Ben kimim? Sen kimsin? Biz kimiz?

Ben kimim? Sen kimsin? Biz kimiz?
İlker Cihan Biner bu hafta seçim sonuçlarının yarattığı kolektif duygulardan yola çıkarak umutsuzluğa karşı gündelik hayatı örgütlemenin anti-otoriter biçimlerini yeniden düşünmeye çağırıyor.

İlker Cihan BİNER


Artı Gerçek - Sadece kazanmaya odaklı bir seçimi daha arkada bıraktık. Neredeyse aylardır meclisteki ittifak biçimlerini ve oy oranlarını hesaplıyoruz. Sonuç ortada. Ayrıca oyların çalınması kötülüğün bu coğrafyada nasıl derinleşmiş olabileceğini kanıtlıyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri her ne kadar ikinci tura kalsa da milletvekilliği hususunda mecliste çoğunluk Cumhur İttifakı'na ait. Togg, Siha gibi kalkınma hikâyeleri ile anonim şirket olarak çalışmaya devam eden iktidar dinamikleri ise milliyetçi, hedef gösteren propagandalarına devam ediyor.

Kimi sol ya da muhalif çevrelerde umutsuzluk, hayal kırıklığı söz konusu. Elbette bu üzüntüyü anlamak mümkün. Fakat esas mesele her seçim döneminde aynı kısırlığa gömülüp nasıl yaşayacağımız sorusunu atlamamız.

Böyle bir sorun başka önemli bir meseleyi gündeme getiriyor: Gündelik yaşamı anti-otoriter biçimlerde nasıl örgütleyeceğiz?

Irkçılık, siyasal İslam, sınıf hiyerarşisi, toplumsal cinsiyet gibi sorunları aşmaya çalışırken kendi sahalarımızı oluşturmamızın aciliyetiyle karşı karşıyayız.
Sorun milli değil. Devleti yeni baştan inşa etmeyen çalışan, neoliberal siyasetlerle de işimiz olmamalı. Otonomlaşan, farklı örgütlenmeleri inşa eden bir yaşam örmek imkânsız değil.

BEN KİMİM? / SEN KİMSİN?

Cumhur İttifakının politikasında ‘biz’ ve ‘onlar’ konumu sabit olarak duruyor. Oy vermeyen ya da desteklemeyeni ‘hain’, ‘çapulcu’, ‘namussuz’, ‘onursuz’ şeklinde yaftalamalarına alıştık.

MHP, YRP, HÜDA-PAR gibi çoğunluğu elde eden iktidar bloklarının siyasal İslamcı mekanizmaları daha da derinleştirdiği bir gerçek iken kısıtlayıcı, baskı kuran pozisyonlara işaret ettiklerini görmek imkânsız olmasa gerek.
Aslında tüm bu alanda tiksinç, iğrendirilen konumları sahiplenme benliklerimizi oluşturmada bizlere lazım olabilir.

Milliyetçi mukaddesatçı ittifakların yurttaşlık pratiğindeki ataerkil, İslamcı, ırkçı konumlarını çözmek zor olsa da denemeye değer. Geldiğimiz noktada kamusal alanın Cumhur İttifakı ile egemen kılındığını kim reddedebilir?

"Kötünün iyisi" kabilinden politik duruşlar yerine Rimbaud'un ‘Ben Bir Başkasıdır’ şiirini anmanın tam zamanı. Yani birbirimizle nasıl ilişki kurduğumuzun önemi var.

Çıkar, fayda merkezli örgütlenmelerin çöküş yaşadığı bir gerçek. Hatta tanımaya ya da hoşgörüye yönelik yaklaşımların yarattığı tıkanıklıklar yönetimci algılara savrulma tehlikesini taşıyor.

Burada başkasıyla bağlantı kurmanın aynı zamanda sorumluluk alma ya da duyarlılık geliştirme ile ilişkisi var. Arkadaşlık, yoldaşlık veya örgütlü mücadelelerde öfke, kızgınlık, neşe, arzu aslında öteki diyebileceğimiz insanlarla birlikte nasıl hareket ettiğimizle ilgili olarak ortaya çıkıyor.

Normatif denilebilecek cinsiyet, ırk, sınıf, mevki üzerinden mi ilişkiler geliştiriyoruz? Yoksa erdemli bir eşitlik, adalet, dayanışma düzleminde ilerleyen ağlar mı var?

Bu sorular ışığında başkasını idrak etmenin boyutları belirirken benliğin gelişimi de su yüzüne çıkar. Çünkü tekil olarak mücadele aynı zamanda karşı tarafla dayanışma sayesinde mümkün hale gelir.
Dünyada nefes alırken tek başımıza değiliz. Aşk, arkadaşlık, yoldaşlık bu yüzden var.

Kısmi varlıklar oluşumuzun farkındalığı bizleri başkalarıyla olmaya sürükler.
Başka bir deyişle; kendini tanıma öteki ile mümkündür. Rimbaud'un ‘ben bir başkasıdır’ dizeleri benliğimizin kimlerle, nelerle ilişki hâlinde olduğunu sorgulatır.

Tanıma ile yetinmeyen, öğrenme ve dönüşme pratiklerini algılamak mücadele, dayanışma açısından son derece önemli. Benliklerimizin inşasında kapıldığımız, bizleri şiddete açık hale getiren iktidar dinamikleriyle yüzleşmenin zorluğu ortada.

Fakat kendimizi yapıp bozarken bedenlerimize işlemiş baskı biçimleriyle hesaplaşmak ötekilerle bağlantı kurabilmenin önemli koşullarından biri. Bu konum yalnızca insandan ibaret olmamakla beraber insan olmayanları da kapsayan konumlarda.

Gölleri, ırmakları, farklı hayvan türlerini hesaba katan çoklu mücadele hâlleri yaratıcılığı besleyen ve kim olduğumuzu belirleyen yüzeylerde olabilmeli.
O halde ‘Ben kimim?’ sorusunu sormak her halükârda ‘sen’ ve ‘biz’ pozisyonlarıyla demokratik ilişkiler kuran açık, değişebilen alanlara doğru genişlemesi mücadeleye katkı sağlayacaktır.

Bazı sol örgütlenmelerin iddia ettiği gibi sosyalizmle sınırlı kalmadan, sınıf mücadelesiyle beraber toplumsal cinsiyet sorununu, türcülük ya da farklı etnik oluşumları da anlamak ve tüm bu mücadele mekanizmalarıyla birlikte yoldaşlık etiğini gündelik yaşamı değiştirme arzusuyla düğümlemek belki de en önemli meselemiz.

Öne Çıkanlar