Çevirmenler ve editörler yayıncılık sektöründeki sömürüyü anlattı: ‘Sermayenin şefkatle sömüreni olmaz’
Cengiz Anıl BÖLÜKBAŞ
ANKARA - İthaki Yayınları'nda çalışanların, maruz bırakıldıkları emek sömürüsü ve hak ihlallerini dile getirmeleriyle birlikte yayıncılık dünyasının gölgede kalan emekçilerinin sorunları gündeme taşındı.
Yayınevi çalışanlarının uzun yıllara yayılan düşük ücret, mobbing, işsizlik gibi sorunları; yayıncılık sektörünün giderek daha fazla ticarileşmesi, ekonomik zorluklar gibi etkilerle katlanarak devam ederken konuyla ilgili konuştuğumuz çevirmen Ferit Burak Aydar, yayınevlerinin bir sermaye kurumu olduğunu ve sermayenin şefkatli sömüreni olmadığını söyledi.
Editör Seçil Epik de, “Yayıncılık sektöründe emek sömürüsünün, hem devlet hem patron kaynaklı sansürün ve güvencesizliğin bu kadar normalleştiği, sistematikleştiği çok az ülke var" dedi.
KIDEMİ VE İHBAR TAZMİNATI VERİLMEDİ, TEHDİT EDİLDİ
İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu Ferit Burak Aydar, 20 yıla yakındır çevirmenlik yapıyor. Bu süreçte birçok yayınevinde çıkan onlarca kitabın editörlüğünü ve çevirmenliğini yapan Aydar, sektördeki sorunları en derinden yaşayan isimlerden birisi.
Aydar’ın 2018 sonunda 2 yıl kadrolu editör-çevirmen olarak çalıştığı Koç Üniversitesi Yayınları’ndan ayrılırken “sözleşmesinin süreli sözleşme olduğu” bahanesiyle kıdem tazminatı verilmedi. Aydar, işe girerken o dönem yayınevinin başında olan Cem Akaş ve yardımcısı Rana Alpöz'e, iş yerlerinde 11 ayın sonunda çalışanları işten çıkartıp tekrar işe alma gibi örnekleri hatırlatarak neden böyle bir sözleşme imzalatıldığını sordu. Cem Akaş da “kadro açılması zor, prosedür gereği böyle, ilk yılın sonunda otomatikman kadroluya dönecek” dedi.
Bu cümle Aydar ile birlikte işe giren diğer çalışanlara da söylendi. İşten ayrılırken insan kaynakları, sorunu anlatan Aydar’ı geçiştirdi. Aydar “Hakkımı mahkemede arayacağım” deyince de “Bir daha Koç grubuyla asla çalışamazsınız” sözleriyle tehdit edildi. Aydar’da bunun üzerine, "Zaten (mevcut Genel Yayın Yönetmeni) Rana Alpöz'e bir daha burayla çalışmayacağımı söyleyerek, çeviri teklifini reddettiğini ifade etti.
Aydar, yaşananlarla ilgili dava açtı. Süreçte her şeyin tanığı olan Rana Alpöz ise mahkemeye Koç Üniversitesi Yayınlarının tanığı olarak geldi. Dava sonucunda mahkeme Aydar’ın kıdem ve ihbar tazminatını almasına yönelik karar verdi. Kararın ardından yaşanan süreci Aydar şöyle anlattı:
“Fakat sermaye anasının gözü. Orada durur mu? Üç yıldır istinafta sürünüyor dava, para pul oldu. Ama benim için mesele verecekleri üç kuruş değildi sadece. Alenen yalan söylenmesi, üçkağıtçılıktan medet umulması, kendisi de çevirmen olan Rana Alpöz’ü bu yalancılığa alet etmeleri, esas zoruma giden bu oldu.”
‘YAYINEVİ ÇALIŞANLARI VAROLUŞ SAVAŞI VERİYOR’
Yayınevleri bir sermaye kurumu ve ticari işletme olduğunu belirten Aydar, “Sağcı olmuş, solcu olmuş, banka olmuş, dinci olmuş, fark etmez. Sermayenin küçük burjuvazisi olur büyük burjuvazisi olur ama şefkatli sömüreni olmaz. Burada niyetlerden bağımsız olarak nesnel bir ilişki var: Çoğumuz ücretli işçiyiz, dolayısıyla sermayeyle çıkarlarımız zıt. Kriz dönemlerinde bu çelişki daha da ayyuka çıkıyor. Yayınevi sahipleri gayet güzel paralar kazanıyorlar, bankası şirketi tam da kitap basarak toplumda kültürel sermaye ediniyor. Yayınevi emekçileri ise güvencesiz, üç kuruşa çalıştırılıp sosyal medya olduğu için tahammül edilen çarklar olarak varoluş savaşı veriyor” diye konuştu.
