Bir ‘İçimizdeki Şeytan’ hikâyesi

Arkadaşım Şeytan, bugünün hikâye anlatıcılığı içinde kimsenin kolay kolay cesaret edemeyeceği bir anlatı. Farklı türlerle olan bağlantısı, diyaloğu, saf sinema sevgisi, politik olarak lafını esirgememesi ve renkli atmosferiyle sinema tarihimizde özel bir yerde duruyor.

Bir ‘İçimizdeki Şeytan’ hikâyesi

Can ÖKTEMER


Arkadaşım Şeytan, Atıf Yılmaz’ın zengin filmografisinin en özel yapımlarından biri bence. Serbest bir Faust uyarlaması olan film, Mazhar Alanson’un canlandırdığı ünlü olmak isteyen bir müzisyen Fatih’in ruhunu Şeytan’a satması ve ardından gelişen olayları anlatıyor. MUBİ’nin geçtiğimiz günlerde restorasyonlu versiyonunu yayınladığı Arkadaşım Şeytan, bugünden bakınca ilginç okuma alanları ve karşılaşmalar sunuyor.

Atıf Yılmaz’ın fantastik ögelere olan tutkusunun en yoğun gözlemlendiği film olan Arkadaşım Şeytan, çok katmanlı bir yapıya sahip. Bar köşelerinde kimsenin dinlemediği, yalnızlık ve sefalet içinde geçen ömrünün kader kapısını kırmak için çabalayan Fatih karakteri hikâyenin esas aksını oluşturuyor. Fatih’i henüz filmin başında bir barda MFÖ’nün en özel şarkılarından biri “Tam Ortasındayım”ı söylerken görüyoruz. Kimse onu dinlemiyor hatta onun orada olduğunun bile farkında değil. Fatih her ne kadar müziğe karşı idealist bir yaklaşımı olmasına rağmen, şöhret, beğeni ve para kazanma arzusu daha baskın hale gelmiş durumda. Her akşam evine giderken vitrininde gördüğü gelinlikli manken kızla konuşuyor, onunla dertleşiyor ve geleceğe dair hayaller kuruyor.

İşte, tam bu sırada iki dirhem bir çekirdek halinde Şeytan çıka geliyor ve ona hayatının fırsatını sunuyor:

“Bana ruhunu sat! Sana arzularını gerçek kılayım!” Kaderin acımasız pençesinde debelenip duran Fatih, teklife balıklama atlıyor ve olaylar baş döndürücü bir şekilde değişiyor. İşte, tam bu noktada film Hollywood filmi gibi ilerlemekten vazgeçiyor. Fatih’i başarılı, zengin ve ünlü olup tüm bunlardan pişman olmasını beklerken, hayaller bir türlü gerçekleşmiyor çünkü Şeytan’ı pabucuna ters giydirecek birileri var. Filmin ikinci aksı burada başlıyor. Fatih’in hikayesinden kayarak Şeytan’a ağırlık veriliyor. Bir tarafta şöhret, ünlü olma hayalleri diğer tarafta 1980’li yılların yeni acımasız ekonomi politik atmosferini, çevre kirliğini, AIDS salgını gibi dönemin distopik ögelerini de merkeze koyuyor. Dünyayı ve insanlığı yavaş yavaş ele geçiren bilgisayarlar, ‘şeytanlık’ konusunda Şeytanı bile madara edecek kadar fır döndü reklamcı, müzik yapımcısı ve bilumum organize kötülükler şefi film boyunca karşımıza çıkıyor. Esaslı ruhların peşinde olan Şeytan, tarihin en ruhsuz çağında en büyük mağlubiyetini yaşıyor. Teknofobi, yıkım, çevre felaketleri, savaşlar ve ruhunu kaybeden insanlık karşısında Şeytan bile melek kadar pürü pak kalabiliyor. Bir nevi “İçimizdeki Şeytanlık” mevzusu. Bu anlamda film 1980’li yılların karamsar havasını olduğu gibi yansıtıyor diyebiliriz.

