Çağla Demirbaş: 'Media omitted', 'araç, mesajdır' önermesinin derinden hissedildiği bir iş

Çapraz banyolama işlemi ile yapılmış bir seri çift pozlama fotoğraftan meydana gelen '' FiLBooks tarafından yayımlandı. Sanatçı Demirbaş, bir ayrılığın vesile olduğu bu projeyi ortaya çıkaran durumu "bir tür mutlu kaza" olarak niteliyor.

Çağla Demirbaş: 'Media omitted', 'araç, mesajdır' önermesinin derinden hissedildiği bir iş

Abdullah EZİK

cagla-300x300.png
Sanatçı Çağla Demirbaş

Bu söz konusu ilişkinin diğer yarısı, kullanmadığı eski, analog bir Leica’sını bana hediye etmişti. Fotoğraf çekmeyi hep severdim, ama o dönem fotoğraf ile profesyonel olarak ilgileneceğimi düşünmüyordum. Hatta hayatımda olduğu o dönem ilk kez yurtdışında bir workshop’a seçilmiştim ve buna gerçekten şaşırmıştım. Bu workshop’ta ürettiklerim sayesinde ilk kez işlerim bir galeride sergilenecekti.

Neyse, sorunuza dönersem, bana hediye ettiği bu Leica’yı ayrılık sonrası bir kenara attım. Bu ayrılık her ne kadar beni o kadar etkilememiş olsa da geriye dönüp baktığımda o dönemi hatırlamak istemiyordum. Kendi kişisel tarihimde de çok zorlandığım, büyüme sancıları yaşadığım bir dönemdi. Hatta bu ilişkinin gündemime gelmesinin yegâne sebebinin benim bu yalnızlığım olduğunu söylemek yanlış olmaz. Belki bu yüzden o Leica’yı hiç kullanmamıştım.

Aradan geçen iki yılı aşkın sürede profesyonel olarak fotoğrafla ilgilenmeye başlamıştım, artık bir fotoğrafçı asistanıydım. Copenhagen Photo Festival için Kopenhag’a seyahat edecektim. Yolculuk için eşyalarımı toplarken kendi kameramı bir türlü bulamadım. Dürtüsel bir kararla elimin bir türlü gitmediği o Leica’yı götürmeye karar verdim. Fakat bir sürpriz beni bekliyordu: kamera çalışmıyordu. Bu durum bana gülünç gelmişti, ayrılık sonrası kameranın çalışır kondisyonda olduğuna dahi bakmamıştım.

Hemen soluğu daimî müşterisi olduğum Foto Analogue’da aldım. Şu an sorun tam neydi hatırlamıyorum ama kolayca çözülmüştü. Bu fotoğraf laboratuvarının kurucusu olan Duhan Şıblakay, kamerayı tamir ederken içinde bir film rulosu olduğu gerçeğiyle de yüzleştirdi beni. Bu keşif, beraberinde birden fazla sorunsalı da getirdi: Bu film rulosu kullanılmış mıydı? Makineyi tamir ederken rulo başa sardığı için, benim çekeceğim fotoğraflar halihazırda çekilmiş fotoğrafların üstüne mi binecekti? Eğer bu film rulosu kullanıldıysa bile, yine tamir sırasında kapak açıldığı için fotoğraflar yanmış mıydı? Belki de bu film rulosu kullanılmadan bir jest olarak makinenin içine koyulmuştur. Yine de, uzun süre makinenin içinde beklemiş bu rulonun iyi sonuçlar göstereceği ne malumdu? Duhan bütün bu ihtimallere dair beni hazırlarken film rulosunun 2005 yılına ait olduğu ve artık üretilmediği bilgisine ulaştık. Artık rulonun yanıp fotoğrafların gözükmeyecek olması ihtimali iyice ağırlık kazanmıştı. Bu öğrendiklerimin ışığında beklentilerimi iyice düşürmekten başka çarem yoktu.

Kopenhag’a gittiğimde film rulosunu “çektiğim fotoğraflar belki de çıkmayacak” düşüncesinin verdiği keyifli bir boşvermişlik ile bitirdim. Bu boşvermişlik, fotoğraf çekerken her zamankinden daha az seçici davranmam şeklinde de tezahür etti.

Döndüğümde yine Foto Analogue’un yolunu tuttum ve film rulosunu teslim ettim. Birkaç gün sonra bir akşamüzeri bana taranmış fotoğrafların linki geldi. Fotoğraflara ilk baktığımda ne hissettiğimi hala çok iyi hatırlıyorum, tüylerim diken diken olmuştu. Duhan’ın beni uyardığı bütün ihtimaller tek tek gerçekleşmişti.

