'Bir muz bazen sadece bir muzdur!'

Koli bandıyla duvara yapıştırılmış bir muzdan oluşan "sanat eseri", milyonlarca dolara alıcı bulması tartışmalara sebep olmuştu. Barış Acar'la, konuyla ilgili olarak derlediği ve editörlüğünü üstlendiği "Bir muz sadece bir muzdur!" isimli kitabı hakkında söyleştik.

'Bir muz bazen sadece bir muzdur!'

Barış Acar’ın derlediği ve editörlüğünü üstlendiği Livera Yayınlarından çıkan kitabın ismi: “Bir muz bazen sadece bir muzdur! (Ve tersi de aynı şekilde geçerlidir.)”

Eserde 6 farklı yazar var: Barış Acar, Murat Alat, Rafet Arslan, Noit Banai, Süreyya Evren, Onur Serdar.

Yazarların kaleme aldığı birbirinden farklı bu metinler Maurizio Cattelan’ın “Comedian” adlı çalışmasını tartışıyor.

Kitabın oluşum hikayesini ve detaylarını Barış Acar’a sordum. O da içtenlikle yanıtladı.

'Bir muz bazen sadece bir muzdur!' - Resim : 1

Livera Yayınlarından çıkan bu kitabın derleyiciliği ve aynı zamanda editörlüğünü üstleniyorsunuz. Yayına hazırlama fikri nasıl oluştu? Yazarları ya da yazıları seçerken bir kriteriniz var mıydı?

Öncelikle Livera yayıneviyle bir çağdaş sanat kuramı dizisine başladık. Onun müjdesini vererek söz alayım. Bu dizide Türkiye sanat dünyasında sıklıkla göz ardı edilmesine karşın “aslında çevrilmediği halde belirleyici olan” kimi yapıtlar vardır; onlara odaklanacağız. Ağır ama bir o kadar doyurucu bir dizi olacak diyerek henüz duyurusu yapılmamış diziye dair fazla “spoiler” vermeden soruna geçeyim.

“Hücum Yayınlar” konseptiyle bir yayın dizisi yapmak uzun zamandır aklımda olan bir projeydi. 2018 öncesinde oluşmuştu diyebilirim, daha tam tarih olarak. Corpus Yayınları ile Ekphrasis Üçlemesi’ni yaptığım zamanlardan. Bu fikrimi zaman içinde insanlarla paylaşmıştım ama hayata geçecek ortamı bulamadı maalesef bir türlü. Yayın sektörünün güçlükleri, pandemi vb. derken bugünü bulduk. Bugün arka arkaya iki-üç etmen hızla birleştiği için mümkün olabildi diyebilirim: Öncelikle az önce sözünü ettiğim Livera ile başladığımız sanat kuramı dizisi; ikinci olarak Alp Doğu Eser ile ArtUnlimited dergisi ve YouTube kanalları üzerinden sürdürmeye başladığımız “Karşı-Konuşmalar” adlı video söyleşileri (https://www.youtube.com/@karsıkonusmalar) ve son olarak Maurizio Cattelan’ın Comedian’ının 6,2 milyon dolara el değiştirmesiyle başlayan “çağdaş sanat skandalı”.

Alp’le “Çağdaş Sanatın İtibarsızlaştırılması” başlığıyla yaptığımız ilk konuşmadan başlayarak bir şekilde Cattelan’ın işi, bugünün çağdaş sanatını anlama sorunsalı üzerine geldi merkeze oturdu. Yayınevinin bir toplantısında bir fikrim var diyerek konuyu pat diye masaya koydum. Ana kulvarda yürüteceğimiz ağır kuram kitapları fikrini bozmadan, sanat gündemine şimdi ve burada müdahale edebileceğimiz bir alt seri fikrine nasıl bakarsınız ama bunu hemen yapmalıyız, dedim. Ben yazarları bir araya getireceğim, fikri anlatacağım ve en hızlı şekilde nitelikli yazılardan oluşmuş bir müdahale örgütleyeceğiz; siz de hemen yayın programına alıp basacaksınız. “Şimdi ve burada” Livera’nın sloganı aynı zamanda ve bu öneriye inanılmaz güzel katkılar sunarak ve anında olumlu yanıt verdiler.

Bilen bilir, Türkiye yayın camiasında bu yabana atılacak bir şey değildir. Üç sene ötesine yayın için tarih verilen bir ortamdan söz ediyoruz.

Tabii bu ilk “challenge” idi. En zoruydu (zira böyle uçuk fikirlere bizde daha baştan hiç sıcak bakılmaz – olmaz denir, bir kenara atılır) ama tek zorluk bu değildi elbette. Yazarlara fikri anlatabilmek ve katılımlarını sağlamak gerekiyordu. Aslına bakılırsa bu tarz yayıncılık anlayışı işçi sınıfı için çok yabancı bir anlayış değil.

