Metnin tarihsel yolculuğu
Sibel ÖZ
Artı Gerçek - Yazar, metnin yalnızca kendisine ait olduğunu iddia eder. Gerçekten böyle midir?
Yazar, metne noktayı koyup okura sunduğunda, onun yalnızca kendisine ait olduğuna emindir. Oysa merkezine metni alan kuram, metnin yalnızca yazarına ait olmadığını iddia eder. Peki metin, gerçekte kime aittir?
Metin, yazarın düşüncelerinden, hayallerinden, birikiminden ve deneyiminden süzülerek ortaya çıkar. Yazarın yaşanmışlıkları kadar okudukları, düşünceleri kadar hayalleri de metne yansır. Öte yandan insan, her şeyi baştan öğrenmez. Kendinden önce yaratılan tüm birikime doğar, böylece o birikime eklemlenmiş olur. Dil aracılığıyla insana aktarılan kültürel metinler toplamı, insanın başlangıç noktasıdır. Kaldı ki kültürün kendisinin de devasa bir metinler toplamı olduğunu ileri süren yaklaşımlar vardır. Metnin üretim sürecinin kendisi gibi, metni üreten yazarın ve ortaya çıkan orijinal metnin biricik olduğu doğrudur. Orijinal sanat eseri ya da yapıt, her insanın parmak izi ne kadar biricikse o denli biriciktir. Ancak öncesiz ve sonrasız olmadığı gibi, tüm sanatsal üretimlerden bağımsız da değildir. Edebiyat kuramına göre genel olarak söz, yazı ve metin, yani söylemin tümü toplumsal, sosyal, tarihsel ilişkiler içerisinde üretilir ve ortaya çıkar.
Metnin tarihsel yolculuğuna ilişkin kafa yoran önemli kuramcılardan biri de Bakhtin’dir. “Bakhtin’e göre hiçbir sözce yalnızca söyleyene bağlı değildir. Söyleyenle dinleyenin karşılıklı etkileşimi sonucudur. Üretilen her söylemin bireyler arası, yani özneler arası bir veri olarak da tanımlandığını görürüz. O halde bir söylem ya da metin tümüyle söyleyene ya da üretene mal edilemez. Bu bir karşılıklı etkileşim ve karşılıklı üretimdir. Söylemin üretim sürecine hem üreten hem de tüketen katkı yapar” (Güngör, 2013:211).
Bakhtin, hiçbir söylemin çağdaşı metinlerden bağımsız olmadığı gibi kendinden önceki metinlerden de bağımsız olmadığını belirtir. Genel olarak söylem başka söylemlerle bağlantılı olarak varlık kazanırken, metin de diğer tüm metinlerle bağlantılı olarak üretilir. Metin, yalnızca çağdaşı olan metinlerle değil, kendisinden önce üretilmiş metinlerle de ilişkilidir. Bu durum, metnin tarihsel ve uzamsal bağlamını oluşturur.
Bakhtin, metni, insanlığın gelişme gösterdiği her alanda değerlendirilebilecek önemli birer veri olarak kabul eder. “Bakhtin’e göre metin ister yazılı ister sözlü olsun bütün disiplinlerin ve genelde tüm beşeri bilimler ve felsefedeki tüm düşüncelerin, teolojik ve felsefi düşünce de dâhil olmak üzere başlıca verisidir. Bu yönüyle Bakhtin, metni dolayımsız gerçeklik olarak niteler. Metin yoksa, Bakhtin’e göre hiçbir düşünce ve inceleme nesnesi de yoktur” (Güngör, 2013:211). Bakhtin’e göre metin ya da söylem, insanlık tarihine ilişkin kültürel incelemeler sürecinde bu kadar merkezi bir yer işgal eder.
