Aydınlanmayı bekleyen 'Karanlık Gece'
Bircan DEĞİRMENCİ
Artı Gerçek - Karanlık salonda, zamanın mühürlendiği ve aydınlatılmayı bekleyen karanlık bir gecede, vicdanları kararmış, karanlık insanların kara kötülüğüne tanıklık ediyoruz. Işıl ışıl gülümseyen, kendi ideali ve doğruları üzerinden hareket eden gencecik bir orman memuru Ali’nin linç edilme sahnesi ister istemez yeryüzündeki başka canlıların yaşam hakkını savunmaktan hareketle ortaya çıkan Gezi olayları sırasında Eskişehir’de linç edilen Ali İsmail Korkmaz’ın gülüşünü anımsatıyor.
Kötülüğe sessiz kalarak müdahil olan İshak karakterinin yüzleşme ve vicdan muhasebesiyle Ali’nin bedenini araması da asit kuyularına atılan evlatlarının kemiklerini arayan aileleri hatırlatıyor.
Kamplaşma, ırkçılık, homofobi, linç, eril zihniyet, adalet arayışı ve cezasızlığın iliklerimize kadar işlediğini ve bu meselenin sadece şimdiki zamana ait olmadığını, yüzyıllık bir geçmişinin olduğunu bir kez daha görüyoruz.
Yönetmen Özcan Alper’in 'Karanlık Gece' filminden söz ediyoruz. Tarihsel ve siyasal travmaların izini sürerek, derinliklerde aradığı adalet arayışını 'Sonbahar', 'Gelecek Uzun Sürer' ve 'Rüzgarın Hatıraları' filmleriyle hafızalarımıza kazıyan Alper, Karanlık Gece filminde; suç, fail, linç kültürü, hafıza ve yüzleşme gibi konuları markajına alıyor. Boğaziçi Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü alan Alper, ödülünü Türk Tabipleri Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı’ya adadığı için ne yazık ki kendisi de linçe maruz kalmıştı.
3'üncü Uluslararası İzmir Film ve Müzik Festivali’nde ulusal yarışmada yer alan Karanlık Gece filminin gösteriminin ardından Özcan Alper seyircilerin alkışlarıyla sahneye gelerek heyecanını paylaşıyor.
Antalya Akseki’de bir kasabada geçen filmi kasaba veya kent ayırımı yaparak düşünmediğini söyleyen Alper “Bu Türkiye’de herhangi bir kentin arka sokaklarında da geçebilirdi” diyor.
Senaryoyu Yazar Murat Uyurkulak’la birlikte yazan Alper, özellikle kötülük ve linç meselesinde Türkiye toplumunun çok çabuk hazır olması ve gündelik hayata sirayet eden ırkçılık meselesi, üzerine kafa yorduklarını söylüyor.
“Filmi Akseki’de çektik ama Türkiye’nin başka herhangi bir yerinde de gerçekleşebilirdi. O yüzden de kasabaya gelmiş, devleti temsil eden bir memurdan çok kendi ideali için yol alan ve bu doğrularla tıpkı 2013 yılında yaşadığımız Gezi’deki gibi kendi doğrusu olan, bir ağaç için, oradaki bir canlıyı kendi hayatından daha çok önemseyen bir karakteri temsil aldık.
Bu nedenle yazarken de Cumhuriyet edebiyatındaki taşraya gidip kasabalıyı aydınlatan tiplemeden uzak durmaya çalıştık. Öyle bir derdimiz yoktu. Türkiye’de artık çok kasaba ve kent ayırımı yok. Bu toplumun genel olarak geldiği yerle ilgili. Büyük bir seçimden çıktık. Genel olarak her türden ötekileştirme; bazen kimlik üzerinden, bazen cinsiyet üzerinden ya da çok basit bir nedenden dolayı olabiliyor. Daha çok toplumda bu ayrıştırma, nefret söylemi ve bunun yarattığı sonuçlar üzerine düşündük. Bunu da daha çok günümüzde değil de genel olarak Türkiye tarihiyle düşünmemiz gerekiyor.”
Alper; çoğunlukla kötülük meselesinin içinde olduğumuz, birebir taş atanlardan biri olduğumuzda kötülük olduğunu düşündüğümüzü ama aslında kötülüğün en büyük nedenlerinden birinin de sessiz kalmak, sessiz olan çoğunluğa dahil olmaktan geçtiğini belirtiyor.
“O yüzden İshak karakteri seyirci kalanı canlandırdı. Toplumda büyük oranda adalet ve adaletsizlik meselesi fazlasıyla kök saldığı için insanlar artık adaletle çok fazla karşılaşmıyor. Sanat ve edebiyatta adalet arayışı var. “
Filmde işlenen temalara ilişkin bir soruyu yanıtlarken 2011 yılında Gelecek Uzun Sürer filmini çektiğini hatırlatan Alper, “Maalesef o hikayeleri araştırırken Batman’da, Türkiye’nin farklı yerlerinde yüzlerce insanın öldürülüp, yakılıp kuyuya atıldığı insanlar olduğunu gördük, duyduk. O yüzden neden bu temalar? sorusu bana çok anlamlı gelmiyor. Ülkenin içinde olduğu politik ve siyasal atmosfer biz genç yönetmenleri fazlasıyla içine çekiyor.”
Filmde yer yer ülkesinden kaçmak zorunda bırakılan, ölümü üzerindeki sır perdesi halen çözülemeyen yazar Sabahattin Ali’ye göndermeler de var.
“O da başka bir linç hikayesi. Hala asıl nedeni bulunamadı. Toplumsal olarak vicdanımızda yerini bulamadı. Bu onun da adalet arayışı aslında. Filmdeki hikaye zamansız. Şimdinin hikayesi değil bir yüzyılın hikayesi olarak okuyabiliriz.”
Bir seyircinin finaldeki umut beklentisini de şöyle yanıtlıyor Alper:
“Filmlerde yapay umut yaratılmasına baştan beri karşıyım, doğru da bulmuyorum, seyirciyi manipüle eden bir şey. Umut şöyle olur: Bu karanlık salonlardan çıkan insanlar tartıştığı zaman ya da toplumun her yerinde konuşabildiğiniz zaman olur. Filmlerde yapay umut yaratarak yalnızlıklarımızdan kurtulamayız. Filmde birinin ölmesi ama bir taraftan da onca kötülüğe rağmen adalet arayışında bulunabilmek bir umut. Soyu tükenen bir hayvanın soyunu sürdürmesi daha büyük bir umut. İnsandan çok daha umutlu bir şey. “
Gerilimi, görselliği ve sarsıcılığıyla iyi bir film izlemiş olmanın yanı sıra; ağzımızda kötü bir pas tadı, gözümüzde Ali’nin son bakışı, zihnimizde cevabı belli deli sorular, zamanın mühürlendiği nice karanlık gecelerin aydınlatılmasını dileyerek yüklendiğimiz yapay bir umutla salondan çıkıp, gündelik hayatın keşmekeşine karışmaya çalışıyoruz.