin tiyatrosu adına büyük umutlar taşıyarak yapıya dahil oldum, ama hayal kırıklıkları yaşamadım değil… Her zaman “devlet tiyatrosu mu, hükümet tiyatrosu mu?” tartışması yapılır; üstelik bu “devletin tiyatrosu olmaz!” aşamasına kadar alevlenir. Ülke nüfusunun yüzde yetmişi hiç tiyatro izlememişken, ben her defasında ödenekli tiyatroların varlığından yana tavır aldım. Ama kuruluş yasası yenilenmeyen, özerk bir yapıya kavuşmayan kurumların kaderidir bu, yöneticiler koltuk uğruna verdikleri tavizler sonucunda bağlı bulundukları bürokratlara teslim olur. Devlet Tiyatrosu için de böyle oldu. Geçmişe dönüp baktığımda, erk savaşlarının DT’yi bu noktaya taşıdığını düşünüyorum. Bizde özeleştiri kültürü olmadığı için atılan yanlış adımların nereye vardığı hep gözardı edilir, herkes suçu başkasında arar. Bilindiği gibi, Devlet Tiyatrosu için önce özelleştirme çalışması yapıldı, dekorların, kostümlerin, oyuncuların dışında mal varlığı olmadığı anlaşılınca vazgeçildi. Sonra başka yasa taslakları hazırlandı, onlar da hayata geçirilmedi, şimdi de kararnamelerle eli kolu bağlanmış olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın emrinde…

Acıklı Güldürü, Metin Belgin'in tiyatro anılarından oluşuyor.

Kitapta uzun uzun anlattığın 30 yıldır oynadığın Patrick Süskind’in tek kişilik oyunu “Kontrabas” önce repertuardan kaldırıldı, yeniden kondu, sonra yine kaldırıldı, neler oldu peki?

Maalesef böyle ilginç bir serüven yaşadım. Önce yaş sınırından emekli olduğum için oyun kaldırıldı. 65 yaş üstünün ‘Konuk Oyuncu’ olarak sahneye çıkması yasaklanmıştı, bu durumun pandemi süreci nedeniyle yapıldığı açıklandı. Oysa karar daha önce uygulanmaya başlamıştı. Kontrabas’ın sahneden kaldırılmasıyla birlikte basında ve sosyal medyada tepkiler oluştu. Bakanlık geri adım atarak 1 Mayıs 2022’den itibaren yasağı kaldırdı. Ben de konuk oyuncu olarak sahneye dönmenin heyecanını yaşadım, çünkü orası benim sanat yuvamdı. Ancak yeni sözleşmeyi imzaladığımda vaziyetin farkına vardım, emeklilerin konumu ‘saatli figüran’ statüsüne dönüştürülmüş! Bunu DT’ye yıllarını vermiş oyuncuları değersizleştirme politikası olarak algıladığım için seyircinin yoğun ilgisine rağmen “Kontrabas” oyununa son verdim.

Nâzım Hikmet’in ‘Kurtuluş Savaşı Destanı’nı ya da bilinen adıyla ‘Kuvayi Milliye’sini 2002 yılında farklı bir biçimde sahneye taşımışsın, kitapta anlattıklarının dışında neler söylemek istersin?

Nâzım Hikmet benim yaşamımda hep kilometre taşı olmuştur. Şair’in yüzüncü doğum yıldönümünde İzmir DT’de Destan’ı sahneye koyarken bazı bölümlerinin anlaşılmadığı kanısındaydım. O nedenle, Bursa Hapishanesi atmosferini kurdum, bölüm aralarına Orhan Kemal, İbrahim Balaban ve Piraye Hanım gibi gerçek kişileri katarak sahneler yazdım. Kuvayi Milliye’nin daha net algılanmasını sağlamaya çalıştım. Kitaptaki bölüme de okuyucuyu bilinçlendirmek adına yazdığım sahnelerden örnekler ekledim. Yaratma süreci benim için çok önemliydi, böylece Nâzım Hikmet’in yaşamına da dokundum. Bu dokunuş beni, 2007 yılında ilk sinema filmi olarak çekilen “Mavi Gözlü Dev-Nâzım Hikmet”in senaryosunu yazmaya yönlendirmiş oldu.

“Acıklı Güldürü”de önceki kitabında olduğu gibi yaşadıklarını ironi yaparak anlatıyorsun, bazı kişilerden övgüyle söz ederken, bazılarının adını anmaktan kaçındığın izlenimi edindim, bunun nedenini öğrenebilir miyim?

Öncelikle polemik yaratmak istemiyorum, sadece kitap aracılığıyla tiyatro tarihine kişisel notlarımı ekliyorum. Yaşadıklarımı kendi bakış açımdan, kendi duruşumdan yola çıkarak, dediğin gibi ironi yaparak, mizahi bir dille anlattım. Doğruları ve yanlışları da kişiler üzerinden değil, sosyolojik davranışlar üzerinden sorgulamak istedim. Üstelik aramızdan ayrılanlar yanıt hakkını kullanamayacağı için, etik değil diye düşünüyorum.

Belgin DT'deki görevinin yanında seslendirme sanatçılığı da yapıyor.

Kitabın sonuna yönettiğin oyunların künyelerini ve broşür yazılarını eklemişsin. Böylece kişisel anılarını belgesel bir boyuta taşımışsın, amacın bu muydu?

Evet, fotoğrafları ve oyun afişlerini anıların arasına serpiştirdim, kitap bittiğinde bir eksiklik hissettim. Önce çalıştığım oyunların kadrolarını ekledim, sonra broşür yazılarını tekrar okudum, kendi yazdıklarımın dışında yazarların görüşleri de önemliydi. Özellikle yönettiğim “Hadi Öldürsene Canikom” için Aziz Nesin’in broşüre yazdıkları… Ödenekli tiyatrolarla yazar olarak mücadelesini arşivinden belgelerle göz önüne seriyordu Aziz Nesin… O yazısından kısa bir süre sonra aramızdan ayrıldığı için başka yerde yayınladı mı bilmiyorum. Ataol Behramoğlu, Tomris Uyar ve Cem İdiz’in broşür yazıları da benim için değerliydi, hepsinin yer alması senin de belirttiğin gibi “Acıklı Güldürü”yü fotoğraflarla birlikte belgesel bir boyuta taşıdı. Ama kitabı yalnızca tiyatrocuların değil, seyircilerin de okumasını arzu ediyorum.

Öne Çıkanlar