19. yy. ortalarından itibaren, direniş için olsun, bir hak elde etmek için olsun, bir fikri örgütleyebilmek için, uzun iş saatleri dışında bir araya gelerek tartışıp bildiri yazarak, sonrasında tek tek kurşun harfleri baskı makinelerine dizerek sabahlara kadar baskı yapıp, sabahleyin dağıtmak üzerine kurulu bir yayıncılık anlayışıydı bu.

Lakin geçen zaman aralığında açık ki biz bu tür yayıncılığa olduğu kadar kitabın bir fikri yaymanın ve örgütlemenin aracı olduğu fikrine de yabancılaştık.

Bu yüzden öncelikle yazarlara bunu anlatmak gerekiyordu ama bu konuda şanslı olduğumu söyleyebilirim. 1997 yılından beri yayın dünyasının içindeyim. Aşağı yukarı otuz yıl. Bir sanat tarihçisi olarak, yurtdışında yaşasam da, kimin, nerede, ne yaptığını bilecek kadar Türkiye sanat tarihine dair her şeyi yakından takip ediyorum. Bizde tarih her zaman biraz diasporik olmuştur zaten. Bunun da sebepleri var elbet.

Süreyyya Evren, konuyu benden ilk duyan kişi oldu. Zira onun çağdaş sanatın işleyiş mekanizmaları ve stratejileri üzerine her zaman derin analiz ve yeni/ beklemedik fikirleri vardır. Konuyu duyar duymaz onunla oynamaya başladı zaten. Murat Alat, o sıralarda Cattelan’ın söz konusu işi üzerine “Şarlatan” diye bir yazı kaleme almıştı online bir platform için. Yazıda sanat piyasasının işleyiş dinamikleri ve Cattelan’ın buradaki özgün konumuna dair söylediği yeni şeyler vardı. Hemen kendisini arayıp bu yazıyı geliştirmek isteyip istemediğini sordum ve o da kabul etti.

Bir yandan konunun teorik boyutu varken bir yandan da pratik yansımalarının göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyordum. Bu yüzden sanatçı yazıları olmalıydı kitabın içinde. Rafet Arslan ve Onur Serdar aklıma gelen ilk isimlerdi. Rafet’in Sürrealizm Türkiye’den şiir performanslarına Türkiye avangardının yaşayan tarihi olması gibi bir vasfı var. Pratikteki mevcudiyetinin yanında teorik donanımıyla da. O, avangard tarihi üzerinden konuya bakmayı kabul etti. Onur’un ise iyi bir tasarımcı olarak reklam dünyası ve onun çağdaş sanat piyasasındaki dolaşımı üzerine muazzam çözümlemelerini bizzat biliyorum. Böylece içeriden ve dışarıdan konuyu kuşatabilecektik.

Noit Banai ise benim Viyana’da derslerine katıldığım, politik duruşu ve enerjisiyle her zaman beni kendine hayran bırakmış bir çağdaş sanat tarihçisidir. Yılın son günleri, ben onu Şangay’da bulacağımı sanırken NY’de yakaladım ve heyacanla yayınımızın niteliğini anlattım. Az önce sözünü ettiğim işçi sınıfı yayıncılık geleneğini referans noktamız olarak koydum. Ailesiyle Noel tatilindeydi.

Bana iki saat ver, ne yazabilirim bir düşünüp geri arayayım dedi. Geri aradığında cevabı olumluydu ve Cattelan üzerine fikirleri iki gün içinde müthiş bir makaleye döndü.

Benim meselem ise Comedian’a bir yandan sanat tarihi kuramı içerisinden, bir yandan da felsefi “yüce” kategorisinin perspektifinden bakarak çağdaş sanatın mantığına ve onun avangardla kesişimine dair bir şey söyleyebilmek idi. Ne kadar becerebilip ne kadar beceremediğimin yargısı okurundur elbette.

Başka yazar arkadaşlarla da konuştuk elbet proje üzerine ama gerçekten bu hızda yazmak ve projeye katkı sunmak inanılmaz zordu. Onlarla sonraki projelerde birlikte yol almak üzerine anlaştık.

Yine de benim için kritik nokta şuydu; Cattelan vesilesiyle karşımızda duran ve çağdaş sanatın niteliğine dair bize çok şey söyleyen bu olguyu farklı pespektiflerden inceleyebilmek. İşin kolayına kaçmadan, topyekün bir sanat yapma pratiğini yok saymadan ya da kahve muhabbeti kıvamında sosyolojik eleştirilere kurban etmeden bir yapıtı/ onun yarattığı olayı değerlendirebilmek...

