Komünist şair Nâzım Hikmet ölümünün 56. yılında anılıyor

Komünist şair Nâzım Hikmet ölümünün 56. yılında anılıyor
Eserleri 50'den fazla dile çevrilen dünyaca ünlü şairin sürgünler, cezaevleri ve ağır suçlamalarla geçen hayatı 3 Haziran 1963'de Moskova'da geçirdiği kalp krizi nedeniyle son buldu.

"Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni 
ve de uyarına gelirse, 
tepemde bir de çınar olursa 
taş maş da istemez hani..."



Dedesi Nâzım Paşa'nın etkisiyle şiire ilgi duyarak genç yaşta yazmaya başladığı şiirleriyle dünyaca üne kavuştu. Usta şair yaşamının ilk yıllarını ve şiire başlama hikayesini "Ben 1902 yılında, 20 Ocak'ta Selanik'te doğdum. Dedem valiydi, şiirle ilgilenirdi. Annem ressamdı, birkaç yabancı dil bilirdi. Babam önce elçilik, daha sonra üst düzey memurluk yaptı. İlk şiirimi 13 yaşındayken yazdım. Bir yangını anlatıyordu. Ailem benim harika bir çocuk olduğuma karar vermiş ve şiir yazmamı telkin etmeye başlamıştı. 15 yaşında bahriye okuluna verdiler. Deniz subayı yapmak istiyorlardı beni. Okuduğum sınıf ikiye ayrılmıştı. Bir kısmı sporla, diğeri şiirle uğraşıyordu. Ben şairler tarafına düştüm. Okulda bize tarih ve edebiyat derslerini ünlü Türk şairi Yahya Kemal veriyordu. Kedimi anlatan bir şiir yazmıştım. Yahya Kemal, şiirimi okuduktan sonra kedimi getirmemi söyledi. Tüyleri dökülmüş, çelimsiz bir kediydi. Yahya Kemal o zaman bana 'Bu kadar allayıp pullayabildiğine göre, senden kesin şair olur.' demişti. 16 yaşındayken Yeni Mecmua'da 'Servilikler' adlı şiirim yayınlandı. Bu şiir herkes tarafından beğenilmişti. 17 yaşında artık yazdıklarım ciddi ciddi basılıyordu" şeklinde anlatmıştı. 

Fransızca öğretim yapan bir okulda bir yıl kadar okuduktan sonra, ilkokulu Göztepe’deki Taş Mektep’te (Numune Mektebi) bitirdi. Ortaokula Galatasaray Lisesi’nde başladıysa da, ailesinin parasal sıkıntıya düşmesi üzerine Nişantaşı Sultani’sine geçti ve 1917’de mezun oldu. Feryad-ı Vatan adlı ilk şiirini daha 11 yaşındayken yazan Nâzım Hikmet, denizciler için yazdığı bir kahramanlık şiirinden (Bir Bahriyelinin Ağzından, 1914) etkilenen Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın yardımıyla 1917'de Heybeliada Bahriye Mektebi'ne girdi ve 1919'da mezun olup Hamidiye kruvazörüne stajyer güverte subayı olarak atandı. Geçirdiği hastalık nedeniyle 17 Mayıs 1920'de, Sağlık Kurulu raporuyla askerlikten çürüğe çıkarıldı.

SERBEST ÖLÇÜDE ÖNCÜLÜK ETTİ

Moskova yolculuğu sırasında yazmaya başladığı "Açların Gözbebekleri" şiirinde serbest ölçüyü deneyen Ran, yazdığı bazı şiirleri 1923'te "Yeni Hayat" ve "Aydınlık" gibi dergilere göndererek yayımlattı.
Hikmet, serbest ölçüde Türk şiirinin ilk örneklerini verirken, bir makalesinde şunları kaleme almıştı:

"Kafiyeli, vezinli şiir yazılmaz diyenler de kafiyesiz, vezinsiz şiir yazılmaz diyenler de dar kafalıdır. Şiir öyle de yazılır, böyle de. Ben şimdi bütün şekillerden yararlanıyorum. Halk edebiyatı vezninde de yazıyorum, kafiyeli de yazıyorum. Tersini de yapıyorum. En sade konuşma diliyle kafiyesiz, vezinsiz şiir de yazıyorum. Sevdadan da barıştan da inkılaptan da hayattan da ölümden de sevinçten de kederden de umuttan da umutsuzluktan da söz ediyorum. İnsana has her şeyin şiirime de has olmasını istiyorum. İstiyorum ki okuyucum bende bütün duygularının ifadesini bulabilsin."

Nâzım Hikmet Moskova'dan 1924'te Türkiye'ye dönerek, Aydınlık dergisinde çalışmaya başladı. Dergide yayımlanan şiir ve yazılarından dolayı 15 yıl hapsi istenince tekrar Moskova'ya gitti.

SANATTA TOPLUMCU ANLAYIŞI BENİMSEDİ

Şairin ilk şiir kitabı "Güneşi İçenlerin Türküsü" 1927'de Bakü'de yayımlandı.

Cumhuriyet'in 5. yıl dönümü münasebetiyle çıkarılan aftan yararlanmak üzere Temmuz 1928'de Türkiye'ye girerken yakalanan Nazım Hikmet, bir süre tutuklu kaldı.

Yazı kadrosuna katıldığı "Resimli Ay" dergisinde hem şiirlerini yayımladı, hem de edebiyatın yerleşmiş değerlerine karşı sert çıkışlar yaptı.

