Mahmut Alınak: Mafyada ve siyasi İslam'da 'itibar sahibi' yüzlerce Münacettin var
Nilgün ÇELİK
Mahmut Alınak’ın son romanı Asrın Örnek İnsanı, SRC Kitap tarafından yayımlandı. Alınak romanda, Türkiye'nin hem geçmişine hem güncel trajedilerine yakından bakmak için önemli bir kapı aralıyor.
Yeni romanı Asrın Örnek İnsanı'nda sınıflar arası eşitsizliği ve bunun sonuçlarını gözler önüne seren bir anlatı kuran Alınak'la, devlet, siyaset, mafya üçgeninde güç kazanan tahakküm yapılarını ve o dünyayı temsil eden roman karakterlerini yazarken esinlendiği "gerçek dünya"yı konuştuk.
"Asrın Örnek İnsanı" adlı romanınız SRC Kitap tarafından yayımlandı. “Sadece bir roman değil, kısa Türkiye tarihi” yazılı arka kapak yazısında. Bu bağlamda ilk olarak şunu sormak isterim; romanda okuyacağımız olay ve karakterlerin ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek?
Öncelikle bir hususu belirtmeme lütfen izin verin. Bazı okurlar benim "Asrın Örnek İnsanı" romanını Victor Hugo’nun "Sefiller" romanının etkisinde kalarak yazdığımı söylüyorlar. Kurgu olarak iki roman arasında benzerlikler olsa da, tamamen zıt karakterler işlenmiştir. Bilindiği gibi, Hugo’nun Sefiller romanı muhteşem kurgusu ile okuru şaşırtan bir eserdir. Romanın kahramanı Jan Valjean geçmişindeki bir sır nedeniyle çevre değiştirerek uzun yıllar başka bir kimlikle hayatını sürdürür ve Hugo bunu okurlardan ustaca saklar. Okurlar Jan Valjean’ın kim olduğunu öğrenince küçük dillerini yutarlar. Büyük usta böylece müthiş bir maharet sergiler. "Asrın Örnek İnsanı" romanındaki Selçuk da Jan Valjean gibi bir sis perdesi arkasındaki dudak uçuklatan yaşamıyla kendisini saklayan biridir. Okurlar onun Münacettin İslamoğlu olduğunu öğrenince şok geçiriyorlar. Sefiller romanı ile Asrın Örnek İnsanı romanı kurguda ikiz kardeş sayılabilirler. Ancak Jan Valjean ve Münacettin İslamoğlu için ayrı karakterleri ve ayrı hayat maceraları olan ikiz kardeşler denilebilir. Romanda kurgu yok denecek kadar azdır. Olay ve karakterlerin çoğu gerçektir. Sadece mekân ve kişilerin isimleri değişiktir. Karakterler Ankara’da cirit atıyorlar.
Yarattığınız Münacettin İslamoğlu karakteri o kadar gerçekçi biçimde kaleme alınmış ki, ülkemizde “Devlet-Mafya-Siyasi İslam” üçgeninde yer alan birçok kişiye tıpatıp uyuyor. Münacettin’i yaratırken aklınızda olan gerçek bir kişi var mıydı, yoksa Türkiye’de bunlardan çok var, Münacettin hepsinin karması mı dersiniz?
Keşke tek bir Münacettin olsaydı. Fazla bir zararı olmazdı, belki de onu hoş görürdük. Gelin görün ki Münacettinlerden geçilmiyor. Bunların çoğunu siz de tanıyorsunuz. Devlette, siyasette, mafyada ve siyasi İslam’da “itibar sahibi” yüzlerce Münacettin var ve hayatı kirletmeye devam ediyorlar. Hepsi dolar milyarderidir. Bize nanik yaparak, ya da şöyle söyleyeyim; aptal muamelesi yaparak, para denizinde zenginin zengini hayatlar sürüyorlar. Okur, romanın her sahifesinde bunlardan biri ile karşılaşıyor ve romanı içinde kabaran bir tiksinti ve sıkılmış bir yumrukla bitiriyor. Ve ne acıdır ki, bu Münacettinler bizim eserimizdir. Roman bu yönüyle toplumu sorgular ve eleştirir.
