Babazula, Zen(istan) ve halimiz
Yıllardır şunu düşünürüm: müzik, bir siyasi arenada en etkili araçtır, ‘kitleleri’ harekete geçirme aracıdır. Ve şu da doğrudur: müzik sahnesi, her an siyasi bir sahneye dönebilir ve ülkenin mevcut durumu (hal-i pür melali) göz alındığında dönmelidir de.

Ahmet ERGENÇ
Geçen günlerde iki müzik ve ‘siyaset’ olayına şahit oldum. Birincisi, Babazula’nın İstanbul’da çekilen ilk ‘yabancı’ (sessiz) film Doğu’nun Çiçeği için verdiği sine-konser. İkincisi, yine Babazula’nın ‘ilk hali’ Zen’e dair çekilen Zenistan adlı belgeselin ön gösterimi ve yine verilen bir ‘mini’ konser. Bu iki ‘mini’ konserde de hem çok iyi müzik, hem de gündeme dair çok yerinde bir politik müdahaleler vardı. Bu yazıyı yazmak da, hem müziği hem de politikayı seven, müziğin siyasete ‘bulaşması’ gerektiğini düşünen bendenize düştü.
İlk olayla başlayalım: yer Beyoğlu sineması, konsere biraz geç gidiyorum, salon neredeyse tamamen dolu, köşede bir koltuk bulup oturuyorum. Ekranda dönen ‘eski’ İstanbul filmi eşliğinde, Babazula çalıyor. Aralarda o çok sevdiğimiz ‘Tabutta Rövaşata’ esintileri de geliyor. Aklımdan geçenler şöyle: Beyoğlu’nda, Beyoğlu sinemasında böyle bir konser olması ve bunun da ‘bilabedel’ olması ne müthiş bir şey. Beyoğlu ve çevresinin ultra-kapitale teslim olduğu, İstanbul’a dair ‘kanal-İstanbul’ fantezilerinin havada uçuştuğu, kültüre erişimin ya yok edildiği ya da çok pahalı bir lükse dönüştüğü bugünlerde, Beyoğlu sinemasının bütün programının bir ‘kamusal’ programa dönüştürülmesi ne şahane bir ilaç.
Bunları düşünürken bu ‘dönüşümü’ mümkün kılan İBB üyelerinin birçoğunun halen hapiste olduğunu ve yargılandığını düşünmek, olaya başka bir boyut da katıyor. Şunu açıkça söyleyelim: Beyoğlu’nda yaşanan kültürel çatışmalar, Beyoğlu’nun ‘kimin olacağına’ ve burada nasıl bir siyasi-kültürel program izleneceğine dair konum savaşları, 19 Mart’ta yaşanan baskın ve tutuklamaların ardındaki ‘itici’ güçlerden biriydi. Beyoğlu’nun yıllar sonra mevcut iktidardan geri alınması, tabii ki, yeni bir Beyoğlu ihtimalini, bir kültürel-siyasi rönesans ihtimalini güçlendirmişti. Belki de Beyoğlu, muhafazakar ve hızlı bir tüketimin değil, daha açık bir kültürel faaliyetler silsilesinin alanı olacaktı, yeniden, hep olduğu gibi.
Gelelim, Babazula’nın müzik ve siyaseti birleştirdiği noktaya: filmin bitişinden sonra Babazula, Murat Ertel’in her zamanki o müthiş doğaçlamasıyla mini bir konsere devam etti ve söz (ve müzik) son zamanlarda yaşanan tutuklama ve göz altılara geldi. Meşhur Özgür Ruh şarkısı ( Dört duvar arası kapanmaz ki / Sendeki özgür ruh) bugün halen içeride olan siyasetçi ve öğrencilere uyarlandı. Ve Beyoğlu sineması, seyircilerin de bu özgürlük talebine katılmasıyla beraber belki de tarihinin en politik anlarından birini yaşadı. Hapsedilenlere özgürlük… hak hukuk adalet… Durduk yere, tahmin edilmeyen bir yerden parıldayan bir gündelik-politik andı bu.
***
Gelelim ikinci ‘müzik’ olayına: İstanbul Deneysel Film Festival’i kapsamında, Zen grubunun hikayesini anlatan, Serdar Kökçeoğlu imzalı Zenistan adlı belgeselin bir kısmi ön gösterimi ve ‘konseri’ yapıldı. Zenistan belgeselinden gösterilen parçalar, müzikler ve görüntüler en azından 90’ların sonuna yetişip, zamanında Zen’î dinlemiş olanlar için çok heyecan vericiydi. Zen, bu ülkenin gördüğü en özgün ve yaratıcı ‘deneysel’ müzik gruplarından biriydi. Söz ve müzik hep bir serbest gidişat içinde salınır, İstanbul ‘underground’ bütün çeşitliliği, hüznü ve heyecanıyla müziğe yansırdı. Ben kendilerini 99’da Peyote’nin ilk mekanında dinlemiş ve o doğaçlama ve yer yer ‘çığrından çıkma’ hali karşısında mest olmuştum. O zamanlar Zen ile Babazula’yı birbirine karıştırıyor ve belki de doğru bir şey yapıyorduk zira Babazula, Zen’in devamı ve kardeşi gibiydi. Babazula’nın Tabutta Rövaşata için yaptığı film müziği albümü bir dönem hayatımızın fon müziği olmuştu.
Babazula yıllar içinde doğaçlamaya dayalı performanslarıyla gönlümüzde taht kurmaya ve ironik, iğneleyici şarkı sözleriyle de zihnimizi canlı tutmaya devam etti. Zenistan gecesinde de yine ironik, iğneleyici sözlerle hal-i pür melalimize tercüman oldu ve sahneyi yine ‘siyasi’ bir angajman için küçük bir platforma çevirdi. Hak hukuk özgürlük, kurtuluş yok tek başına gibi sloganlar şarkı sözlerine karıştı ve dünya bir an için güzelleşti. Seyircilerin de (ben dahil) bu sloganlara katılması, eğlence ile miting arasındaki ayrımı ortadan kaldırarak dünyayı bir kez daha güzelleştirdi.
Yıllardır şunu düşünürüm: müzik, bir siyasi arenada en etkili araçtır, ‘kitleleri’ harekete geçirme aracıdır. Ve şu da doğrudur: müzik sahnesi, her an siyasi bir sahneye dönebilir ve ülkenin mevcut durumu (hal-i pür melali) göz alındığında dönmelidir de. Sezen Aksu’dan Zülfi Livaneli’ye, Moğollar’dan Bulutsuzluk Özlemi’ne kadar birçok müzisyen ve grup aslında müzik ile siyaset arasında hassas dengeyi çok iyi kuruyorlar yıllardır. Babazula da bu hatta ekleniyor ve deneysel müzik ile siyasi angajmanın el ele gidebileceğini gösteriyor, iyi ki. Yaşasın sloganlardan çekinmeyenler ve yaşasın müzikteki siyasi ihtimalleri unutmayanlar.