Aşırı sağ neden ve nasıl yükseliyor?: Anavatanda Nefret

Aşırı sağ neden ve nasıl yükseliyor?: Anavatanda Nefret
Türkiye’de ana akımlaşan aşırı sağ söylemlerin bugün tüm dünyada yaşanan büyük bir radikalleşme krizinin sureti olduğunu görmek mümkün. Anavatanda Nefret, işte bu ilişkiyi kurabilmek için önümüze serilen örneklerle dolu, çok "zamanında" bir kaynak.

Mahmut ÇINAR


Artı Gerçek - “Yalnız ve güzel ülke” tanımı, içerdiği “tatlı milliyetçilik”e, belki hafif bir melankoliye ve tabii ulusal romantizme rağmen Türkiye gibi her bağlamda küresel rüzgârlara çok açık ve bu rüzgârlarla hızlı dönüşen bir ülkeyi tarif etmek için kullanılabilecek en yanlış ifadelerden biri olabilir.

Tarihsel olarak dünyanın farklı yerlerindeki, hele son birkaç yüz yıldır Batı’daki neredeyse tüm siyasi dalgalanmalardan kâh hemen kâh bir süre sonra etkilenen bir toplumun “yalnızlığı” kurgusu, kendince bir özgünlük, bir kendine haslık barındırdığı için hoşa gidiyor zannederim. Ancak kendi yağında ve kendi koşullarında kavrulan bir ülkeden ziyade küresel gidişatı yakinen takip eden bir ülke Türkiye.

Bunun tarihsel örneklerine şimdi burada ayrıntılı bir biçimde girmek bizi yazının konusundan uzaklaştırma riski taşıyor ancak geniş ve genel bir örnek olarak yalnızca son 50 yıla bakmak bile yeterli.

Özellikle küresel hegemonik değişimlerin, dönüşen paradigmaların, siyasi akımların, dalgalanmaların bizde de hemen hemen aynı anda ortaya çıktığını, geliştiğini, kitlesel destek bulduğunu; Türkiye’de gelişen kitlesel politik akımların altındaki motivasyonların önemli bir paydasının da -tıpkı kültürel alanda olduğu gibi- dünyanın o anki popüler siyasi söylem ve pratikleri olduğunu görmek zor değil. Kendisini dünya etkisine uzun zaman önce epeyce perdesiz ve önlemsiz bir şekilde açmış olan bir ülke için bu durum sürpriz değil tabii.

Türkiye’de bir süredir kitlesel desteği söylem ve aksiyon olarak artan, gün geçtikçe popülist siyasetin merkezine argümanları ile yerleştiği aşikâr olan “yeni aşırı sağ”ın konumunu da benzer bir küresel perspektiften okumak mümkün. Tabii bunun için öncelikle dünyada sonra birkaç on yılda olup bitenlere bakmak, bu tehlikeli ancak güçlü küresel dalganın ülkeden ülkeye hangi araçlar ve yollar ile sıçradığını görmek gerekiyor. Pek tabii tüm bu tahlili yaparken bugünün en önemli popülist siyaset aracı olarak sosyal medyanın konumunu da tespit etmek şart.

Ayrıntı Yayınları’nın Türkiye okuruna sunduğu Anavatanda Nefret, tam da böyle bir perspektifi anlamak için ilgilisine epey güncel bir tablo çiziyor. ABD’li akademisyen, araştırmacı ve yazar Cynthia Miller-Idriss’in daha önce de aşırılıkçılık ve sağ üzerine yaptığı benzer çalışmalardan feyz alarak hazırladığı kitap, yazarının tabiriyle “halka yönelik ve halk için” kaleme alınmış.

Diğer çalışmalarından farklı olarak Anavatanda Nefret’te Miller-Idriss akademik dilden, vasat ve yanlış bir anlatıya düşmemek kaydıyla olabildiğince uzaklaşmış, okuyan herkes için anlaşılabilir örneklerle Batı’da giderek semiren yeni küresel aşırı sağın kapsamlı bir fotoğrafını çekmiş. Bunu yaparken özellikle bu siyasi aklın hangi mecralarda taraftar bulduğunu, örgütlendiğini ve yayıldığını, gündelik hayatın sıradan kategorilerine nasıl sızdığını ve ne şekilde küreselleşebildiğini, üstelik ana akımlaştığını da açık bir şekilde okura sunmuş.

