Bellek ve mekânın iç içe geçtiği bir roman: Deng

Bellek ve mekânın iç içe geçtiği bir roman: Deng
Yılmaz Şener’le İletişim Yayınları'ndan çıkan yeni romanı 'Deng'i konuştuk. Şener, "Deng’in çıkış fikri, kimsenin hatırlamadığı bir günü yeniden inşa etmekti. O bir günü yazmak, aynı zamanda bir bellek inşa etmekti" dedi.

Adalet ÇAVDAR


Yılmaz Şener’in Deng’i hafızaya, aidiyet kavramına ve bireyin ölümle olan kaçınılmaz yüzleşmesine dair çarpıcı bir roman. Zamanın döngüselliğini ve mekânın gücünü sınayan bu eserde, karakterler geçmişle ve benlikleriyle yüzleştikçe şekilleniyor. Şener’in mekânı da bir karakter gibi işlediği bu roman, okuru bellekte bir günün inşasına tanık olmaya çağırıyor.

İletişim Yayınları’ndan Temmuz 2024’te çıkan ve Eylül’de ikinci baskısını yapan Deng’in kurgusu, geleneksel toplumların modernlikle çatışmalarını, bu karşılaşmanın şekillendirdiği bireysel özgürlük arayışlarını ve hafızanın bütün bu karmaşayı nasıl öğüttüğünü sorgulayan çok katmanlı bir yapıya sahip.

Sancak’ta, 1982 yılında doğan Yılmaz Şener, yazarlık kariyerine Sabitfikir, Kitapçı, Tefrika ve Kitapsever gibi dergilerde başladı. 2017’de Bilinmeyen, 2019’da Kör Adım, 2021’de Elia romanları yayımlandı. Kör Adım, Vedat Türkali Roman Ödülü’nde finale kaldı, Elia ise sinemaya uyarlanıyor. 2020 yılında Hypatia, Sigmund Freud, Montaigne ve Fernando Pessoa’nın biyografilerini kaleme aldı. Şener, halen yayıncılık dünyasında çalışıyor ve İstanbul’da yaşıyor.

9188-20240703111350650.jpg
Deng, Yılmaz Şener, 279 syf., lİetişim Yayınları, 2024.

***

Deng romanında, insanların terk ettikleri yerleri içlerinde taşıdıkları düşüncesi işleniyor. Sizce bu psikolojik yük, bireylerin karar alma mekanizmalarını ve ilişkilerini nasıl etkiliyor? Romanınızdaki karakterler için bu ne ifade ediyor?

Yılmaz Şener: Geleneksel toplumlarda toprakla kurulan ve derin bir aidiyet içeren arkaik bağlar vardır. Deng’de de bu bağlar çok güçlü; coğrafyanın kırılganlığı, halkın savunmasızlığı da bu bağın derinlere kök salmasına yol açar. Dünyanın geri kalanıyla olan sınırları ortadan kaldıran modern çağın iletişim biçimi, bu bağların giderek zayıflamasına da yol açıyor. Ayağı Deng’de olsa da aklı Deng’in dışındadır insanların. Tüketim çağının içinde filizlenmiş insanlara bu bağlar yetmemeye başlar. Ama nereye giderlerse gitsinler, zaman zaman derin bir özlemle andıkları Deng’i de hep içlerinde taşırlar. Bunun yarattığı psikolojik baskıyla başa çıkmak çok zordur. Deng’i terk ettikleri ve başka bir yaşam kurma ihtimaline doğru kürek çekmeye başladıkları andan itibaren belirsizlik, çözümsüzlük, yalnızlık ve buna benzer yığınla sorunla da karşı karşıya kalırlar. Artık ne Dengli ne de gidilen yerlidirler. Siyasetin, yoksulluğun, çaresizliğin ağına düşmüş insanlar, kendi elleriyle içine düştükleri bir araf inşa ederler.

“Yaşadığı yeri terk etme arzusundaki insan, mutsuz insandır.” der Milan Kundera. Göç ettiği yere sığmayan insan, mutsuz insandır demek de mümkündür. Sonradan edinilmiş bir kabuğun içine sıkışıp kalan bir insana mutlu demek, ne kadar doğru? Çünkü hiçbir yer, doğup büyüdüğümüz yerin genişliğini sağlayamıyor.

Romanın geçtiği tek bir gün geçmişin müdahalesiyle ve bellekle adeta şişiyor. Zamanın döngüselliği konusunun felsefi arka planına ilişkin bir araştırma yaptınız mı? Bu döngüselliği edebi olarak nasıl tasarladınız?