Neticede ortaya çıkarttığımız kitapta çok başarız olmadığımızı düşünüyorum.

'Bir muz bazen sadece bir muzdur!' - Resim : 2

Kitapta eksik gördüğünüz mevzular var mı? Var ise bunları açıklar mısınız?

Belki iki noktanın içimde ukte olarak kaldığını söyleyebilirim: İlk olarak Borudieucü perspektiften bir analiz gerekiyordu ve hâlâ da gerekiyor olaya dair. Bourdieu ile estetik teorisini ele alışı bağlamında çok hemfikir olmasam da onun bu vakanın kamuda yarattığı infilale dair söyleyecek şeyleri olduğunu hissedebiliyorum. Türkiye’de 2000’lerin başından beri yükselen bir Bourdieucü dalga var. Onların söyleyecek sözü olmalı diye düşünüyorum. Denedim, denemedim değil ama maalesef müdahalenin hızı bunu kapsamaya olanak vermedi.

İkinci olarak ise psikoloji perspektifinden bir yapıt analizi olmalıydı kitapta. Benim gördüğüm kadarıyla kimse bu konu üzerinde durmuyor ama sanat piyasası tarafından imaj olarak böylesi fallik bir objenin “seçilmesi” ve “dolaşıma sokulması” üzerinde defaatle durulması gereken bir olgudur. Burada fallik formu hem Lacancı anlamda “babalık işlevi” ve ilksel kastrasyonun simgesi hem de/ ve de pornografinin gündelikleşmesi anlamında değerlendiriyorum ben. Her iki şekilde de farklı formalarda faşizmlerin yeniden hortladığı 21. yüzyılın ikinci çeyreğinde bu seçimin anlamı üzerine daha çok konuşmamız gerekiyor kanımca.

'Bir muz bazen sadece bir muzdur!' - Resim : 3

Kimi sanat çevreleri Cattelan'ın “Comedian” işine negatif bir yerden baktı. Hatta “muzdan sanat eseri olur mu?” gibi sorular gündeme geldi. Siz ise kitaptaki yazınızda hücum denemesinden söz ediyorsunuz. Hücumdan kastınızı açıklar mısınız?

Sadece kimi sanat çevreleri değil, hemen herkes bu sanat olayının bir “scam” (dolandırıcılık) olduğunda anlaşmış gibi görünüyor. Benim yazımdaki tezim ise, bunun tam aksine, Comedian’ın bize kendi yüzümüzü gösterdiği için bu kadar çok infial yarattığı yönünde. Bu yüzden “Comedian”’ı Manet’nin “Kırda Öğle Yemeği” (1862-63) tablosu ile karşılaştırıyorum. Özellikle sanat alanında kitleler bir şeyle dalga geçmeye başladılar mı, orada hareket halinde olan başka dinamiklerin olduğunu düşünüyorum ben.

Bir nevi toplumsal bilinçdışı işlevini görüyor sanat bu manada. Manet için bu 19. yüzyıl Paris’inin dekadan burjuvazisiydi. 21. yüzyılda Cattelan için kripto para borsasının şapşallığı denebilir.

Herkes buna bir dolandırıcılık gözüyle bakıyor, çünkü herkes kolay yoldan para kazanmak istiyor ve bunun dinamiklerini çözmeye çalışıyor.

Dolayısıyla aynen Manet’de olduğu gibi, Cattelan’da da yapıt dönemine müthiş bir ayna tutuyor diyebilirim, bu metafordan çok hazetmesem de.

Hücum burada devreye giriyor. Ben yapıtı piyasa ilişkileri içinde değil, avangard eylemin bir devamı niteliğinde, yaşamı dönüştürmek için nasıl kullanabilirim diye bakıyorum. Sanatçısı bunun aksini söylese dahi bunu yapma hakkımız vardır, biliyorsun. Sanatın manası budur. Bin yıllar önce yapılmış bir Antik Mısır heykeline bugün bambaşka bir gözle bakabiliriz. Sanat yapıtının gücü burada gizlidir. Falanca kralın güçlü hükümdarlığının emaresi değildir artık o, yaşam lehine yeniden ele geçirilmiş ve içeriklendirilmiştir. Formların politikası böyle işler. Anlamın kendiliğinden ve mutlak değil, yaşayan için ve sürekli yeniden kurulmakta olduğu bir varlık katmanından gelir. Dolayısıyla güya eleştirel olan “piyasa içi” konuşmalar yapmak yerine yapıta çok daha geniş bir perspektiften nasıl bakabiliriz diye denedik bu kitapta. Noit Banai performatifliğin Batı sanat tarihindeki işleyişi üzerine müthiş bir metin kaleme aldı. Ben Cattelan’ın kurucu unsurları diyebileceğim kilit sözcüklerle (İtalya, ironi, nihilizm) yola koyulup sıradan olanın başkalaşımı ve avangard hamle sonrası “yüce” kategorisinin dönüşümü üzerine bir metin yazdım. Süreyyya Evren, toplumla sanatın kesiştiği yerde çağdaş sanatın nasıl bir inip bir çıkışa geçtiği üzerine düşündü. Murat Alat, fuarcılık içinde Comedian’ın oyununa baktı. Rafet Arslan, avangard tarihinin içinden görmeye çalıştı Cattelan’ı. Onur Serdar reklam dünyasının ve çağdaş sanatın kurucu unsuru haline gelmiş fonlama mantığı üzerinden muzun nasıl olup da “the muz” olabildiğine odaklandı. Hücum, bu noktada. Cattelan’ın pasına hep birlikte hücum ettik diyebilirim.

