Gofretin, kalemin ve kitabın arasında kalan sözcükler…
Mazlum ÇETİNKAYA
Hikâyelerden kopan sesler, bazen bir anıya, bazen eski bir durağa götürür insanı, unuttuğun bir damak tadına koşarsın, bulabilirsen bir mahalle bakkalını, gidip önünde durursun. Öyle oldu, sokağın hemen başındaki Sivaslı yaşlı çiftin işlettiği bakkala gittim bir anda telaşla.
Gofret var mı gofret, dedim telaşla, bir çocuk telaşıyla, beş kiloluk büyük kutulardaki gofret var mı amca. "Yok, küçük paketler var", dedi…
Benimle yakın yaş kuşağında olan çoğumuz o büyük kutulardaki gofretlerden tatmışızdır, ya da o büyük beş kiloluk kutulardan "finger" bisküvisi yemişizdir, değil mi?
Keşke politikacılar, anılarını, geçmiş hikâyelerini, çocukluk özlem ve hatıralarını meclislere, yönettikleri makamlara ve o saray bahçelerine taşıyabilselerdi. Altın kaplama musluklar yerine, çocukluk düşlerini taşısalardı yaşadıkları yerlere, deri koltuklara sırtını verip KaHKahalar arasında belediye kayyumları atanmasaydı, bir kaç saat içinde fezlekelerle halkın seçtikleri vekilleri halkın vergileriyle yapılan hapishanelere göndermeselerdi! Ama nasıl, mümkün mü, değil. Biz büyüyünce dünya kirlenmedi, yoo siz yönetince dünya kirlendi. Sadece dünya mıdır kirlenen, değil, söz kirlendi, umut kirlendi, aşk kirlendi, inanç kirlendi. Siz kirlettiniz her şeyi, ürettikçe kirlettiniz, sevdikçe kirlettiniz, dokundukça kirlettiniz, savaş ile, söz ile, nutuk ile, yalan ile…
Çünkü vicdandan kopmaktır geçmişten kopmak, siz bundan koptunuz. Merhametten kopmaktır çocukluktan ve anneden kopmak, siz bundan da koptunuz.
Sağ olsun Selahattin Demirtaş, okurken Leylan kitabını, bir daha 2017 yılında basılmış olan Seher’e gittim bu sabah ikinci defa. Leylan’ın kapağındaki buğday başağına bakınca Seher Kitabı’ndaki "Annemle Hesaplaşma" öyküsüne gittim, bir daha okudum, sağ olsun diyorum yazana, çünkü anıları kucaklayıp insanın önüne seriyor o hikâye… KHK’lı günlere gittim, o ilk KHK’ların yayımlandığı günlere, Kadıköy’de oturduğumuz günlere, yağan yağmura, yoldan geçenlere… Sonra direnişçi bir arkadaşımızın ismi üzerinden, Seher arkadaşımıza bakıp, "bak Demirtaş senin adını vermiş yazdığı kitaba" dediğimiz günlere…
Neyse, bizim bakkalın yeni paketli gofretlerinden alıp eve getirdim yıllar sonra unuttuğum bir tadı, önce yazınsal bir hatırlamadan, sonra da çay yanında yediğim gofret ile yeniden Leylan’ın sayfalarına döndüm…
Okurken bazı sayfaları atlıyorum, atlamak zorunda kalıyorum, adını sevdiğim Şükrüllah’ın bana getirdiği kitapta bazı sayfalarda baskı hatası olmuş boş kalmış, sanırım boş bırakılan sayfaları Demirtaş gelecek kuşaklara bırakmış, onlar gelip tamamlayacaklar bu sayfaları der gibi…
Yaslı bir toprağın geçmişiyle, yoksulluğuyla, anılarıyla, aşklarıyla yol alan Selahattin Demirtaş, yazarlık iddiasından çok yaşama ve hakikate tanık olurken gerçekliğin katılığı retoriğin önüne geçiyor…
Politikanın soğuk yüzüne bayrak çekmek iddiasından uzak oluşu ve yer yer söylemlerindeki mizah anlayışı aslında hayatı sevdiriyor insana, gülmek yanında düşündürmeyi de salık veriyordu.
Yaşadıklarının yanında yazdıklarında da duygu var, aşk var, anıların bıraktığı bir geçmiş var, bir bellek var…
Birkaç yıl önce, on bir yaşındaki oğlum "baba, Selo’nun gazoz açılışı törenini izledin mi" deyip bana bir video izletmişti, Selo bir törende çakmakla bir gazoz kapağı açmıştı, açılışa da birçok davetli genç katılmıştı… Bir açılış töreni ve mizah, gerçi açılış sonrası kimse istihdam edilmedi bir yerlerde ama! O da Selo’nun eksikliği, gitti saz çaldı!
Tabii başkaları da açılışlar yaptı, hakkını yememek lazım, dünyanın en büyük sarayını açtı, hatta ülkenin istihdam yükünü de bayağı azalttı, bahçeye bahçıvan bile aldı, ama saraydaki güller kokmuyor! Adam mizah da yaptı, ülke şu anda bir mizah yeri, hepimiz kendi kendimize gülüyoruz!
Hayal gücümüzü yitirmeden… diye başlayan bir metin yazmıştık yıllar önce bine yakın yazar çizer imza atmıştı… Buğday başaklarını düşünüp Leylan’ı okuyunca, Seher’de hüzünlenince, Devran sahnelenince, gördüm ki duvarlar bile hayal gücünü engelleyemiyor.
Gofretin, kalemin ve kitabın arasında kalan sözcüklerle dünya güzelleşiyor. Ben yine gofret almaya gidiyorum Selo, bizim sokaktaki bakkala koşacağım, birlikte koşacağım bir kardeşim yoksa da şu an, yolda geçen çocuklar var, büyümemiş çocuklar, koşan çocuklar var, hayal gücünü yitirmeyen çocuklar, "anne babam gelecek mi" derken eve bir ekmek eksik alan çocuklar var bu ülkede, gofretimi onlarla paylaşacağım, bizden yana eksik kalan sayfaları tamamlasınlar diye…