Fotoğraf sanatçısı Büjgan: Dünya her an bir National Geographic kapağı değil
Deniz ÇAKMAK
TMMOB Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi'nin düzenlediği, bir dizi atölye çalışmasının çıktılarını bir araya getiren "Olasılıklar Üzerine Bir Sergi: Ankara", Zülfü Livaneli Kültür Merkezi'nde (Çankaya Belediyesi) 15 Kasım'da açıldı.
İlk olarak 2019 yılında, Ankara'nın kurulduğu merkezlerden Ulus'un hikayesine doğru bir yolculuğu takip eden "Bilinmeyen Ulus" ile meraklısını karşılayan seri, her ne kadar pandemi süreci ile kesintiye uğradıysa da, 2021'de bu kez Sevgi Soysal'ın hatıra defterinden fırlayıp Türkçe edebiyatın kalbine nakşedilen meşhur Yenişehir'i odağına aldığı "Yarım Kalan Yenişehir" sergisi ile yoluna devam etti.
Serüvenini 2022'de "Duygular Coğrafyası Ankara" ile sürdüren kent serisi, Cumhuriyet'in 100. yılında, rejimin kurucu sembolleriyle tarif edilen bir kentin, devlet kurumlarının beton bloklarından taşan "modern, düzenli şehir" imajının ardına istiflenmiş olasılıklarına fotoğraflardan bakıyor.
Sergide imzası bulunan 60'ın üzerinde sanatçıdan biri de Ankara'nın genç kuşak fotoğrafçılarından Büşra Bozdemir. Ya da şehrin onu bildiği adıyla Büjgan.
Bu sergi vesilesiyle, Alman mimar ve şehir plancısı Hermann Jansen'in 1932 tarihli nazım planından bugüne sadece modern bir başkent değil, trajedilerin ve kendine özgü bir mizahın da taşıyıcısı olan Ankara'yı iyi/kötü sürprizleriyle bize açan fotoğraf sanatçısı Büjgan ile kentte flanör olmayı, 7 yılı bulan fotoğrafçılık macerasını ve fotoğrafın "instagram sanatı" olmanın ötesinde, bir fotoğrafçı için nasıl bir tecrübe olduğunu "filtresiz" konuştuk.
'OKULA BAŞKA YOLDAN GİTMEK NEDENSE BU DA O YÜZDEN'
Fotoğrafçılık yeni neslin “havalı” tabir ettiği uğraşlardan biri. Instagram filtreleri herkes için zahmetsiz bir fotoğrafçılık vaadi gibi görünüyor. Bu heveskârlığın başkaca nedenleri de var muhtemelen. Peki seni ne ikna etti dünyaya vizörden bakmaya?
Başka bir yüzyıldan gibi konuşmak istemem ama ben başladığımda sanıyorum pek de “havalı” değildi. Çocukluğumdan beri kendimle oyalanmayı, kendimi “eğlemeyi” ve sıkılmamayı iyi biliyorum bir şekilde. Onun bir yolu da aslında gördüğüm, benzettiğim şeylerin fotoğrafını çekmek oldu zamanla.
Kendiliğinden gelişmesi beni ikna eden şey sanırım, içten gelen bir “Bakın ben bugün böyle şeyler gördüm.” isteği. Okula başka yoldan gitmek nedense bu da o yüzden gibi.
'HERKES AYNI GÖKYÜZÜNE BAKIYORSA MUTLAKA BİR ŞEYLERİN BAŞKA GÖRÜNGÜLERİ OLACAK'
Bu vitrin gerçek mi peki? Nedir fotoğrafçılığın gündelik hakikati, varsa eksisi artısı?
Bu edebi soruna, pek de edebi olmayan bir cevapla karşılık vereyim. Bir arkadaşım, “Ankara’yı senin fotoğraflarınla tanıdım, geldiğimde bulduğum hayal kırıklığıydı.” demişti. Fotoğrafın şehirleri cilalayan bir yanı elbette var, bu arkadaşın siteminden de anlaşılacağı üzere. Sadece soru şu ki, herkes aynı gökyüzüne bakıyorsa mutlaka bir şeylerin başka görüngüleri olacak, mutlaka bir şeyler kaskatı gerçeklikleriyle orada duruyor olacaklar.