'Bir muz bazen sadece bir muzdur!' - Resim : 4

Cattelan'ın “Comedian” ile Duchamp'ın “Pisuar” işi arasında örme eylemine girişsek bir bağ oluşur mu?

Murat Alat yazısında bunu güzel anlatıyor kitapta. Duchamp’dan nasıl başka bir hamle olduğunu anlatıyor Cattelan’ın işinin. ArtUnlimited ve Youtube üzerinden yayın yapan Karşı-Konuşmalar dizisinde ben Duchamp’ın hamlesi üzerinde epey etraflıca durdum. Tekrara düşmek istemem. Avangard hamlenin sanata getirdiği şey “kutsal”ın ve “yüce”nin yer değiştirmesidir. Bütün temsil geleneğinden “yüce”yi söker avangard ve eline alıp seyirciye gösterir: İşte buna taptınız! Büyük harfle konuşulan, “yüce” Sanat’a karşı Duchamp’ın eylemi ile Cattelan’ınki arasında paralellikler var tabii ki ama ayrımlar da var.

Marcel Duchamp, avangard bir dövüşçüydü. Ne söylediğini çok iyi biliyordu ve yerleşmiş sanatsal kalıplara, sosyal örüntülere ve politik saçmalıklara karşı inanılmaz bir karşı duruş sergiliyordu.

Maurizio Cattelan’ın tavrında avangard unsurlar var ama bunlar büyük oranda piyasa tarafından hızla emilerek öğütülme potansiyelini de içinde taşıyor.

Hatta sanatçısı tarafından bunlar özenle buraya yerleştiriliyor da diyebilirim. Dolayısıyla Duchamp ile Cattelan’ı aynı potada değerlendirmenin yolu yok.

Belki daha çok Andy Warholvari, piyasayla çok iç içe bir pozisyonu var Cattelan’ın, ancak Warhol’daki sanatsal yeni perspektifler yaratma, birliktelikler üretme potansiyeli de yok tabii. Bu yönüyle avangardın suyunun suyunun suyu desek yeridir Cattelan için. Ancak her seferinde ısrarla altını çiziyorum: biz bir yapıtı piyasanın bize gösterdiği şekilde görmek zorunda değiliz. Sanatın gücü buradadır. Bakmanın her zaman başka biçimleri olduğunu anımsatır bize sanat. Biz, toplumsal algıyı taciz etmek için duvara asılmış muzu duvardan söküp sahibini taciz etmek için her zaman kullanabiliriz. Comedian’ın oyununa bu da içkindir. Ez cümle, sanat bizim onda gördüğümüz olanaklarla ilgilidir. Piyasanın onda gördüğü meta olarak değerini tartışmayı aşabilirsek kendi sorunlarımıza odaklanabileceğiz diye düşünüyorum. Kitabımızın amaçlarından en önemlisi buydu bence.

Bu kitap sonrası yine editörlüğünü üstleneceğiniz çağdaş sanatın gündemine has farklı seriler gelecek mi?

Başta söylediğim gibi, Livera Yayınları ile kalkıştığımız hareket, piyasanın kendisinin olduğu kadar, ona karşı imiş gibi geliştirilen eleştirinin de bayağılığına karşı sanat lehine bir atak geliştirebilme çabası idi. Ben bunun avangardda gizli olduğunu düşünüyorum hep. Hücum Yayınlar bu olanağın üzerine hep birlikte düşünüp geliştirebileceğimiz bir platform olacak umarım. Yeni bir hücum hazırlığı içindeyiz. Sanat piyasasını epeyce meşgul eden ve hem üretimi hem eleştirisiyle kitsch sınırlarının ötesine geçemeyen bir başka sanat olayına karşı bir salvo yolda diyeyim şimdilik.