“Belki de Bu Yüzden Yalnızca Cesurların İşidir Mizah…”

“Belki de Bu Yüzden Yalnızca Cesurların İşidir Mizah…”
Mizah, yalanı gerçek gibi sunmakla uzaktan yakından alakası olmayan; aksine, iktidar sahiplerine karşı halkın gerçeğini duyurmaya çalışan bir dildir.

Tuğba SİVRİ


Artı Gerçek - Gezi Direnişi, diğer birçok konuda olduğu gibi popüler kültür alanında da ülkede bir kırılmayı ifade ediyordu. Özellikle mizahın merkezde olduğu, "orantısız zekâ" ifadesiyle polis şiddetine karşı mizahın gücünün yükselişe geçtiği, sosyal medyanın da etkisiyle politik mizahın güç kazandığı bir atmosfer oluşturmuştu. Ancak sonrasında yükselen otoriterlik, ifade özgürlüğünü her anlamda tehdit ederken mizahın dilini de yeniden apolitik bir alana sıkıştırmaya başladı.

Sosyal medya paylaşımları nedeniyle bile binlerce insanın gözaltına alınması, ister istemez otosansüre neden oldu. Daha dün gibi gelen Gezi Direnişinin üstünden tam 10 sene geçmişken, yeniden politik mizahın yükselişine tanık oluyoruz.

Erdoğan'ın, Kılıçdaroğlu'nun tanıtım videosunun montajlandığı görüntüleri mitinglerinde gerçek gibi kullanması ve Kılıçdaroğlu'nu terörle ilişkilendirmesinin ardından gelen tepkiler üzerine "Bir grup kıvrak zekâlı gencin hazırladığı video" diyerek savunma yapması, bana Gezi Direnişindeki bu "orantısız zekâ" ifadesini hatırlattı. Bir yanda halkın, "kıvrak zekâlı gençlerin" politik meselelere mizahi bir yaklaşımla eleştiri yükselttiği, tamamen organik bir akım varken diğer tarafta iktidarın iletişim aygıtları tarafından sunulan, üstelik siyasi rakibi yalanlarla alt etmeye çalışan montaj bir videodan bahsediyoruz.

Bu "operasyon hesaplarının" sunduğu video için "kıvrak zekâlı gençlerin hazırladığı video" demek, kültürel hegemonya tartışmalarında mizah mevziinin Gezi'de kaybedildiğini bilen bir iradenin öne geçme çabası gibi geliyor bana. Oysa mizah, yalanı gerçek gibi sunmakla uzaktan yakından alakası olmayan; aksine, iktidar sahiplerine karşı halkın gerçeğini duyurmaya çalışan bir dildir. Nitekim geldiğimiz noktada, her ne kadar iktidarın gözaltı ve polis tehdidi sabit dursa da, politik mizahın yeniden sahalarda kendine yer açtığını görüyoruz.

'OFANSİF/KARA MİZAH'TAN POLİTİK MİZAHA

Mizahın dilini belirleyen ve değiştiren belli dönüm noktaları vardır. 2000'lerin başlarında Ekşi Sözlük gibi yeni çevrimiçi oluşumlar ve Uykusuz, Penguen gibi mizah dergilerinin tarzı, küresel kültürel iklimin de etkisiyle sarkastik ve biraz da nihilist bir mizah dilinin oluşmasına kaynaklık etmişti. Gezi sonrası otokratik baskının artmasıyla bu sarkastik ve ofansif mizah, hedefine iktidar sahiplerini değil, aksine toplumda azınlık ve kırılgan grupları almaya, yükselen alt-right'çı akımla beraber özellikle kadınları, LGBTİ'leri, göçmen ve azınlık etnik mensuplarını malzeme etmeye başladı.

Bu dilin politik mizaha da zarar verdiği görüşündeyim. Bu yüzden son bir iki senedir yeniden ana akımlaşan, özellikle seçim döneminde yükselmeye başlayan politik mizahı çok önemli buluyorum. Bunun en önemli örneği, "Dayı" karakteriyle komedide başka bir alan açan Kukla Kabare oldu. 6 Şubat depreminin ardından, toplumsal acıların mizaha nasıl konu edilebileceğine, halkın sesinin mizahla nasıl yansıtılabileceğine yönelik mükemmel bir örnek

sunan Kukla Kabare, daha önce de sınıfsal sorunları ele alışıyla oldukça politik bir hat çiziyordu. Nazmi Sinan Mıhçı ve Nihat Maça’nın hazırladığı programın politik dozunun seçim döneminde iyice arttığını ve bu anlamda halkın geniş kesimi için bir moral kaynağı olduğunu söylemek de sanıyorum abartı olmaz.

Politik mizahın yükselen bir diğer önemli ismiyse Deniz Göktaş. Stand-up komedisinin genellikle cinsiyetçi, ırkçı kalıp yargılara yaslanan kolaycılığından sıyrılmış, yaratıcı ve politik bir dil geliştiren komedyen, yine son zamanlarda sarkastik mizahtan politik mizaha geçişin önemli isimlerinden biri oldu kanımca. Burada kendisine daha geniş yer vermek ve performansını övmek istesem de analizime devam etmeye çalışayım.

