‘Kulüp dizisinde yapmacık unsurlar yok denecek kadar az’
Netflix’in yeni yerli dizisi Kulüp ince ince işlenmiş hikayesi, nostaljik dekoru ve çoğumuzun bilmediği bir dönemin İstanbul’unu ekrana taşıyarak büyük ilgi gördü. BBC, Deutsche Welle gibi uluslararası yapılar dahil olmak üzere pek çok medya kurumu diziyle ilgili haberler ve değerlendirmeler yayımladı. Üzerinde övgüyle durulan bir unsur şuydu: 500 yılı aşkın süredir bu toprakların bir parçası olan, ülke tarihinin önemli anlarında imzası olan Yahudi cemaatini olduğu gibi, gerçeğe uygun şekilde yansıtması.
Türkiye Yahudi Cemaati başkanlığını yapmış, 14 yıl Şalom gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yürütmüş olan Silvyo Ovayda, Gazete Oksijen’den Zeynep Atmaca’nın diziyle ilgili sorularını yanıtladı.
-Kulüp’ün Yahudi cemaatinden genel olarak çok olumlu tepki almasının sebepleri neler?
Türk Yahudilerini direkt olarak konu alan çok fazla film yok. Bugüne kadar yapılan bu tip filmlerde, aktör genelde Rum şivesiyle konuşarak Yahudi taklidi yapardı. Bu projede gerçek Judeo Espanyol konuşan ve doğru telaffuz eden kişiler görmek büyük bir fark yarattı. Görünce yapmacık gelen unsurlar yok denecek kadar azdı. Örneğin kapıdan çıkarken veya girerken mezuzanın (kapıların sağ pervazlarına çivilenen ve hem evi hem de orada yaşayanları kötülükten koruduğuna inanılan kutucuk) öpülmesi çok daha doğaldı. Ayrıca dizinin kimseyi rahatsız etmeyecek bir şekilde yapılmış olması da beğeni toplayan noktalar arasında. Varlık Vergisi son 30 yıla kadar dile getirilmeyen bir tabuydu. Ama burada çok açık bir şekilde, yorumlar yapılarak konuya değinilmiş.
-Judeo Espanyol derken, Ladino’dan bahsediyorsunuz.
Evet ama biz Ladino kelimesini artık çok kullanmıyoruz. Sebebini kısaca şöyle anlatayım: Ladino İbranicenin kelime kelime Yahudi İspanyolcasına çevrilmiş halidir ve dolayısıyla bütün cümleler devriktir. Biz daha çok Yahudice kelimesini kullanırız. Sonradan, onun daha kibar bir şekli olan Judeo Espanyol çıktı.
-Bu yaşayan bir lisan mı? Evlerde konuşuluyor mu?
Yine vardır kullanılan evler tabii ancak azdır. Dilin canlı kalması için birçok projeye imza atıldı. Şu an gündemde olmasa da Cervantes Enstitüsü’nde İspanyolcanın yanı sıra Judeo Espanyolun verildiği dil dersleri iki yıl devam etti. Enteresan olan, bu kurslara gelenler arasında Müslümanlar da vardı, hatta Müslüman bir öğrenci kurs sonrasında İspanya’da bu dilde yapılan bir şiir yarışmasında birincilik kazandı.
-Dizide anlatılan dönemle bugün arasındaki en önemli fark nedir?
En belirleyici fark nüfusun azalması. Dizinin başladığı dönemde 80 bine yakın Yahudi varken, bugün bu sayı 15-16 bin. Türkiye’nin nüfusu o günden bu yana neredeyse üç kat artmışken, Yahudi topluluğu o dönemdeki rakamın yüzde 20’sine düştü. Ayrıca Cumhuriyet’ten sonra, Türkleştirme hareketleri kapsamında yapılan faydalı çalışmaların yanı sıra dini azınlıklara bazı haksızlıklar da yapılmıştır. O dönemde Müslüman olmayanların ikinci sınıf olarak hissetmeleri daha belirgindir.
-Sayı neden azaldı?
Sanılanın aksine dizide de gördüğünüz gibi Yahudi toplumu öyle zengin değildi. Zengin kesim en fazla yüzde 3’üdür. 1948’de İsrail devleti kurulduktan sonra, özellikle burada ekonomik olarak hiçbir şansı olmayan insanlar gözü kapalı oraya göç etti. Tahmin ediyorum ki o iki-üç yılda 35-40 bin kişi gitmiştir. Gidenler burada hamallık, seyyar satıcılık gibi işler yaptıkları için yeni bir başlangıç istiyorlardı, nitekim çoğu da çok başarılı oldu. Daha geriye gittiğimizde I. Dünya Savaşı sonrası Fransızca bilenlerden Fransa’ya, İspanyolca bilenlerden ise Güney Amerika’ya giden çoktu.
-Dizinin yapım aşamasında nasıl bir katkınız oldu?
Yaklaşık bir yıl önce bir bilim insanı tarihçi dostum beni aradı. Özellikle 6-7 Eylül olaylarını ve bu olayların 15-16 yaşlarındaki bir genç kıza olan etkisini konuştuk. Henüz yayınlananlar arasında olmasa da o olayları sonraki bölümlerde göreceğiz diye düşünüyorum. Bu olayların Yahudiler üzerinde Rumlarda olduğu gibi bir etkisi yoktur ancak olanlara şahitlik ettiğini bildiğim ailelerin bireyleriyle ekibi iletişime soktum. Haydarpaşa Sinagogu’nda çekilmek istenen birtakım sahneler vardı ama açıkçası kimse çok sıcak bakmıyordu buna. Çünkü ilerleyen sahnelerde antisemit bir unsur vardır diye korkuluyordu. Tabii ki bütün senaryoyu okumamızın imkanı yoktu ama sinagoga bir şey olmayacağına dair imza attım, bana güvendiler. Sonrasında, dizide rol de alan İzzet Bana’nın danışmanlığını önerdim. Görüyorum ki çok büyük faydası olmuş.
-Türk toplumunun Yahudi cemaatiyle ilgili en büyük bilgi eksikliği nedir?
En büyük sorun bilgi eksikliği değil, hiçbir bilgi sahibi olunmamasıdır. Bunu açıkça söylemek gerekiyor. Ben askerliğimi Kıbrıs’ta subay olarak yaptım, oraya gittiğimde hem İstanbullu bölük komutanımın hem de tabur komutanımın hayatlarında ilk gördükleri Yahudi bendim.