Edebiyatta yeni nesil cemaatçilik
Sibel ÖZ
Artı Gerçek - Çağımızda yaşanan bilişim devrimi ve dijitalleşme ile birlikte kitap, dergi gibi matbu yayınların yerini hızla e-kitap ve dijital mecralar almaktadır. Kâğıt hammaddesinin kullanımı, gezegenin kaynaklarında yaşanan kısıtlılık ve kıtlıkla birlikte giderek daha maliyetli hale gelmekte, kullanımı da bu duruma paralel olarak azalmaktadır. İnsanlığın dünya üzerinde kurduğu uygarlığa eşlik eden kitap da, diğer her şey gibi dönüşmekte, belki de form değiştirmektedir. Kalem, kâğıt, kitap eski devirlerin mekanik araçları olarak gündelik hayatta giderek daha az yer tutarken, yazılarımızı klavyelerle, Word belgeleriyle dijital ortamda yazmakta, kitapları e-kitap olarak okumakta, pek çok metinle sosyal medyada karşılaşmakta, okuma ve yazma alışkanlıklarımız hızla değişmektedir. Bir bakıma buna mecburuz da.
Kâğıt az bulunur ve pahalı hale geldikçe, dijitalleşme yayılıp güçlendikçe, okuma ve yazma alışkanlıklarıyla birlikte insan beynindeki algı ve alımlama alışkanlıkları da dönüşüme uğramaktadır. Bu nedenle önümüzdeki süreçte okuma-yazma alanında, dijital mecraların ve araçların çok daha fazla öne çıkacağını bugünden kestirmek zor değil.
Henüz kısa sayılabilecek bir dönem önce, yazısını yazdıktan sonra zarfa koyup postaya veren, heyecanla postadan gelecek cevabı bekleyen bizden önceki kuşaktan insanları hatırlıyoruz. Sözü edilen kuşaklar, önce yazıyı müsveddeye yazıp, sonra temize geçip, zarfa koyduktan sonra, postaneye giderek, üzerine pul yapıştırıp, günler ve aylar içinde yazılarının akıbetine ilişkin cevap beklerlerdi. Günümüzde bir yazıyı bir mecraya gönderip cevap almanız ise saatler, hatta dakikalar içinde mümkün olabilir. Kaldı ki yazan, çok daha kolay ve çabuk yazıyor, bazı dijital mecralar göz önüne alındığında bir yayın kurulu ve yazının geçmek zorunda olduğu prosedürler bulunmaksızın yazılar şipşak ve olduğu gibi yayınlanabiliyor. Gündelik hayatta olduğu gibi, sözü edilen dijital mecralarda da tüketim mantığı geçerli, yazılar da çabuk üretilip çabuk tüketiliyor.
Kimse onları matbu yayınlarda olduğu gibi yıllarca arşivde saklamıyor, altlarını çizerek okumuyor, kimin aslında eleştirel bir gözle, sorgulayarak okuduğu da belirsiz. “Kullan at” mantığıyla çabucak yazılıp kaydırılarak okunan, bir an sonra sabun köpüğü gibi unutulan, etkisi belirsiz, yazarı meçhul, okuyanı olmayan yazılarla, edebiyat ortamı da oldukça refleksif hale geldi. Okuyan da yazan da etkileşim ve takipçi peşinde, kitapsa gündelik hayatın ve paylaşılan tüm o fotoğrafların içinde arkada bir dekor unsuru gibi. Belki de nostaljik bir dekor… Kitap ile okur baş başa değil, bu tek başınalık ve kendisiyle ya da kitapla olma hali korunamadığından olacak, seyir nesnesi haline gelen bireyin kitapla ilişkisi de çok kalabalık. İzleyenler, takip edenler, bakanlar, etkileşimde bulunanlar, yorum yapanlar, alkışlayanlar, çekiştirenler… Bu karnaval benzeri kaos ortamında kitap da olsa olsa bir meta.
Bugün edebiyatla ilgili olduğu öne sürülen, bu iddiayla yayın yapan neredeyse yüzlerce dijital mecra var. Bardağın dolu tarafına göz attığımızda yazmayla ya da edebiyatla ilgili elitizmin ya da tekelleşmenin bu mecralar sayesinde etkisini yitirdiğini, yazan ya da yazmaya çabalayan insanların seslerini duyurmak için çok daha fazla şansa sahip olduklarını, geniş kitlelere ulaşabildiklerini, tecrübeli yazarlarla iletişim kurma ve onlardan yararlanma konusunda da bu mecraların belli bir olanak sunduğunu rahatlıkla belirtebiliriz. Bu açıdan dijitalleşme ve yeni medyanın, edebiyatta demokratikleşme, dolaysızlaşma ve fırsat eşitliği gibi olumlu etkilere yol açtığından söz edilebilir. Ancak bardağın boş tarafına baktığımızda niteliksiz metinlerin adeta üzerimize boca edildiğini görüyoruz.