Hayatınızın uzunca bir kısmını siyasi gerekçelerle cezaevinde geçirdiniz. Romanınızda cezaevleriyle ilgili olarak bir karakterinizin ağzından “Cezaevleri gelecek hayalleri olanlar için ruhsal bir yücelmenin ve düşünce zenginliğinin kazanıldığı mekânlardır. Günlük hayatta birçok insanı peşinden koşturan dünyayı bir hırslarından arınır, bir iyilik anıtına dönüşürler” diyorsunuz. Bu dönüşüm nedir, biraz açar mısınız?
Cezaevleri iç disiplinin sağlandığı, dünyevi arzuların kontrol altına alındığı, dayanışma ruhunun boy attığı yerlerdir. Bazıları gün sayarak geçirirler o hayatı. Cezaevleri onlara hiçbir şey katmaz. Ama gelecek hayalleri olanlar o ortamdan ziyadesiyle faydalanırlar. Girdikleri düşünce dünyasında derinleşip bilgeleşirler. Romanda da belirtildiği gibi, içeride ya da dışarıda olmalarının onlar için bir farkı yoktur. Sözlerine ve hareketlerine hayranlık uyandıran bir duruluk gelir. Bakışlarında derin bir suyun sükûneti vardır. Etrafa yaydıkları ışıkla uzaktan da olsa dikkat çeker, saygı görürler. Pek çok bilim adamı buralardan çıkmış, ölümsüz pek çok eser buralarda hayat bulmuştur.
Roman, haksız zenginliği göz önüne sererken, sınıflar arası eşitsizliğe ve bunun sonuçlarına yönelen bir isyan adeta. Karakteriniz İslamoğlu özelinden genele bakarak şunu sormak istiyorum: Küçük azınlıkların büyük çoğunlukların üzerine basarak yükseldikleri bu düzenden kurtulmak mümkün mü?
Elbette mümkündür. Küçük azınlıklar güçlerini örgütlü olmalarından alıyorlar. Büyük çoğunluk onlardan kat kat güçlü olmasına rağmen boyunduruk altındadır, çünkü örgütsüzdür. Yıllardır feryat ediyor ve kendimce çözüm projeleri öneriyorum ama gelin görün ki sesimi duyuramadım. Bence büyük çoğunluğun en büyük sorunu, bu rejimle boy ölçüşen ve elinde kefeniyle ateşin üstüne yürüyen öncülerinin olmayışıdır. Münacettinler sanıldığı kadar güçlü değildirler. Onları ayakta tutan yaydıkları korkudur. Büyük çoğunluk elbette bir gün fedai ruhlu öncülerine kavuşacak ve onların saltanatları başlarına yıkılacaktır.
Kadın cinayetleri üzerine hem bugünün hem de geçmişin meseleleriyle birlikte yorumlanarak okunabilecek bir hikâye anlatıyorsunuz. Bu vesileyle sormak isterim, toplumda sanatın ya da edebiyatın bu sorunu çözebildiği ya da büyütebildiği yönünde fikir ayrılıkları var. Edebiyat aracılığıyla bunları göstermek okurun aydınlanmasına vesile olur mu? Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Sanat ve edebiyat aydınlanmada önemli araçlardır. Yayacakları bilinçle pek çok insanı etkileyebilir ve kafalarındaki eskiden kalma düşünceleri temizleyebilirler. Ama tek başlarına yeterli olmazlar. Meselenin ekonomik, siyasi, kültürel ve psikolojik yönleri vardır.