NEFRET SÖYLEMLERİ, KOMPLO TEORİLERİ, GAYRİ İNSANİLEŞTİRME…

Anavatanda Nefret, aşırı sağın dalga etkisini adeta kronolojik bir dizgeyle anlatarak, okura her gün haber bültenlerinde, sosyal medyada karşılaştığı olayları birbirine bağlama imkanı sunacak bir hatırlatma serisiyle başlıyor.

ABD başta olmak üzere Batı’da özellikle son 10-15 yılda yaşanan aşırı sağ kaynaklı terör saldırılarını, büyük kitlesel eylemleri tek tek anlatarak bunların yine aynı dönemde siyasiler ve popülist aşırı sağ figürler ağzından dökülen söylemlerle nasıl tutarlı olduğunu gösteriyor. Siyahlara karşı saldırılardan göçmen karşıtı hareketlere, birbirini izleyen eylemlerin aslında bütünlüklü bir ideolojik alt yapısı olduğunu gözler önüne seren kitapta Miller-Idriss, “aşırı sağ”a dair kapsamlı bir tanımlama çabasına da girişiyor.

Bunu yaparken aşırı sağı bütünlüklü bir yapı olarak değil farklı ve akışkan grupların zamanda ve mekanda gerçekleşen ortaklaşması olarak tasvir ediyor ve bu ortaklaşmayı sağlayan dört kategorinin üzerinde duruyor - ki bunları Türkiye örneğine uyarlamak görüleceği üzere pek de zor değil.

Yazara göre aşırı sağın sınırlarını belirlemek için şu dört maddeye dikkatli bir şekilde eğilmek gerekiyor:
Aşırı sağın ana akım siyasetin içerisine güçlü bir şekilde sızmış popülist argümanlarına rağmen ana akımdan ayrıldığı en önemli noktalardan biri olarak “hükümet ve demokrasi karşıtı pratikler ve fikirler”; Özellikle etnisite, toplumsal cinsiyet, din, cinselliğe dayalı hiyerarşik ön-kabuller nedeniyle bu kategorilerdeki “ötekileri” gayri insani bir konuma sıkıştıran, yani makbul kimlik/ler dışında olanları insani olarak değersizleştiren “dışlayıcı inançlar”; Coğrafi olarak kimi tanımladığı değişebilen “üstün ırk”ın varlığını, gücünü, çokluğunu ve erdemlerini tehdit eden varoluşsal demografik tehdit ve tabii komplo teorileri; Aşırı sağın farklı toplum ve ülkelere göre varyasyonları oluşan ancak içerdiği, “büyük savaş”a dair hayal gücü ile ortaklaşan söylemlerinin vazgeçilmezi olarak “kıyamete ilişkin fanteziler”.

Kitabı inceleyen Türkiyeli okur, Batı’dan edinilen örneklerle anlatılan bu dört kategorinin karşılıklarını kendi toplumunda palazlanan aşırı sağın kimi meşru ve hukuki siyasi partilere yönelik anti-demokratik tutumunda, “erkek” söyleminde, LGBTİ+ düşmanlığında, tabii ki Türkiye’deki en popüler nefret söylemi olarak göçmen karşıtlığında, göçle oluşan demografik değişim iddialarında, aşı karşıtlığının uç noktalarında, “büyük küresel güçler”in dünyanın sonunu ne şekilde getiriyor olduğuna dair altı boş komplo teorilerinde rahatça bulabilir.

DÖVÜŞ SPORLARI SALONLARINDAN SOSYAL MEDYA FENOMENLERİNE… AŞIRI SAĞ NERELERDE ÖRGÜTLENİYOR?

Anavatanda Nefret’in yeni küresel aşırı sağa dair en özgün yorumları, bu siyasi dalganın nerelerde ve ne biçimde örgütlendiğine dair örneklerle ortaya konan kapsamlı analizi. Sosyoloji formasyonu hasebiyle olsa gerek, birçok çağdaşı araştırmacının unutmuş göründüğü “mekan”ın önemini anımsatan Miller-Idriss, sosyal medyanın bu konudaki çok büyük rolünü daha sonra ayrıntılarıyla izah etmekle birlikte geçmişin örgütlenme modellerine benzer, kimi ilginç fiziksel mekana dayalı buluşmaların altını çiziyor.