Metni, diğer tüm iletiler gibi, mesaj içeren bir veri olarak değerlendiren iletişim bilimi, iletinin alımlanması sürecinin metni üreten kaynaktan bağımsız olduğunu kabul ettiği dönemden itibaren, metnin her okumada yeniden üretildiğine dikkat çeker. Bu konuda günümüze kadar çeşitli yaklaşımlar hâkim olmuştur. Yapısalcı yaklaşıma göre anlam, metnin yapısının içindedir. Postyapısalcı yaklaşım ise metnin asıl üretim alanının, metin ve okur ilişkisinde saklı olduğunu iddia eder. Bu açıdan metin, tamamlanmış bir olgu değildir. Her okur, alımlama sürecinde metni, farklı gereksinimler ve birikimlerle farklı anlamlar çıkararak okuyacaktır. Bu, metin için sonsuz bir hareketlilik, değişim ve yaşam alanı demektir. Metin, yeni anlamlar kazanarak sürekli değişir, yaşar ve yolculuğuna devam eder. Her okurun metni farklı bir alımlama süzgecinden geçirerek yaptığı okuma eylemi, metne yapılan okur müdahalesi ve katkısını ifade eder.
Bakhtin’in görüşleri, sonraları metinlerarasılık kuramını geliştiren Kristeva’nın üzerinde etkili olur. Nazife Güngör hocamıza göre yapısalcılık ve postyapısalcılığın kavşağında değerlendirilebilecek olan Bulgar kökenli Fransız göstergebilimci Julia Kristeva’nın dilbilim ve göstergebilim alanındaki asıl şöhreti, Bakhtin’in “metinlerarası ilişkiler” kavramından esinlenerek geliştirdiği “metinlerarasılık” kavramından ileri gelir.
“Postmodern düşünüşün önemli kavramlarından biri olarak da kabul eden metinlerarasılık, postyapısalcı dilbilim ve göstergebilim anlayışının da anahtar kavramlarından biri olarak belirir. Her şeyi metin olarak görme eğiliminde olan postmodemizm için metinlerarasılık dilbilim ve göstergebilim alanında geliştirilmiş oldukça parıltılı bir kavramdır. (…) Metinlerarasılık kavramı, her metnin kendi içinde başka metinleri barındırdığı görüsü üzerine temellendirilmiştir. Metinlerin iç içe geçmesinden ve birbirine eklenmesinden oluşan metinlerarasılık durumu, metinlerarasılık kavramıyla tanımlanır” (2013:230).
Her metin, başka pek çok metni açıkça ya da örtük olarak içerir. Dolayısıyla her metin çeşitli şekillerde başka metinlerden beslenerek, onları da bünyesine katarak var olur. Postyapısalcı yaklaşıma göre metinlerin birbirlerine eklemlenmesinden oluşan sınırsız anlamsal hareketlilik alanı, metne sonsuzluk özelliği kazandırır. Metinlerarasılık kavramı, bu sınırsız ve sonsuz eklemlenme özelliğe dikkat çekerek metnin anlamı tartışmalarına zengin bir içerik kazandırır. Metin yalnızca her okurda değil, aynı okurun her okumasında bile anlamsal açıdan değişime uğrayabilir. Metnin, aynı okurun değişik aralıklarla yaptığı her okumada farklı anlamlar kazanabileceği düşüncesi, anlamın sürekli farklılaştığını, dolayısıyla yazarın metne yüklediği anlamın sürekli ertelendiğini belirten Derrida’nın görüşlerini akla getirir. Sadece metnin anlamı değildir değişime uğrayan; yazarın metne sakladığı mesaj da okurun alımlama sürecinde okurun kendi doğrularıyla sürekli anlam kırılmasına uğrar. Bazı kitapların, yazıldıkları dönemlerden çok sonraları okur tarafından el üstünde tutulması, başucu kitabı haline gelmesi, sadece yazarın çağını öngörmesiyle değil, okurların da toplumsal ve dönemsel ihtiyaçlarının değişmesiyle açıklanabilir.
Öyleyse tekrar soralım: Metin gerçekte kime aittir? Yazara mı, okura mı? Belki de metin, sadece insanlığa aittir. Ve insanlığa ait kültürel bir veri olarak tarihte olduğu kadar gelecekte de çeşitli biçimlerde yaşamaya devam edecektir. Sadece iyi metinler değil, en kötü metinler bile insanlık durumuna ait birer veri değil midir?
* Güngör, N. (2013). İletişim Kuramlar ve Yaklaşımlar. Siyasal Kitabevi: Ankara.