İnsanın uyku ile imtihanı

İnsanın uyku ile imtihanı
Merve Küçüksarp bu hafta psikanalist ve yazar Darian Leader'ın Nova Kitap etiketiyle yayınlanan 'Neden Uyuyamıyoruz: İnsan Uykusunun Tarihi' kitabını yazdı.

Merve KÜÇÜKSARP


Artı Gerçek - Psikanalist ve yazar Darian Leader’ın kaleme aldığı 'Neden Uyuyamıyoruz' isimli kitap, 'İnsan Uykusunun Tarihi' alt başlığı ve Elvan Göçmen Ertem çevirisi ile Nova Kitap tarafından yayımlandı. Leader, yeni eserinde, insanlığın uyku ile ilişkisinin, uykunun tarihsel seyrinin ve uykusuzluğun altında yatan psikolojik nedenlerin izini sürüyor.

Malum bugün uykusuzluk, çağımızın en büyük sorunlarından biri. Araştırmalara göre her üç yetişkinden biri uykusuzluktan yakınıyor, uyku ilacı kullanımı gitgide artıyor, uyku klinikleri 2000li yılların başına göre bir hayli rağbet görüyor. Uykuyla sağlıklı ilişkisi olan bir kişinin dahi uykuda kaldığı süre gitgide azalıyor.

Bir kişinin yaşadığı uykusuzluk sorunu çeşitli şekillerde günlük hayatta da kendini gösteriyor. Nitekim medya uykusuzluğun sonuçlarına dair dikkat çekici ve endişe verici haberler yapıyor, bu konuda kitaplar yazılıyor. Uykunun vücut sağlığını kötü yönde etkilediği, kanser, kalp ve damar hastalığı, şeker hastalığı ve birtakım dahili hastalıkları tetiklediği ile ilgili uzmanlar uyarılarda bulunuyorlar.

Atalarımız bizlere kıyasla çok daha fazla uyuyorken, bizlerin onlardan gelen genetik mirası reddedercesine uyanık kalıyor olmamız, sinir sistemini ve zihinsel melekelerimizi zayıflatıyor. Depresyona daha yatkınız. Dikkatsizlik sorunundan mustaribiz. Üstelik yaşadığımız dikkatsizliğin –interneti ve telefonu suçlasak da- uykusuzlukla ilintili olduğuna dair birçok bilimsel araştırma mevcut.

Uyku bilim ise 2000li yıllardan bu yana çektiğimiz uykusuzluğun en yaman müsebbibi olarak telefonumuzu işaret ediyor. Ekranlardan gözümüze ulaşan ışığın uykunun düşmanı olduğunun, dahası zihnimize takılıp uykumuzu engelleyebilecek eposta, mesaj veya sosyal medya bildirimlerin de uyku düzenimize zarar vereceğinin altını çiziyor. Buna rağmen pek çoğumuz hayatının bir noktasında, uyku sorunu ile cebelleşmek zorunda kalsa da, uykusuzluk yüzünden psikolog veya psikiyatriste başvuranların sayısı yok denecek kadar az. Uyku sorunu, daha ziyade danışanların yaşadıkları psikolojik sorunların arkasında duran bir diğer mesele olarak seanslarda ortaya çıkıyor.

UYKUNUN TARİHSEL SEYRİ

Her ne kadar uykusuzluk bugün gazete ve dergilerin sıkça değindiği bir mesele olsa da, aslına bakarsanız çağımıza özgü değil. Öyle ki, uyku araştırmaları ilk olarak 19'uncu yüzyılın sonlarında başlar, 20'nci yüzyılın ikinci yarısından günümüze değin artış kaydeder.

On dokuzuncu yüzyıldan önce insanların büyük bir kısmı kesintisiz bir uyku uyumak yerine uyku ihtiyaçlarını iki etapta karşılarlar. Önce akşam 9 ya da 10 civarında yatıp üç dört saat uyur ve daha sonra uyanıp uykuya bir iki saatlik bir ara verdikten sonra yeniden sabaha kadar uykuda kalırlar. Bu iki uyku arasında ilgi alanlarına veya yükümlülüklerine göre dikiş dikmek, yemek yapmak, cinsel ilişkiye girmek veya sadece düşünmek gibi çeşitli meşgalelerle uğraşırlar. Hatta Leader’ın uyku araştırmaları tarihine dair verdiği başka bir bilgiye göre, insanların bazı kültürlerde ilk uykuda yatağın sağına, ikinci uykuda ise yatağın soluna yatmak gibi çeşitli ritüeller geliştirdikleri de vakidir. Bu gibi ritüellere uyulmadığı takdirde yatağın ters tarafından kalkıldığı için günün kötü geçeceğine inanılır.

Ne var ki, bu parçalı, iki etaplı uyuma alışkanlığı 19. yüzyılın ortalarından sonra terk edilir. Zira artık yavaş yavaş sokaklar ve caddeler kandiller yerine gaz lambaları ve daha sonrasında da elektrik lambaları ile aydınlatılmaya ve evlerde de bu tip aydınlatıcılar kullanılmaya başlar. Isıdan, sosyal etkileşimden ve dahi ışıktan gelen etkilere bir hayli açık olan insanların biyolojik saati, bu yapay aydınlatıcılarla dönüşüme uğrar. Bu, uyku alışkanlıklarının da evrimsel seyrini değiştirir.