Bu durumun, henüz “yolun başında” olan yazar adayları için doğal olduğu da savunulabilir. Ancak burada esas sorun, sosyal medyada, o “yolun” ne derece uzun ve meşakkatli olduğunun farkına varılamayacak denli gerçeklikten uzak bir ortam yaratılmış olmasındadır. Yeteri kadar okumadan, emek vermeden, işin kolayına kaçarak ve popülaritesine kapılarak, adeta sosyal medyada ün kazanma stratejilerini takip ederek, eleştirisizliğin ve birbirini güzellemenin tatlı anaforuna kapılarak yazar olduğunu sanan kişileri, aksine ikna etmek de pek kolay olmuyor.
Sosyal medya ortamlarında sıkça rastlanan saldırgan üslup ve narsist dil, gerektiğinde yazarlara, editörlere, yayın kurullarına ve yayınevlerine rahatlıkla dönebiliyor. Dosyası reddedilen, yazısı yayımlanmayan “yazar”, özeleştirisel bir yaklaşım içine girerek eksikliklerini görmeye çalışmak yerine, durumdan bir mağduriyet çıkarıp “Zaten…”le başlayan cümleler kurarak onlarca destekçi ve dert ortağı bulabiliyor. Bu durumun, seri üretim yapan bazı dijital edebiyat mecralarında hırslı yazar adaylarını ya da yeni yazarları cemaatleştirdiğini görüyoruz.
Edebiyat tarihimizde tekkecilik, kara listecilik, ahbaplık, yıllara yayılan küskünlükler, polemikler, birbirini hiçe saymalar da yok değildir, ancak bu kötü gelenek neden yeni kuşaklara daha düzeysiz bir biçimde sirayet etsin ki? Yeni nesil cemaatçilik, sosyal medyanın ve dijitalleşmenin bütün olanaklarını kullanarak geliştiriliyor. Rahatlıkla bir yayınevini, bir editörü, bir yazarı kendilerinin durduğu yerden ve kendilerini merkeze alarak sosyal linçe uğrattıklarında ya da karaladıklarında, buradan önemli bir baskı ya da baskı gücü de doğmuş oluyor. Bir dosyayı kabul ederken takipçi sayısını da gözeten yayınevleri dışındakiler, sık sık bu baskıya maruz kalıyorlar.
Edebiyat, popüler kültürle tarihinde ilk defa bu denli güçlü bir sınav veriyor. Popüler kültürün baskısı altında, kitabın bir metaya dönüştürülmesine paralel olarak edebiyatın da vasatlaşması, melodrama yönelmesi, dil işçiliğinin en aza inmesi ve edebiyat kuramının yani bilginin ve eleştirinin geri çekilmesi yaşanırken, bütün bu süreçlerin en karikatüristik görünümünü, çoksatar market dergilerinden ya da dijital edebiyat mecralarından okura servis edilen pek çok vasat metinde dolaysızca bulmak mümkün. Popüler edebiyat konusu oldukça kapsamlı, o nedenle bu başlığa bir başka yazıda değinmek gerekir. Ancak şu kadarını söylemek gerekir ki, popüler edebiyat metinlerinin hazır kalıplar içinde, tekrara dayanan, eleştirmeyen, sorgulamayan, en önemlisi zorlamayan, edebiyat kaygısı taşımayan basit yapısı, çağımızın ruhuna denk düştüğü ölçüde güçlenecek, popüler kültür tarafından beslenecek ve öne çıkarılmaya devam edecektir.
Öte yandan içinde bulunduğumuz siyasi, kültürel iklim ve ekonomik gerçeklik de arabesk referansları duygu sömürüsü aracına çevirerek yazınsal bir strateji olarak kullanan, arabeske referansla toplumun duygu durumunu melodramatik bir dille yansıtan metinlerin, günümüzde kitlenin ruhsal durumuna cevap verdiği ölçüde rağbet görmesini sağlamaktadır. Hakikat anlatısını toplumsal, tarihsel bağlamlarından kopararak kişiselleştiren, bunu yaparken sokağın ‘harbi’, ‘maço’ ya da ‘ergen’ dilini “afili edebiyat” olarak tanımlayabileceğimiz aforizmalarla edebiyata dâhil eden akımın da varlığını yadsıyamayız.
Yazar, toplumun duygularını ateşleyebilecek kişisel duygularını, öfkesini, küskünlüğünü, incinmişliğini duvar yazısı tadındaki aforizmalarla, sosyal medyada tüketici olarak görülen okurun anlık kullanımına sunmakta, bu “duygudaşlık” edebiyatta sözünü ettiğimiz baskı durumunu yaratmaktadır.
Öyleyse soru şu: Edebiyat, popüler kültürle imtihanından güçlü çıkabilecek mi? Bu konuda yazarlar, editörler, yayınevleri, daha da önemlisi okurlar nerede duruyor?