Özellikle dövüş sporlarının, hem aşırı sağın şiddetle ilişkisi bağlamında bir anlamı olması hem de “kıyamet” senaryolarına savaş sporları öğrenerek hazırlanma düşüncesi nedeniyle büyük bir önemi var aşırı sağ için (Hitler’in ‘Kavgam’da dövüş sporlarına, özellikle boksa ve Ju Jitsu’ya özel bir vurgusu olduğunu hatırlayalım burada).

Batı’da aşırı sağ grupların dövüş sporu salonlarında, eğlence mekanlarında, müzik ortamlarında, üniversite kampüslerinde hala çok ciddi bir örgütlenme ve taraftar bulma kapasitesi olduğunu gösteren yazar, ayrıca masum görünen YouTube yemek kanallarından sosyal medya platformlarına, oyun ve sohbet odalarından kimi giyim markalarının bazı kreasyonlarına kadar hemen her yerde aşırı sağ argümanların nasıl dile getirildiğini ve nasıl taraftar bulduğunu ortaya koyuyor.

Sosyal medya fenomenlerinin, trendlerin, meme’lerin, on milyonlara ulaşan Instagram, TikTok videolarının, kimi şarkı sözlerinin, komedi programlarının, özetle yeni iletişim düzeninde artık vazgeçilmez olan unsurların aşırı sağ mesajların iletildiği araçlar haline geldiğini ifade eden yazar, geleneksel toplumsal hareketlere kıyasla daha az hiyerarşik, daha dağınık yapılar olan bu mecraların gençler üzerindeki etkisini hatırlatarak yapıyor bunu.

Türkiye’de son yıllarda belki en çok sosyal medyanın etkisiyle gelişen genç, nispeten “seküler”, muhafazakar yaşam tarzlarından uzak; Türk siyasetinde alışılagelmiş, daha doğrusu kendi kulvarında baskınlaşmış aşırı sağ mirasın imana, mazbut olmaya yaptığı vurguyu görmezden geliyor gibi görünen ve “ırk” gibi sosyal bilimsel ve antropolojik literatürden çıkmış kelimeleri çok sevdiği belli olan aşırı sağ kitleler için bu popülizmin nasıl ana akımlaştığını anlamaya çalışan bir araştırmacının karşısına benzer buluşma ve örgütlenme yolları, mekanları çıkacaktır eminim.

Yeni küresel aşırı sağın, radikal mirasının merdiven altı geleneğinin aksine yukarıda sözü edilen yollar ve kanallar aracılığıyla ana akımlaştığını iddia ediyor Anavatanda Nefret. Miller-Idriss bu ana akımlaşmanın mecralarından biri olarak “entelektüel mekanlar”a da değiniyor.

Üniversitelerde kimi araştırmacıların, araştırma birimlerinin, yayınevlerinin, sözde akademik dergilerin aşırı sağ ideolojileri “bilimsel bir kisveye” soktuğunun örneklerini de gösteren yazar, bu alanlarda faaliyet gösteren aşırı sağcı odakların, özellikle beşeri ve sosyal bilimler alanlarındaki araştırmaları, bunların “Marksist / solcu ideolojinin gölgesinde” gerçekleştirildiğini iddia ederek değersizleştirmeye çalıştığının altını çiziyor.

Burada genel kimi başlıklarına değinmeye çalıştığım Anavatanda Nefret, aşırı sağa dair burada bahsedilemeyen birçok konuda detaylı bir resim koyuyor ortaya. Örneğin eko-faşizmin kitapta sözü edilen aşırılıkçı kategorilerin ortaklaştırıcı etkisiyle nasıl ortaya çıktığını görmek; yahut özellikle Avrupa’da, “Doğuluların istilası” ile birlikte tehdit altında olduğu iddia edilen yaşam tarzlarını savunmak için LGBTi+ haklarını da savunmak gerektiğini beyan eden ve bu konuda ciddi bir aktivizm içinde olan aşırı sağ gruplar olduğunu öğrenmek ilginç gelebilir okura. Ayrıca kitapta bizde “incel” olarak tanımlanan mizojin bekar genç erkeklere de yeni aşırı sağın kendine has özneleri olarak özel bir vurgu yapıldığını söyleyelim.