Stand-up alanında kadınların gitgide daha görünür olması da bu politik hattı güçlendiriyor. Direkt olarak politik içerik sunmasalar da "kadından komedyen olmaz" önyargısına karşı "çatır çatır" mizah yapan kadınlar, sadece varlıklarıyla bile politik bir oluş ortaya koyuyorlar. İsim vermek gerekirse Pınar Fidan, Seda Yüz, Leyla Ezgi Dinç, Nebiye Arı, 'ÇOK DA FİFİ' komedi grubu gibi pek çok isim komedide erkek tekelini kırarak alanı sahipleniyorlar.

POPÜLER SAHABELER, ÇAÇA VE COSPLAY

Bir de özü itibarıyla politik olmadığı halde izleyici tarafından politikleştirilen mizah ürünleri var. Şu cümleyi hatırlarsınız: "Bizim sizinle sırt sırta verip de kazanamayacağımız seçim yok." 'Gibi' dizisinde Yılmaz karakterinin kullandığı bir repliğin küfürsüz ve siyasete uyarlanmış bu halini, Ekrem İmamoğlu'nun taşlandığı Erzurum mitinginde duyduk. Siyaset uzun zamandır popüler kültürün dilini kullanıyor.

Bunun yanında zaten popüler kültürün, özellikle mizahın, siyasetin dilini etkileme potansiyeli çok kuvvetli. 'Gibi' de son zamanlarda yapılmış en kaliteli komedi dizilerinden biri olarak sosyal medyada çok ilgi gören, replikleri çeşitli şekillerde yaygınlaşan, hiç izlemeyen birinin bile Instagram, TikTok, Twitter gibi sosyal medya mecralarında belli kısımlarının yer aldığı videolara denk geldiği, popüler bir yapım. Böyle olunca İmamoğlu'nun bu repliği kullanması hiç de şaşırtıcı değil.

Her ne kadar ‘Gibi’nin yaratıcıları, politik meselelerde “etliye sütlüye dokunmama” tavrı gösterse de dizi, yaratıcılarının tavrından öteye gitti ve öncülük ettiği yeni mizah diliyle politik mizahın da hammaddelerinden biri haline geldi. “Sokak Röportajı”, “Sınıfsal Veda” gibi bölümleriyle politikaya ucundan dokunan dizi, bence çok daha güçlü bir ses çıkarabilirdi; ama tabii mizah ille de politik olacak diye bir şart yok, böyle bir yükleme yaptığım sanılmasın. Sadece bu kadar yaratıcı zekâların toplumsal meselelerde söylemedikleriyle bile çok şey anlatırken neler söyleyebileceğini merak ediyorum.

Buna benzer bir diğer örnek, Doğu Demirkol’un kendini canlandırdığı BluTV dizisi ‘Doğu’ oldu. Ben bu ikisini, kullanılan dil, çekim teknikleri, hatta karakter yaratımı gibi temel unsurlarda birbirine çok benzediği halde bambaşka sözler söyleyen iki dizi olarak görüyorum.

Sosyal medyada güncel mizah dilini belirleyen bu iki dizi, yaratıcılarının amacından bağımsız ama kişilikleriyle doğrudan bağlantılı şekilde politik. Özellikle ‘Doğu’, 90 civarı doğan, gençliğini AKP iktidarında geçirmiş, üniversite hayatını cemaatlerin kuvvetlendiği bir ortamda yaşamış muhafazakâr gençliğin seküler hayata adapte olma çabasını konu alması bakımından türünün tek örneği.

Demirkol’un parodi olarak görülebilecek tiplemesinin, aslında samimi bir gerçekliği yansıttığını, 6 Şubat depreminden sonra deprem bölgesinde “gezdirilen” TOGG arabasının reklamını yaptığı filmden anlayabiliyoruz. Ancak ‘Doğu’da, belki dönemin dayatılan kültürel kodlarına karşı radikal denebilecek bir tonda dini meselelerin mizaha dâhil edilmesi, muhafazakâr katılığın delinmesi açısından önemli bence. Bu bağlamda Doğu tiplemesi, aslında buz gibi bir gerçekliği yansıtması bakımından son derece politik; her ne kadar yaratıcısı bunu amaçlamış olmasa da.

Mizahın, edebiyatın, daha geniş anlamda sanatın ve kültürel üretimin sürekli baskılandığı bir ortamda politik itirazların yükselişi, toplumdaki korku sarmalının kırılması açısından umut verici bir gelişme. Ancak “altyapı üstyapıyı belirler” şiarının hâlâ geçerli olduğunu, siyasal iktidarın değişim rüzgârı esmeden kültürel alanda yaprak kımıldamadığını fark ettiğimizde daha net anlıyoruz. Belki de üzerimizdeki yoğun karanlıktan çıkış, mizahın hafifletici unsurlarından geçiyordur, kim bilir.

Öne Çıkanlar