Elbette AŞTİ, dünyanın en eğlenceli yeri değil. Ama fotoğrafın büyüsü, fotoğrafçının göz rengini kareye verebilmesinde ve bunu bir medium (ortam) ile, bazen bir saniyenin altında bir sürede yapabilmesinde belki de.
Bir dünyaya beraber aynı renk tonunda bakabilmek, büyük marifet. Bu renk bende genelde siyah beyaz olsa da. (Gülüyor)
'SEÇİLDİĞİM BİR SERGİDEN KİŞİSEL İLİŞKİLER YÜZÜNDEN ÇIKARILDIM'
7 yıldır fotoğraf çekiyorsun. ‘Olasılıklar üzerine bir sergi’, senin de kişisel işlerinin yer aldığı bir kolektif sergi. İnsanlar sergi açmayı, sanatçı kimliğiyle var olmakla bir görüyor sanki artık. Her yer etkinlik dolu. Sen ilk sergin için neden bu kadar bekledin?
Babamın eski zenit’iyle çekip yarısını yaktığım filmden beri, 7 senedir çekiyorum denebilir. Her şeyin bir belge, sertifika, atölye olduğu, öğrenmelerin ve üretmelerin hep bir temsil, performans ve kanıta ihtiyaç duyduğu bu zamanda sanırım evet, bir fotoğrafçı, sergisi varsa fotoğrafçı gibi gözüküyor. Ne mutlu ki seneler sonra sanatçılığım tescillendi. Davullar çalsın!
Aslında sanırım problem şu ki, beklemedim. Hep fotoğraflarımı bir gün, ömrü tükenecek ve artık takip eden insanların bile karelerimi göremediği bir uygulamanın dışında, göze, ruha değerek sergilemek istemiştim. Ama “tescillenmemiş” bir fotoğrafçı olarak, bu imkana hiç sahip olamadım. Ankara üzerine yapılacak bir sergiye seçilmişken, kişisel ilişkiler yüzünden seçkiden çıkarılmış bir kadın fotoğrafçı olarak, sanat galerilerinin, pek yetkin “seçici” kurulların, “network”lerin uzağında olduğum için beklemek zorunda kaldım diyebilirim. O yüzden bana bu imkânı veren, emeği geçen herkese şükran doluyum.
'DÜNYA BİR NATİONAL GEOGRAPHİC KAPAĞI DEĞİL HER AN...'
Fotoğraflarının merkezinde kent ve gündelik hayat var; sokakları dolduran insanlar, gölgeler, apartmanlar, pencereler. Rastlantısal olana bakıyorsun, karşına çıkana, seni karşılayana… Ne dersin fotoğraflarınla ilgili böyle bir tarife?
Çok yerinde! derim. Jonas Mekas’ın 'As I Was Moving Ahead Occasionally I Saw Brief Glimpses of Beauty'* filmine, daha da öncesi ismine ne zamandır tutkunum. Yolda yürürken göze, akla, kalbe takılanları çekmek sanırım kurgu fotoğraftan daha cazip ve şiirsel geliyor bana. O anda orada, hazır olduğum için bana gelen, sunulan bir an. Nefis bir şey. Bazen bazı kareleri çekerken nefesim kesiliyor. Nefesin kesilmesi için, günlük basit bir an yetebiliyor, HDRli dramatik sahnelerde gözüm yok çoğunlukla. Dünya bir National Geographic kapağı değil her an ve bunun mütevazılığını çok seviyorum.
'DÜĞÜM OLMUŞ DUYGULARIMI ÇÖZÜP, DÜNYANIN BİLDİĞİ BİR DİLE ÇEVİREN İYİ BİR TERCÜMAN'
Fotoğraf da sinema gibi aygıt ile bağlı bir sanat. Bir fotoğraf makinası ya da telefon olmadan fotoğraf sanatçısı olamıyoruz o kesin. Peki bu yeterli mi? Teknik araç ile göz arasında, mekanik olanın kısıtlılığıyla insanın hayal gücünün sınırsızlığı arasında olduğu gibi hem uzlaşmaz bir mesafe hem de fotoğrafçının o araçla kurduğu ilişkiden kaynaklı mahrem bir yakınlık var. Elindeki bu aygıt ile senin ilişkin nedir?