Artık insanların uyku alışkanlıkları güneşin doğuşuna ve batışına göre değil, günlük işleri ve planları ekseninde gelişir. İnsanlar bu yapay aydınlatıcılar sayesinde güneş battıktan sonra uzun bir süre daha ayakta kalarak daha geç vakitte uykuya dalarlar. Üstelik yalnızca özel alanlarında değil, kamusal alanda da hayat gece geç saatlere kadar devam eder.

İnsanlar çeşitli gece eğlencelerine ve balolara katılma, dışarıda vakit geçirme imkanına kavuşurlar. İşletmeler ve mağazalar geç saatlere kadar açık kalır, fabrikalarda gece vardiyaları kavramı ortaya çıkar. Bu dönemden sonra uyku yenilenme ve arınma gibi manevi bir ritüelden ziyade işten arda kalan ve sığınılan bir uzama dönüşür. Işıkla birlikte biyolojik saatleri ile oynanan insan artık sömürüyle daha açık, uykuya daha muhtaç hale gelir.

Tarih boyunca gece uyanmak, uykuya mola vermek ve uyanık kalmak, bir tür endişenin, kaygı nöbetinin belirtisi değil de, günlük hayatın olağan durumlarından biriyken, 20'nci yüzyıla gelindiğinde artık gece uyanmak ve uykuya dalamamak belli zihinsel ve ruhsal sorunların var olduğuna bir alamet olarak addedilir. Ve tedavi edilmesi gereken vakalar arasında sayılır. Nitekim “insomnia” terimi yavaş yavaş günlük hayatta ve tıpta kullanılır.

Uyku bölünmesi ya da azlığı sorununu giderecek terkipler, ilaçlar veya yöntemler basında sıkça yer almaya, psikoloji bilimi uykuya, keşfedilmesi elzem bir konu olarak yaklaşmaya başlar. Bilhassa rüyalar ve rüya yorumları, uyuyamama arkasında yatan travmalar ve korkular psikanalizin sıkça üzerinde durduğu meselelerden biri olur.

PSİKANALİZ VE UYKU

Psikanalizle uykusuzluğun ilişkisine kitabında sıkça değinen Leader, psikanalizin kurucularından Freud’un bu minvaldeki görüşlerinden de söz ediyor. Freud’a göre uykuyu bozan etkenler rüyalarımızda saklıdır. Bu açıdan rüyaları incelemek, rüyaların altında yatan nedenleri öğrenmek, uykuyu engelleyen psikolojik sebepleri analiz etmek gerekir.

Uykuyu bölen etkenleri cinsellik ve şiddet başlığı altında toplayan Freud, bazı düşüncelerin ya da dış etkenlerin insanın bilincine uğramadan dosdoğru bilinçaltına yerleştiğini, bunların zaman zaman uykuyu sekteye uğrattığını, hatta rüyalara da sirayet ettiğini, bu sebeple rüyaların daha dikkatli okunması gerektiğini düşünür. İçsel sansür mekanizması kuvvetli olan kişilerde, bastırılanın bilinçaltında birikeceği, kılık değiştirerek rüyalarda görüneceği ve bu kişilerin uykudan mustarip olacakları da bir diğer görüşüdür. Bizi uykudan uyandıracak şey kimi zaman da uyumamızı engelleyecek şeydir.

Leader, travmalar ve kaygıların kişiyi nasıl etkilediğine dair bir dizi örnek de verir. Yapılan araştırmalara göre erken yaşlarda çocuklarda ortaya çıkan uyku bozuklukları daha ziyade anne tarafından terk edilme endişesine bağlıdır. Bazen de çocukken yaşanan farklı endişeler çocukluktan itibaren bireylerin insomnia çekmelerine yol açar. Keza uykusuzluk çeken bir hastanın yaşadığı sorunun kaynağının, çocukken anne ve babasının ayrılmasına duyduğu endişe tetiklemiştir.

Kimi zaman da kişi uykusuzluğuna neyin sebep olduğunu bilmez. Bir kaygı ya da düşünce değildir uykusuzluğun kaynağı. Kişi bir boşluk halindedir ve uykuya dalamaz. Bu gibi durumların altından ise kişinin alttan alta hissettiği bir suçluluk duygusu yatar genellikle. Kafka’nın altını çizdiği gibi, ”Uyku en masum varlıktır, uykusuz insan ise en suçlu varlık…”

Nitekim suçluluğa bağlı çekilen uykusuzluk edebiyatın içinde de yer alan bir motiftir. Aşktaki mutsuzluklar ve hayal kırıklıkları anlatı içinde kişinin uykusunu kaçırır çoğunlukla. İşlenen suçtan duyulan vicdan azabı da uykusuzluğu beraberinde getirir. Bebek gibi uyumak bu minvalde ortaya çıkan bir sözdür. Bebeklerin saf ve masumluğuna atıf yaparcasına deliksiz uyuyan insanın bu gibi vicdan muhasebelerinden uzak olduğu anlatılır.

Öne Çıkanlar