Film rulosu gerçekten de kullanılmıştı ve bütün kareler çift pozlanmıştı. Onun yıllar önce, dünyanın bambaşka bir yerinde çektiği fotoğrafların üzerine benim neredeyse 15 yıl sonra çektiğim fotoğraflar binmişti. Ama önümdekileri sadece çift pozlama diye tanımlayıp geçemiyordum. Karşımdaki fotoğraflar kusursuz bir şekilde hizalanmıştı. Bu hizalanmayı sadece çerçeveleme olarak değil, aynı zamanda fotoğrafların içindeki unsurların mükemmel uyumu anlamında da kullanıyorum.

cagla-demirbas-media-omitted-2.jpg

'HİÇ ANLAŞAMAMIŞ İKİ İNSANIN FOTOĞRAFLARI ÇOK İYİ ANLAŞMIŞTI'

Danimarka’da Louisiana Museum of Modern Art’ın bahçesinde çektiğim ufuk çizgisi, yine bir ufuk çizgisi fotoğrafının üzerine yerleşmişti meğer. Alttaki fotoğrafta kim olduğunu bilmediğim kadın figürü, benim gerçekliğimde bir kayanın üzerine konumlanmıştı. Bu kadın figürünün yanı sıra kim olduğunu bilmediğim bir sürü kişi vardı bu karelerde. Dalga geçermişçesine, bir türlü tanıştırma fırsatı bulamadığımız arkadaşlarımız bu sayede tanışmıştı. En özet haliyle, hiç anlaşamamış iki insanın fotoğrafları çok iyi anlaşmıştı.

Bu çift pozlamanın yanı sıra fotoğrafların fuşyalığı da görmezden gelmek imkansızdı. Bu da yine tarafımca bilinçli yapılmış bir müdahale değildi. Yine Danimarka dönüşü fotoğrafları tabettirmeye bıraktığımda film rulosunun yaşı ve çoktan ışık görme ihtimali tekrardan gündeme gelmişti. Fotoğrafların çıkmama ihtimalini ortadan kaldırmak adına çapraz banyo (cross process) denilen bir işlemi kullanma kararı almıştık, bu da renklerin farklı çıkabileceği önkoşulunu kabul etmek demek oluyordu.

06-media-omitted.jpg
Çağla Demirbaş - <Media omitted>
Yayınevi: FiLBooks
Basım Yeri ve Yılı: İstanbul, 2024
Görsel Editör: Cemre Yeşil Gönenli
Asistan: Yiğit Aksan
14.85 x 21cm
35 Edisyon

İLK KEZ “İŞLER DEĞİŞTİ” İSİMLİ KARMA SERGİ ARACILIĞIYLA İZLEYİCİYLE BULUŞMUŞ OLDU

'BU FOTOĞRAFLARIN BİR PROJEYE DÖNÜŞMEMESİ İMKANSIZDI'

Bu tekniği nasıl kullandığım ve fotoğraf pratiğimde nasıl bir karşılığı olduğu sorularını nasıl cevaplayacağımdan da emin değilim. Bu fotoğrafların bir projeye dönüşmemesi imkansızdı diyebilirim. Ben deklanşöre bastığımda hikâye kendi kendini yazmıştı.

cagla-demirbas-media-omitted-5.jpg

'BİR TÜR MUTLU KAZA'

Yukarıda da bahsettiğim gibi bir nevi çapraz banyo ile ilerlemekten başka çarem yoktu. Ortaya çıkan sonucu kavramsal bir çerçeveye oturtmayı melankolik bir determinizm olarak tanımlayabiliriz belki. Bu hayal kırıklığı denecek ilişkinin ve beklenti olmadan çektiğim bu fotoğrafların "bir sebebi var"dı belki de. Ayrılık sonrası Leica’ya nasıl elim gitmediyse fotoğraflardaki bu tüyler ürpertici uyumu gördüğümde benzer bir tepki vermediğim ve peşine düştüğüm için mutluyum.

Fotoğrafları yeniden bağlamsallaştırma sürecinde İngilizce’deki serendipity kavramı karşıma çıktı ve hemen benimsedim. Türkçe’deki karşılığıyla tevafuk: Birbirine denk gelme. Hoş bir şekilde uyum olma hali. Bir tür mutlu kaza.