Kendisini "sosyalist şair" olarak tanımlayan Hikmet, sanatın amacı konusundaki tartışmada "sanat sanat için değildir" diyerek toplumcu bir anlayışı benimsediğini ifade etti.

Ünlü şairin İstanbul'da 1929'da basılan "835 Satır" şiiri, edebiyat çevrelerinde geniş bir yankı uyandırdı.

Tam anlamıyla klasik de denilemeyecek ama biçimsel bakımdan daha az deneysel bir şiir dili geliştirdi.

28 YIL HAPİS CEZASI ALDI

Şiirleriyle ilgili açılan pek çok davada beraat eden Ran, 1933'e kadar "gizli örgüt kurmak" suçundan daha sonra ise "orduyu ve donanmayı isyana teşvik" suçundan tutuklandı ve 28 yıl 4 ay hapis cezasına mahkum edildi.

Nâzım Hikmet, 1939'da, 17 bin mısradan oluşan "Memleketimde İnsan Manzaraları" adlı eserini yazmaya başladı.

ULUSLARARASI BARIŞ ÖDÜLÜ ALDI

Genel Af Yasası'ndan yararlanarak, 1950'de cezaevinden çıkan Hikmet'e Dünya Barış Konseyi tarafından Picasso, Paui Rubeson, Wanda Jakubuurska ve Pablo Neruda'yla birlikte "Uluslararası Barış Ödülü" verildi.

Neruda'nın "Nâzım'a sahip çıkın, biz onun yanında şair bile sayılmayız" dediği Nâzım Hikmet, serbest kaldıktan sonra askerliğe alınacağını öğrenince, öldürüleceği düşüncesiyle Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği'ne gitti.

Hikmet, 25 Temmuz 1951'de Bakanlar Kurulunca Türkiye vatandaşlığından çıkarıldı.

1952 yılının sonunda Sovyetler Birliği’nin desteklediği Dünya Barış Konseyi’nin yönetici kadrosunda görev aldı. Nâzım Hikmet’in aynı yıllarda yazdığı nükleer silahlar ve savaş karşıtı şiirleri bestelenerek, Paul Robeson ve Pete Seeger gibi dünyaca ünlü şarkıcılarca söylendi.

Hikmet, 25 Temmuz 1951'de Bakanlar Kurulunca Türkiye vatandaşlığından çıkarıldı.

Eserleri uluslararası barış kongrelerine katılması ve bu doğrultuda mücadele etmesi nedeniyle de birçok dile çevrilen Ran, dünyada çapında büyük bir üne ulaştı.

UNESCO 2002 YILINI "NAZIM YILI" İLAN ETTİ

Nazım Hikmet Ran'ın doğumunun 100. yılı dolayısıyla 2002 yılı UNESCO tarafından "Nâzım Yılı" ilan edildi.

Şair, 5 Ocak 2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla yeniden Türk vatandaşlığına kabul edildi.

Nâzım Hikmet'in "Dağların Havası" (Osmanlıca), "Güneşi İçenlerin Türküsü", "835 Satır", "Sesini Kaybeden Şehir", "Benerci Kendini Niçin Öldürdü?", "Taranta Babu'ya Mektuplar" isimli eserleri yaşamı sırasında, "Kurtuluş Savaşı Destanı", "Rubailer", "Memleketimden İnsan Manzaraları", "Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar", "Kemal Tahir'e Mapushaneden Mektuplar", "Kuvayi Milliye", "Sevdalı Bulut", "Nazım ile Piraye", "Hikayeler", "Piraye'ye Mektuplar", "Henüz Vakit Varken Gülüm"ün de aralarında bulunduğu çok sayıda eseri ise vefatından sonra yayımlandı.

Eserleri 50'den fazla dile çevrilen şair, cezaevindeyken, İbrahim Sabri ve Mazhar Lütfi takma adlarının yanında imzasız olarak bazı şiirlerini okuyucuyla buluşturdu, 1949'da ise Ahmet Oğuz Saruhan adıyla "La Fontaine'den Masallar" isimli kitabını çıkarttı.

Otobiyografi (Nâzım Hikmet)

1902'de doğdum 
doğduğum şehre dönmedim bir daha 
geriye dönmeyi sevmem 
üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim 
on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği 
kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu 
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir 
ben ayrılıkların 
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını 
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de 
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler 
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini 
verdiler de 
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu 
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya
Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de 
961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır
partimden koparmağa yeltendiler beni 
sökmedi 
yıkılan putların altında da ezilmedim
1951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün 
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım 
şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile 
aldattım kadınlarımı 
konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım 
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledim 
yalan söyledim başkasını üzmemek için 
ama durup dururken de yalan söyledim
bindim tirene uçağa otomobile 
çoğunluk binemiyor 
operaya gittim 
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın 
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri 
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye 
ama kahve falıma baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır 
Türkiye'mde Türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha 
yakalanmam da şart değil 
başbakan filân olacağım yok 
meraklısı da değilim bu işin 
bir de harbe girmedim 
sığınaklara da inmedim gece yarıları 
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında 
ama sevdalandım altmışıma yakın 
sözün kısası yoldaşlar 
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da 
insanca yaşadım diyebilirim 
ve daha ne kadar yaşarım 
başımdan neler geçer daha 
kim bilir
.

Öne Çıkanlar