- Deng özünde belleğin romanıdır. Arka tarafta, okurun bilmediği ve kitapta geçmeyen bir de tarihi vardır Deng’in. Kitabın girişindeki bölüm bize bunu aktarıyor.

Birbirine tıpatıp benzeyen günlerin, aynı şeyleri yıllardır tekrarlayan, dünü ve yarını şimdide eritip o şekilde yaşayan ve hayatın böyle olduğunu düşünen insanların yuvasıdır Deng. Deng’de zaman çizgisel değil, döngüseldir. Tek bir gün anlatılır ama aslında o tek bir gün, geçmiş ve gelecekteki tüm günlerin bir temsilidir. Zamanın ve uzamın iç içe geçtiği, bunun da insanların davranışlarına sirayet ettiği binlerce yıllık kanıksanmış zihinsel bir gerçektir. Bu aynı zamanda insanların mekanla olan güçlü bağını da bizlere anlatır; her hareket, her kımıltı ve her kelimeyle etraflarındaki zamanı da genişletirler. Hiç kımıldamadan oturup karşıya bakan insanlar gördüm; adeta zamanı kendi gölgesine hapsedip çürümeye terk edercesine saatlerce suskun kalan insanlar. İşte bu, anlatılmaya değerdi.

Köyleri, kasabaları, şehirleri dolaşırken bugün Deng’e ilham olan çok şeye şahit oldum. Tabii bu aynı zamanda okuduğum alan konusunda da bana yol gösterdi. Okuduğum alan olan sosyoloji, bu anlamda bana çok şey kattı.

Eşber ve diğer karakterlerin mekâna bağlılıkları, yaşadıkları yerlerin onların kimliklerini nasıl şekillendirdiğini gösteriyor. Mekânı neredeyse bir karakter gibi kullanmayı nasıl başardınız?

- Eşber ve ona benzer birçok karakter, kendi zihinlerinin içinde yaşayan geleneksel insanlardır. Kanıksanmış, adeta uzuv halini almış alışkanlıkları vardır. Ve bunlar öyle alışkanlıklar ki, ancak kendilerinin uzvu haline geldiği mekânda karşılık bulur. Eşber’in kendi bahçesinde ölüme teslim olması da bu alışkanlığı içerir. Ölümün gölgesinin üstüne düştüğü bir zaman ve mekân duygusu hakimdir Deng’e.

Deng romanında ölüm korkusu ve yaşamın kaçınılmaz sona doğru akışı merkezi bir tema. Ölüm, sizin yazım sürecinizde sadece bir tema mıydı yoksa daha derin bir varoluşsal kriz üzerinden mi ele alındı?

- Deng, aynı zamanda ölümün de romanıdır. Başkarakterler her ne kadar 3 Ağustos 2005 ve Deng’in kendisi olsa da, ölüm romanda her şeyi bir arada tutan güçlü bir çekim kuvvetidir. "Mırın" bölümünde İsmail şöyle der: “İnsan, fiziksel özgürlüğünü bilincin anlamına hapsettiği günden bu yana acı çekiyor.” İnsan için ölüm, vücudun çürümesi ve yok olması değildir; insan için ölüm, öleceğini bilmektir.

Karakterlerin içsel monologlarında ve diyaloglarında toplumsal baskı ve bireysel özgürlük çatışmaları öne çıkıyor. Bu çatışmaların Türkiye toplumundaki izdüşümlerini nasıl görüyorsunuz ve romanınızdaki eleştiriler bununla nasıl ilişkilendiriliyor?

- Deng, tarihin büyük çoğunluğunda gerek siyasi gerekse kültürel anlamda baskı ve şiddetin hiç azalmadığı bir bölgede yer alıyor. Dolayısıyla bu durum belleğin, günlük yaşamın ve dilin içine zamanla sızar. Özellikle hassasiyetlerin zirve yaptığı, küçük bir hak talebinin bile zulümle bastırıldığı son yirmi yılda bu çatışmaları Deng’in dışında tutmak pek gerçekçi olmazdı.

Belleğin romanınızdaki önemi büyük. Anıların dönüşümü ve unutmanın kaçınılmazlığı karakterlerinizin kaderini nasıl şekillendiriyor?

- Deng’in çıkış fikri, kimsenin hatırlamadığı bir günü yeniden inşa etmekti. O bir günü yazmak, aynı zamanda bir bellek inşa etmekti. Tarihin bir döneminde Deng’de yaşanmadığı söylenen ve kimsenin hatırlamadığı bir günü; Deng’in dinamiklerini göz önünde bulundurarak hafızasına kazandırmaktı.

Roman boyunca mitolojik ve dini temalar karakterlerin dünyayı anlama biçimlerinde belirleyici. Özellikle yaratılış miti üzerinden gelen varoluşsal sorulara yaklaşımınız nedir ve bu mitlerle günümüz insanının travmalarını nasıl ilişkilendirdiniz?