Türkiye’nin yakın gelecekteki en önemli toplumsal sorunu yeni bir tür aşırı sağın yükselişi olacaktır diye tahmin ediyorum. Özellikle Türkiye’nin 100 yılda etkili olan temel siyasi ayrışmalarından ve paradigmalarından belki de habersiz, en azından gündelik hayatında bu kadim ayrışmaların değil başka türlü gerilimlerin izlerini deneyimleyen bir kuşağın, kendilerine Batı’da ortaya çıkmış “alternatif sağ”ın (alt-right) önerdiğine benzer bir siyaset yapma biçimi ve yaşam tarzı sunacağını iddia eden aşırılıkçı dalgalara kapılması zor değil.

Nitekim geride bıraktığımız seçim sürecinde muhafazakar iktidarın kültürel kodlarla gerçekleştirdiği saldırıların karşısına ancak bir tür “seküler aşırı sağ” söylem ile çıkılabileceğini zanneden bir muhalefet siyasetine de tanık olduk.

Sosyal medyada ırkçı, ayrımcı görüşler ve klişeler her gün “ofansif mizah” perdesiyle milyonlarca kez ifade ediliyor. İktidarın yanlış göçmen politikalarının tuz biber ektiği “Suriyeliler ve Afganlar” meselesinde ise hakkaniyetin yanında saf tutmak, okyanusa lalettayin bir salla açılmaya benzemeye başladı.

Yazının başında da ifade etmeye çalıştığım gibi, tüm bu dalganın hiç de bize özgü olmadığını, aslında küresel bir yeni sağ yükselişin etkisiyle de gerçekleştiğini görmek açısından Anavatanda Nefret sağlam ve sahih bir kaynak olarak elimizde duruyor.

Cynthia Miller-Idriss’in mutedil ve gündelik dili, Behzat Hıroğlu’nun özenli çevirisinin de etkisiyle aydınlatıcı ve dilenirse su gibi de okunabilir bir kitaba dönüşmüş. Kitabı, bizi bekleyen dönemin küresel aşırı sağın giderek güçlendiği bir dönem olmamasını umarak ancak bu tehdidin ne kadar gündelik ve gerçek olduğunu da sayfa sayfa görerek okudum.

Anavatanda Nefret: Yeni Küresel Aşırı Sağ
Cynthia Miller-Idriss
Ayrıntı Yayınları: 2023
Çevirmen: Behzat Hıroğlu

MAHMUT ÇINAR KİMDİR?

Mahmut Çınar, felsefe eğitimini yarıda bırakıp gazetecilik okudu. 2007-2016 yılları arasında İstanbul'da özel bir üniversitede Gazetecilik ve Yeni Medya bölümlerinde tam zamanlı öğretim elemanı olarak birçok alanda dersler verdi. 2009'dan başlayarak hem Türkiye'de hem de farklı uluslararası projelerde ayrımcılık ve nefret söylemi ile mücadele çalışmalarında yoğun olarak görev aldı.

Hazırladığı 'Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar, Mecralar, Tartışmalar' isimli kitap 2013 yılında Hrant Dink Vakfı tarafından; proje koordinatörü olduğu 'Ayrımcı Dile Karşı Habercilik Kılavuzu' ise 2016'da P24 tarafından yayımlandı. 2016'da üniversitede akademik kariyeri sona erdi. 2018’de, usta sanatçı Bülent Ortaçgil ile yaptığı nehir söyleşi ‘Bu Su Hiç Durmaz’ adıyla kitap olarak raflardaki yerini aldı.

Uluslararası edebiyat ve sanat festivallerinde danışman ve editör olarak görevler üstlendi. 2017'de profesyonel müzik çalışmalarına başladı, ilk albümü 'Bul Beni' 2019'da Garaj Müzik etiketiyle yayınlandı. 2019'dan 2021 sonuna kadar Ezginin Günlüğü grubunun solistliğini üstlenen Çınar, müzik çalışmalarına solo olarak devam ediyor. Düzenli olarak müzik ve kültür-sanat alanında haberler, röportajlar, yazılar, programlar üreten Çınar, ayrıca sanatsal ifade özgürlüğü üzerine çeşitli sivil toplum projeleri yürütüyor

Öne Çıkanlar