‘DİL BİLEN VE İŞSİZ OLAN UCUZ İŞGÜCÜ PEYDA OLDU
Yayıncılık sektörü nitelik gerektiren bir sektör olmasına rağmen çalışma koşullarının en kötü olduğu alanların başında geliyor. Bunun birçok nedeni olduğunu vurgulayan Aydar'a göre, en önemli noktalardan biri de emek piyasasının dönüşümü:
“Bizde tarihsel olarak çeviri işinin önemli bir kanadında çeviri hali vakti yerinde kişilerin meşgalesi ya da ek işi olmuştur. Yayınevlerinin çoğu ben sektöre girdiğimde bu gözle bakıyordu bize. “Çeviri yapmak bir onurdur, parayı ne yapacaksın?” gibi. Ama aynı dönemde Türkiye’de emek piyasası da dönüşüyordu. Her mahalleye bir üniversite ucubesi sonucu piyasada dil bilen ve işsiz olduğu için arada bir-iki çeviri yapacak yüzbinlerce ucuz işgücü peyda olmuştu. Nitekim bugün de kronik işsizlik kapsamında, “güzel güzel evinde oturup para kazanacağını" düşünen sayısız insan yayınevleri için bulunmaz bir nimet. Hal böyle olunca, yayınevlerinin işleri bir vasat altında buluşuyor ve beğenmeyene kapıyı göstermek de kolay oluyor.”
‘GÜÇLÜ SINIF ÖRGÜTLERİNE İHTİYAÇ VAR’
Peki yayınevi çalışanlarının sorunları nasıl çözülür? Aydar, bu soruya işçi sınıfının genel koşullarından bağımsız çözüm düşünemediğini belirterek, güçlü sınıf örgütlerine ihtiyaç olduğunu vurguladı.
Aydar, “Komünist Enternasyonal’in kuruluş yıllarında olduğu gibi, sınıf örgütlerini sosyal ve kültürel örgütlenmelerle beslemek ve güçlendirmek de bunun bir parçası tabii. Ama sorun bugün çok daha girift. Devlet okumuş insan istemiyor, eğitimi köstekliyor. Okur kitlesi yoksa hangi yayıncılıktan bahsedebiliriz ki?” dedi.
‘SÖMÜRÜNÜN BU KADAR YAŞANDIĞI BAŞKA SEKTÖR YOK’
Lisans eğitimini Türk Dili ve Edebiyatı alanında tamamlayan Editör Seçil Epik de, 2013’ten bu yana çeşitli yayınlar için queer feminizm çerçevesinde edebiyat ve güncel sanat eleştirileri yazıyor. 2016-2019 yılları arasında çevrimiçi kitap, kültür ve kritik sitesi K24'ün editör kadrosunda yer aldı. 2021 yılında yayın hayatına başlayan Umami Kitap’ın kurucu ortağı ve editörü olan Epik, şu an bağımsız güncel sanat platformu Argonotlar’ın editörlüğünü yapıyor.
İthaki Yayınları’nda çalışanların yaşadığı hak ihlallerini vurgulayan Epik, yayıncılık sektörünün her zaman gençlerin hayallerini sömürme üzerine kurulu olduğunu belirtti. Türkiye’de yayınevleri ve ajansların, editör olmak isteyen ya da bir şekilde kitaplar üzerine çalışmak isteyen gençlerin “staj” adı altında ücretsiz ya da çok düşük ücretlerle, sigortasız çalıştırılmasıyla ayakta kaldığını belirten Epik, "yayıncılık sektöründeki hak gaspının, mobbing ve emek sömürüsünün bu kadar yaşandığı başka sektör daha olmadığını" belirterek şunları söyledi:
"İthaki’de yaşananları tüylerim diken diken okudum. O belirsizlik halini; hiçbir hakkın yokmuş gibi davranılmasını, patronun seni muhatap bile almamasını ve güvencesizliği, yolu yayınevinden geçmiş her editörün de benim gibi zorlanarak okuduğundan eminim. Sel Yayıncılık’ta yaşananlar, Epsilon Yayınları’nın editörlerine İthaki’ye çok benzer şeyler yaşatması, YKY’nin çevirmen telifleri konusunda yaptıkları ve şu an İthaki’de yaşananların ortak yönü bu yayınevlerinin “patron şirketi” olmasından kaynaklanıyor bence. Yayınevi patronları yayıncılık gönül işidir gibi davranıp işçilerini, çevirmeni, tasarımcıyı, son okumacıyı sömürürken kendileri büyük paralar kazanmaya devam ediyor” dedi.