Fotoğrafların bana ait olan katmanlarının bir kısmını İstanbul’da, daha büyük bir kısmını da Kopenhag’da çektim. Fotoğraflarımın üzerine pozlandığı diğer fotoğraflar ise nerede çekildi bilmiyorum. Almanya ve İtalya olduklarını tahmin ediyorum. Karelerin 2005 yılından olduğunu varsayınca o bile hatırlamazdı herhalde, trekking için sık sık yurtdışına çıkan biriydi. İletişim halinde olmadığımız için soramıyorum da.
Aslına bakarsanız ona sorsam bile bilmeyecekti ki. Sonuçta bu fotoğraflar hiçbir zaman tabettirilmemişti ve bana bu kamerayı hediye eden kişi bile bu fotoğrafları görmemişti. Kendi çektiği fotoğrafları tanıyamaması olasıydı.

Henüz kitabın bu özelliğinden bahsetme fırsatı bulamadım, ama fotoğrafların arasına serpiştirilmiş WhatsApp yazışmaları da anlatının önemli bir kısmını oluşturuyor. Bu diyaloglar WhatsApp’ta konuşmayı dışarı aktardığınızda karşınıza çıkan .txt uzantılı dosyadan olduğu gibi alındı. Her mesaj öncesi kaydedilen tarih ve saat bilgilerini ve Courier yazı tipini de dahil etmeye karar verdik.

Bu diyalogların sadece fotoğraflara eşlik etmekle kalmayıp hikayedeki boşlukları doldurmaya da yardım etmesini, en azından yeltenmesini, istiyordum. Bu mesajların içeriğine veya üstverilerine dokunmasam da serideki fotoğraflar gibi yeni bir bağlamda hayat bulmaları benim için önemliydi. Bu yüzden farklı zamanlara ait mesajları bir araya getirip yeni bir diyalog yaratarak bir nevi çifte pozlama tekniğini taklit ettim diyebilirim. Bu halleriyle bir yandan altyazıları ya da sessiz filmlere özgü arabaşlıkları anımsatıyorlar.

Kitabın kurgusuna dönersek, elimden geldiğince bu ilişkiyi onore etmeye ve adil davranmaya çalıştım. Bu ilişkinin yürümemesin ardında bir sürü sebep ve vardı, ama kimseyi ya da bir olayı işaret etmeden bu ilişkinin zaman çizelgesini en sade şekliyle anlatmayı seçtim diyebilirim. Bütün o yoğun pembenin ardında aslında çok yalın bir hikâye var, belki de bütün aşk hikayelerini damıttığınızda ortaya çıkan gerçeklik. İki insan tanışıyor, bir araya geliyor ve başka yollarda ilerlemeye karar veriyorlar.

cagla-demirbas-media-omitted-4.jpg

Kitaba “hükmeden” pembe renk, gerek imlediği gerçekler gerekse bu gerçeklere aykırı bir şekilde hissettirdiği duygularla ortaya derin bir tezat çıkarır. Bu tezat, okurla/izleyiciyle metin/kitap/görsel arasındaki bağın da farklı şekillerde kurulabileceğini gösterir. Pembe rengin verdiği romantik düşünceye aykırı bir şekilde anlatılan hikâye oldukça karamsardır. Siz bu tezatlığı/karşıtlığı nasıl kurguladınız?

Her şeyden önce hayata pembe gözlüklerle bakmak deyimini hatırlatıyor bana. Seriyi ürettikten sonra birkaç kez kendimi ilişkiyi olduğundan daha iyi ve tatmin edici şekilde hatırlarken yakaladım. Bu pembelik yeri geldiğinde okuyucu için yorucu veya fazla güçlü gelebiliyor, onu fark ettim. Ama dediğiniz gibi bu romantik hissiyata tezat olan hüzünlü bir taraf da var. Fotoğraflara dikkatli baktığınızda hayaletvari figürler, bir köşede tek başına kalmış hatta sıkışmış silüetleri görüyorsunuz.

Hatta bu noktada bir adet kamera ve kör noktadan oluşan bir alegoriyi kullanmayı çok seviyorum. Kendimi bir kamera ve radarıma girmemiş hikayeleri birer kör nokta olarak konumlandırıyor. Bu kör noktalar kamera tarafından sonunda görülebildiğinde, kamera mı kendini kör noktaya çeviriyor? Yoksa kör nokta, kameranın görüş alanına girmeyi mi beceriyor? Sanırım cevabı ben de bilmiyorum.

sergi fotoğraf sanatçı kitap sanat