BUGÜNDEN BAKINCA 'ARKADAŞIM ŞEYTAN'

Arkadaşım Şeytan, Atıf Yılmaz’ın her daim sevdiği fantastik ögelerin en fazla öne çıkardığı film olabilir. Özel efektler, sürreal sahneler ve zaman zaman müzikale de göz kırpan oldukça canlı ve hareketli bir sinema dili var filmin. Bu anlamda Evrim Kaya’nın Kutsal Motor kanalında Atıf Yılmaz hakkında konuşurken söylediği gibi yönetmenin sineması her daim coşkulu, karnavalesk ve renkli yapısının doğrudan bir karşılığı gibi aslında. Akışkan, hareketli, geniş çerçeveli ve kaydırmalı sahneler, müzik kullanımı, ışık oyunlarıyla bir karnaval alanında geziyor gibiyiz. Görsel rejim anlamında oldukça başarılı bir film Arkadaşım Şeytan. Lakin, hikâye olarak çok katmanlı yapısı, karakterlerin zaman zaman tek boyutlu kalması ve duygu geçişlerinin tam sağlanamaması filmi biraz kaygan zemine oturtuyor. Fatih’in dönüşümü, Şeytan’ın madara olması ve kötü adamların zekalarının net çizilememesi hikâye akışını zayıflatıyor bir anlamda. Politik söylemin ve dönem eleştirisinin de biraz yüksek sesle söylenmesi de filmin zayıf noktalarından biri olabilir. Şimdi, bu söylediklerim bugünün dünyasından ve bilincinden bakan birinin kolaylıkla görebileceği kusurlar olabilir. Neticede her sanat yapı kendi dönemine aittir ve çok az yapıt zamanın yıpratıcılığına karşı direnebilir. Dolayısıyla kusurları görmek kolay ama bu yapıtların esas güçlü yönlerini yakalayıp bugünden değerlendirmek daha kıymetli gibi geliyor bana. Faust gibi ruhunu şeytana satma temalarının memleket hudutlarına biraz uzak olduğunu söyleyebiliriz.

Hıristiyanlıkla bağları kuvvetli olan Şeytan’a ruhunu satma teması, İslam coğrafyasına tam olarak uyarlamak zorlu patikalar sunuyor. Atıf Yılmaz ve senaristler Ümit Ünal, Ayşe Şasa, seküler ve beynelmilel bir dil yaratarak meseleyi çözmeye çalışmışlar. Sırf filme bugünden bu şekilde bakmak bile çok ilginç okuma alanları çıkarıyor kanımca. Bulgakov’un Usta ile Margarita kitabına göndermeler, Şeytan’ın mağlubiyetini kabul ettiği anda duyduğumuz ezan sesiyle film karnalevsk, kimliksiz ruhuna tam uyan bir mozaik gibi. Ayrıca toplumsal cinsiyet meselesinde de elini bir hayli açık etmesi, lafını esirgememesi de filmi ve dönemi yeniden düşünmek için ilginç kültürel kodlar. Ayrıca genç Özkan Uğur’la yine bu filmde karşılaşmak, enerjik bir şekilde bas çalmasını görmek de iyi hissettiriyor. Ayhan Sicimoğlu, Deniz Türkali de filmde karşımıza çıkan sürprizler.

Arkadaşım Şeytan, bugünün hikâye anlatıcılığı içinde kimsenin kolay kolay cesaret edemeyeceği bir anlatı. Farklı türlerle olan bağlantısı, diyaloğu, saf sinema sevgisi, politik olarak lafını esirgememesi ve renkli atmosferiyle sinema tarihimizde özel bir yerde duruyor. Sinemamızın hızla birbirine benzediği hatta sıkıcı bir Netflixleşme hali yaşadığı şu dönemde neyi unuttuğumuzu ve neyi hatırlamamızı gerektiğiniz hatırlatan bir Arkadaşım Şeytan…

sinema film şeytan Mazhar Alanson Mubi Türkiye