‘SÖMÜRÜNÜN BU KADAR SİSTEMATİKLEŞTİĞİ ÇOK AZ ÜLKE VAR’
Epik’e göre, söz konusu yayınevlerinin bir diğer ortak özelliği de yayın listelerinin çok satanlarla, "hep satarlar" ile dolu olması. Yayınevinde çalışan birçok editörün kalifiye, iyi kitapları yakalayan, yayımlayan insanlar olduğunu dile getiren Epik, “Buna rağmen işçi haklarına asgari düzeyde ulaşmaları, hayatlarını idame ettirecek maaşları almaları mümkün olmadığı gibi bir de maruz bırakıldıkları mobbing ve psikolojik şiddetle karşı karşıya kalıyorlar. Yayıncılık sektöründe emek sömürüsünün, hem devlet hem patron kaynaklı sansürün, güvencesizliğin bu kadar normalleştiği, sistematikleştiği çok az ülke var. Bunun elbette ülkenin genel politik ve ekonomik iklimiyle de bağlantısı var. Patronların ahlaklı olmak ya da etik gibi bir sorunu yok.
Yasaların da ya kendilerinden yana olacağını ya da zaten korku ve tedirginlikle bastırdıkları çalışanların hak arama yoluna girmeyeceğini düşünüyorlar” diye konuştu.
‘SEKTÖR ERKEKLİĞİN, HETEROSEKSİZMİN KALESİ OLAGELDİ’
Yayıncılık sektöründe kadınlar ve LGBTİ+'lar sorunları daha derinden yaşıyor. Eşcinsel bir kadın editör olarak bu sorunların ayrı bir haber konusu olacak kadar uzun olduğunu dile getiren Epik, konuyla ilgili şunları söyledi:
“Herkesin bildiği gibi yayıncılık sektörü erkekliğin, heteroseksizmin, beyazlığın ve sınıf ayrıcalığının kalesi olageldi. Büyük yayınevlerinin yönetici kadrolarına bakmak yeterli, buralarda queerleri ve kadınları göremezsiniz. Eğer cinsiyet ve cinsel yönelim eşitliğiyle derdi olan biriyseniz bu tarz patron şirketi mantığıyla yürütülen yayınevlerine girmeniz de barınmanız da ancak büyük mücadelelerle mümkün olabiliyor. Bu da tahmin edersiniz ki son derece yıpratıcı bir süreç çalışan için. Bir yayınevi işçisi olmak, yazarlarla çalışmak, kitaplar yayınlamak sizi cinsiyetçilik, homofobi ve transfobiden korumuyor maalesef. Yayıncılık “bro kültürü”nün benimsendiği ve yaşatıldığı bir sektör. Bir kadın ya da LGBTİ+ kimliklerinden birine sahip olmak sizi zaten doğrudan bunun dışında bırakıyor. Bu çok daha büyük bir sistem sorunu olduğu için, Türkiye gibi ülkelerde biz kadınlar ve lubunyalar olarak sektörde ancak kendi güvenli alanlarımızı yaratmaya çalışarak ve dayanışmayla var olabiliyoruz.”
‘EN İYİ ŞEY SES ÇIKARMAK VE MÜCADELELERİN TAKİPÇİSİ OLMAK’
Epik, sorunların çözümüne ilişkin yapılabilecek en iyi adımın ses çıkarmak ve çalışanların hak mücadelesinin takipçisi olmak olduğunu söyledi. Epik, “Yine umutsen.org’da yayınlanan söyleşideki editör arkadaşımın sözlerine döneceğim: ‘Türkiye’de yayıncılık dediğimiz şey, okumaya, yazıp çizmeye meraklı akıllı gençlerin umut ve ideallerini sömüren, insanları yok pahasına çalıştıran, patronlara müthiş servetler kazandırırken gençleri türlü hak gasplarıyla çürüten berbat bir sektör.’ Üstüne bir de yaşadığımız ülkede yaşanan hak ihlalleri ve cezasızlık bu sektörü daha iyi bir yere götürmüyor. Sektör uzun zamandır adalet, etik ve ahlaktan yoksun olmayan bir grup yayıncının, editörün, çevirmenin yüzü suyu hürmetine ayakta. Sanırım yapabileceğimiz en iyi şey birbirimizi gözetmeye; hak ihlallerine, sansüre, düşük ücretlere, mobbing’e karşı ses çıkarmaya ve arkadaşlarımızın hak mücadelesinin takipçisi olmaya devam etmek” dedi.