Kadın cinayetlerine karşı iki şeye ihtiyaç var:
İlki, şiddeti ret ve mahkûm eden bir kültürün yeşertilmesi... Ki bu, kadın cinayetlerinin kat kat üstünde olan erkek cinayetlerinin önlenmesi için de gereklidir. Diğeri, kadının ekonomik olarak özgürleşmesi ve erkeğe bağımlı olmaktan çıkmasıdır. Bu da ancak kapitalist düzenin hayatımızdan çıkması ile mümkün olacak bir şeydir. Çünkü kadın cinayetlerinin birinci derecede katili, halkı ve kadını köleleştiren ve ataerkil kültürü besleyen kapitalizm ve onu temsil eden düzen siyasetçileridir. Tetkikçi katiller ve öldürdükleri kadınlar ve birbirlerini vahşice katleden erkekler aslında bu düzenin kurbanlarıdır. “
“Kadınların yanındayım,” demek yetmez. "Kadının yanındayız," diyenler samimi iseler, en başta ekonomisi ve kültürü ile bu vahşeti besleyen bu rejime başkaldırsınlar. Yoksa… “Bu cinayetler dursun,” demenin hiçbir değeri ve faydası yoktur, sadece vicdan rahatlatmadır. Bence kadın örgütlerinin yapmaları gereken şey, bu düzene ve onun bekçiliğini yapan siyasetçilere bayrak açmaları ve bu düzeni alanlara akacak kadınlar deryasında boğmalarıdır. Parmaklar birinci derece suçluyu ve suçluları göstermelidir. Gerisi buza yazılan yazılardır. Kadının kurtuluşu, ülke zenginliklerinin halka ait olduğu ve halkın devleti mutlak bir şekilde yönettiği sosyalizmdedir
Asrın Örnek İnsanı öyle bir merak uyandırıyor ki insanda, sırada ne var diye sormadan edemiyorum. Tezgâhta yeni bir roman var mı?
“Dawo- Tanrı’nın Sesi” adıyla Malakanları yazdığım bir roman var. Bu roman tarihte Malakanların yazıldığı ilk romandır. Kars’ta bir Malakan gencinin bir Türk kızıyla olan aşkı ve zorla götürüldüğü askerlikte başvurduğu sivil itaatsizlikler işleniyor. Yine “Yüz Yıl Sonraya Yazılan” bir deneme ve “Bir Gün Daha Geçip Gitti” adında bir biyografi var.
Mahmut Alınak kimdir?
TBMM'de 18. dönemde Kars, 19. dönemde Şırnak milletvekili olarak görev yapmış Kürt siyasetçi, yazar, avukat.
Kars'ın Digor ilçesinde 1952 yılında dünyaya gelen Mahmut Alınak ilköğrenimini Digor'da, liseyi ise Kars'ta tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne girdi ve bu okuldan mezun oldu.
Hayatını avukatlık mesleği ile kazanan Alınak 1987 genel seçimlerinde SHP'nin Kars adayı olarak TBMM'ye girme hakkı kazandı. Dört yıl sonraki erken genel seçimlerinde ise HEP-SHP ittifakının Şırnak adayı olarak seçimi kazandı. Daha sonra DTP Kars İl Başkanlığı görevini yürüttü.
1994'te milletvekili iken dokunulmazlığı kaldırılan ve Orhan Doğan, Hatip Dicle, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Leyla Zana ile birlikte tutuklanan Alınak, cezaevinde ilk iki kitabını yazdı. 1997'de kaleme aldığı Şiro'nun Ateşi adlı kitap, DGM tarafından yasaklandı ancak yasak kararına rağmen büyük ilgi gördü.
Gündem Gazetesi ile Radikal Gazetesi'nin Radikal İki adlı ekinde yazarlık yaptı ve serbest avukat olarak çalıştı.
5 Ocak 2007'de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a gönderdiği Kürtçe mektup yüzünden siyasi partiler yasasındaki “Türkçeden başka dil kullanmak” yasağına muhalefetten 6 ay hapis cezası aldı.
2011 yılının Aralık ayında KCK'ye yönelik soruşturma kapsamında tutuklanan Alınak, cezaevinde iki roman yazdı. Kandıra Cezaevi’nde bir süre tutuklu kaldıktan sonra 18 Temmuz 2012 tarihinde tahliye edildi.
KİTAPLARI
- Şiro'nun Ateşi, Berfin Yayınları (1997)
- Nazo, Berfin Yayınları (1998)
- Ateşte Yıkanmak, Berfin Yayınları (2003)
- Tarihin Çarmıhında Güneş Ülkesi, Jan Yayınları (2011)
- Köpekler Manifestosu', Jan Yayınları, (2012)
- Mehmet Tunç ve Bêkes , CHA Yayınevi, (2017) (Kaynak:Vikipedi)