Sorudaki aygıt, bana çok soğuk kaldı. İlk fotoğraf makinemi beş sene önce edindim. Hala onunla yola devam ediyorum. İsmini Cherry koyduğum bu makineyle aramda bir yoldaşlık ilişkisi olduğunu söylerken aslında abartı ya da klişe bir şey söylemek istemiyorum. Fotoğraf, yürüyüşlerime, endişelerim ve üzüntülerime yara bandı olsun diye başladığımdan bu yana, Cherry’le aramda, dünyaya küsmememi sağlayan bir arkadaşlık ilişkisi var.
Beni hep görülecek şeyler olduğuna ikna eden bir yol arkadaşı, başıma ne gelirse gelsin hep bana kendimi anlatmam konusunda izin verecek ve düğüm haline gelmiş duygularımı benim bile bilmediğim bir şekilde çözüp, dünyanın bildiği bir dile çeviren iyi bir tercüman. Her zaman bu tür bir ilişki gerekli mi tartışılır ama bir fotoğraf sevdası, gösterme hevesi şart gibi duruyor sorunun cevabı olarak.
'BAR TUVALETLERİ, ÖDEME YAPILAN KASALAR...NEREDE OLURSAM OLAYIM, KENDİME IŞILDAYACAK YERLER BULACAĞIM'
Fotoğraf çekmek ayıklayarak anlam yaratma işi. Kadraja bir detayı almak diğerlerini de dışarda bırakmak demek. İnsanın gerçekliğin bütününe hakim olma iştahına karşı bir meydan okuma sanki. “Görmek” hep kısmi. Fotoğrafçılığın bu “seçici kör" doğası senin dünyayı anlama biçimini nasıl etkiliyor?
Çok güzel bir soru. Dünyayı anlamlandırmakta fotoğrafın bahsettiğin bu seçici yanının hep yol gösterici olduğunu ve bunun bana güç verdiğini söyleyebilirim. Dünya bakılacak şeylerle dolu ve her saniyesinde binlerce an gizli. Hangi anı saklayacağımın ayırdını okuduğum, izlediğim, yürüdüğüm şeyler belirlerken diğer yandan kendiliğinden oluşan bir fotoğraf dilinin de beni yönlendirdiğini fark ediyorum.
Henüz paylaşmadığım ama yıllardır kendi kendime yaptığım bir serim var. Albenisiz ve görece “fotoğraf çekilmeyecek" yerlerde “çekilmeye değer” şeylerin izini sürüyorum. Bu bir bar tuvaleti olabilir, bir fırının ödeme yapılan kasası olabilir. Serinin önermesi şu, bir eski fars atasözünde dediği gibi, “Nerede olursam olayım, kendime ışıldayacak yerler bulacağım.” Umarım Farsça olduğunu uydurmuyorumdur (Gülüyor)
Serginin temasına dair biraz detay verebilir misin, ne bekliyor bizi bu sergide?
“Olasılıklar Üzerine Bir Sergi” anlaşılacağı üzere Ankara’nın olabileceklerine, olamayacaklarına, dünü, bugünü hatta yarına bıraktıklarıyla ilgileniyor. 60’ı geçen kişinin emeği bulunan sergide, birçok atölyenin farklı disiplinlerde işlerine rastlanabilir. Bir yerde yarının buluntu fotoğraflarına bakarken, diğer tarafta Botanik Park’ın ağaçlarına, çeşitli sokak isimlerine hatta şehre dair üretilmiş bir oyuna bile tanıklık edebilirsiniz. Sergi, ne şanslıyız ki, 10 Aralık’a dek uzatıldı. Kendi adıma, Ankara Şehir Plancıları Odası’na bu imkan ve gezmesi keyifli sergi için teşekkür ediyorum.
Notlar:
* 'As I Was Moving Ahead Occasionally I Saw Brief Glimpses of Beauty'/ Jonas Mekas imzalı 2000 tarihli belgesel film.
* Söyleşide kullanılan tüm fotoğraflar Büşra Bozdemir'e aittir.
* Sanatçının da fotoğraflarının yer aldığı 'Olasılıklar Üzerine Bir Sergi: Ankara' hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.