- Kabul edelim ya da etmeyelim, farkında olalım ya da olmayalım; davranış ve eylemlerimize hâkim olan çoğunlukla bilinçaltımızdır. Geleneksel toplumlarda bu daha baskındır. Kolektif bilinçle aktarılan ve bugün davranışlarımıza sirayet eden belli başlı alışkanlıklarımız var. Hayatın günlük akışında her yerde bunların izleri mevcut. Kurmaca bir eserde mitlerin, dinin ve daha arkaik olguların toplum ve birey üzerindeki etkisini görmezden gelmek, eseri köksüz bırakır.

Deng, tarihinde birçok dinin ve milletin yaşadığı bir kavşakta yer alır. Ve hepsinden de geriye bir şeyler kalmıştır. Zamanla, hâkim inanç neyse onun içinde eriyen birçok toplumsal alışkanlık vardır. 21. yüzyılın her şeyi didik didik eden modern anlayışı Deng’de de kendini gösterir. Binlerce yıl deneyim ve duyumlarla aktarılıp adeta toplumun uzvu haline gelen şeyler, bu yeni anlayış biçiminin sorgulamasından kaçamıyor. O güne değin her şeye yanıt verildiği düşünülen anlayış ve inanç biçimleri, modern çağın soruları karşısında direnç gösteremeyip kendi kabuğuna çekiliyor. Deng’de yaşayanlar, geleneksel toplumdan bireysel topluma geçişin arifesindedirler. Buna karşı olanların sevmediği şey sorulan sorular değil, verilen yanıtlardır. Eski kuşakla yeni kuşağın keskin çatışmasıdır aynı zamanda.

Deng'de yerel ve küresel temaların iç içe geçtiği gözlemleniyor. Romanı yazarken bu iki dünya arasında nasıl bir denge kurdunuz? Yerellik ve küresel aidiyet çatışması sizin için ne ifade ediyor?

- Tüketim biçimimiz davranışlarımızı, davranışlarımız da düşünce biçimimizi zamanla değiştirir. Bu durum Deng’de de baskındır. Londra’yı, Paris’i, Berlin’i ya da Hamburg’u Türkiye’deki bir şehir kadar bilirler. Çünkü oralarda yaşayan birçok Dengli var ve bunun etkisi de kaçınılmaz. Her ne kadar kültürlerde güçlü bir iç içe geçiş olmasa da, Denglilerin dünyaya bakış açısını değiştiren etmenler kendini gösterir. Dolayısıyla bu etkileşim Deng’de yaşayanların günlük yaşamlarına kaçınılmaz olarak sirayet eder. O dönem yavaş yavaş Deng’e nüfuz eden alışkanlıklar, bugün Deng’in gerçeği olmuş durumda.

Deng’i yazma sürecinde sizi en çok zorlayan şey ne oldu? Bu süreçte kişisel olarak neler öğrendiniz ve roman bittikten sonra yazıya dair bakış açınızda bir değişim oldu mu?

- Deng’i yazarken beni en çok zorlayan şey, iç içe geçen bölümlerde hiçbir şekilde hata yapmamaktı. Çünkü bir bölüm, hemen sonraki bölümle devam etmiyordu, altı yedi bölüm sonrasına bağlıydı ve altı yedi bölüm sonraki de dört beş bölüm sonraki bir başka bölüme bağlıydı. Romanın tamamı zaten birbirine bağlı ama bazı bölümlerin birbirlerine olan bağlantısı çok güçlü ve okurun merak ettiği şeyler sonraki bölümde açığa çıkıyor. Tamamen bir puzzle gibi.

Bazı şeyleri okurken öğreniriz, ama bazı şeyleri de yazarken anlarız. Deng’in bana öğretti önemli şeylerden biri de, gerçeğin kendisinin en fantastik eserlerden bile daha fantastik olmasıydı. Bunu söylemek ayrı, anlamak ayrı bir şeydir. Gerçeğin derinlerine inildikçe mantığın bile zorlandığı alanları keşfediyoruz. Kurmaca bir eserde bunu vermek ise işi daha da zorlaştırıyor.

Deng’in ilk fikrinin ortaya çıkışından yazma sürecine kadar geçen 14 yılda çok şey öğrendim.
Her daim kafamın içinde dönüp duran bir romandı. Üç yıla yakın bir sürede yazdım ve ondan önce yazdıklarımın Deng’e hizmet ettiğini söylüyorum kendime. Çünkü böyle düşünmek hoşuma gidiyor.

Öne Çıkanlar