Onur Ayı dosyası: Sezgin İnceel ile farklı renklerin, duruşların çok boyutluluğuna dair

Onur Ayı dosyası: Sezgin İnceel ile farklı renklerin, duruşların çok boyutluluğuna dair
İlker Cihan Biner geride bırakmaya hazırlandığımız Onur Ayı kapsamında hazırladığı sanat dosyasını Artı Gerçek okurlarıyla buluşturuyor; LGBTİQ+'ların sesini, sözünü, sanatta ve kamusal hayatta temsil ettikleri bütüncül pratiklerle görmeye teşvik ediyor.

İlker Cihan BİNER


Artı Gerçek - Pride (Onur) dosyasını hazırlarken politik sorumluluk son derece önemliydi. Nitekim LGBTİQ+ mücadelesinin her koşulda egemenin şiddetine açık bir boyutta olması gerçeği ile karşı karşıyayız. Öte yandan mevzunun yalnızca aktivizmden ibaret olmadığının da altını çizmek gerek.

Güncel sanat, müzik, sinema bu alanda değerli. Görsel düzenlemeler, notalar, film sahneleriyle beraber estetik konumlarda yaşamın tek boyutlu sürmediğinin farkına varmak önemli. Her halükârda içinde yaşadığımız dünya ve ona atfettiğimiz anlamlar toplumsal cinsiyet ikilikleriyle, ırk, sınıf hiyerarşisiyle süremez.

Başka yaşama biçimlerinin imkanına açılacak eleştirel yaklaşımlara/bakışlara ve sınır aşımlarına pencere açabilecek güncel sanat pratiklerine ihtiyacımız var.

Bu açıdan hazırladığımız dosyada müzisyen, akademisyen, yazar Sezgin İnceel’i, kuir sanatçıları, düşünürleri ve gece hayatı çalışanlarını çevrimiçi ortamlarda buluşturan Through The Window dayanışma ve sanat ağını ve yönetmen Ali Kemal Güven'i ağırlıyoruz.

Dosyanın ilk röportajını sanatçı Sezgin İnceel ile yaptık. Sezgin İnceel yaşama dair çok boyutlu bir konumda. Öyle ki; hikaye anlatıcılığı-melodiler ve konuşma onun dünyasında varoluşsal anlamda iç içe. Hayal ve gerçekliği bir arada sanatçının gücüyle ilişkili. İnceel’le yaptığı podcastten müzikal ve akademik yolculuğuna kadar her şeyi Artı Gerçek için konuştuk.

Dosyanın bir imkân doğurması dileğiyle ve farklı renklerin gücünün bizi sarmalası dileğiyle...

Sezgin İnceel/ Fotoğraf: Stas Mishchenko


Müzikal yolculuğunuz ne zaman başladı? Bu esnada toplumsal cinsiyet meselesi yaşamınızın neresindeydi?

Sezgin İnceel: Müzik kendimi bildim bileli hep vardı. Çok küçükken kah tarağı mikrofon yapıp Sezen Aksu olan, kah kendi kendine odasında radyo röportajları yapan, kah turnesini planlamak için dünya atlasının önünde oturup saatler harcayan bir çocuktum. Yine de ilk üniversitede biraz çevre, biraz aile etkisi derken bambaşka bir bölümde okurken mutsuz bir şekilde buldum kendimi. Oturup o mutsuzluğun sesini dinleyerek tekrar üniversite sınavlarına hazırlandım ve müzik bölümüne girmemle profesyonel yolculuğum başlamış oldu. Önce Türkiye, sonra Macaristan, sonra da Almanya’ya getirdi müzik beni. Bu süreçte hem sürekli yer değiştirmem hem de büyük ihtimal çok meraklı olmam sebebiyle farklı dünyaları tanıdım; yaptığım okumalar, tanıştığım insanlar, hayatı anlama çabalarım beni içsel olarak bambaşka yerlere getirdi. Müzik her zaman en iyi arkadaşım, ama toplumsal cinsiyet, çok dillilik, ayrıcalıklar, kapsayıcılık gibi kavramlarla ilgili yeni şeyler öğrendikçe müziğe bakış açım ve müzik yapma pratiklerim çok değişti. O yüzden söylediğim her şarkının bir sebebi, bir mesajı var. Böyle olduğu için de çok memnunum.

Bağımsız bir müzisyen (1) olarak yola devam ediyorsunuz. Bestelerinizi yaparken temel motivasyon kaynaklarınız neler?

S.İ: Benim tutkulu olduğum şey hikaye anlatmak, bunu da genelde otobiyografik bir şekilde yapmayı seviyorum. Şarkı sözlerimde genelde çok spesifik anlardan bahsederim, sık sık özel isimler kullanırım. Örneğin bir şarkıda “ismimi sildim Facebook’tan” diyorum, bir başkasında “kızıyoruz arada Seda Sayan gibi” ya da “MFÖ şarkısına sığınırım, asabiysem mazaretim var”.. 14 Şubat (Sırtım Ağrıyor) şarkımı yayımladan önce “Çok mu kişisel bir hikaye oldu bu?”, “Dinleyici bağ kurabilecek mi?” diye çok düşünmüştüm. Beklediğimin tersine bir çok kişiden “tam yaşadığımızı anlatmışsın” yorumunu duydum. O zaman anladım ki benim müziğimi queer yapan şey (ben kendim bu tanımlamayı pek kullanmıyorum - müzik yapan tarafımı “sadece” müzisyen olarak tanımlamayı tercih ediyorum) yaşadıklarımızın, hissettiklerimizin ve hissettirildiklerimizin benzerliği. Başımıza gelen anlar ve hayatta kalma şekillerimiz farklı belki ama hayata tutunma şekillerimiz, travmalarımız bizi yakınlaştırıyor.

Sezgin & Stas by Stas Mishchenko Squareplatz

Stas Mishchenko ile beraber kurduğunuz Squareplatz (3) adında bir grubunuz var. Solo ve grup olarak müzikal çalışmalarınız arasındaki farklardan bahsedebilir misiniz? Üretim aşamalarında ne gibi başkalıklar ortaya çıkıyor?

S.İ: Kendi müziğimde sık sık mizaha başvursam da özünde melankolik, kırılgan hikayeler anlatıyorum. Squareplatz ise hayatı hafife alan, dans pistinden inmeyen, büyük kahkahalar atan içimdeki zıpır çocuğun müziği. Stas ile benim büyüdüğümüz dönem olan 90’lardan esinlendiğimiz için o dönemin dans müziğinin etkileri çok fazla. Ama onlara yeni ve queer bakış açıları getirmeye çalışıyoruz. Örneğin ilk albümde yayımladığımız Barbie Girl cover’ında içimizdeki ezilmiş, sindirilmiş karakterlere odaklanmıştık. Yakında yayımlayacağımız The Cardigans cover’ı Erase / Rewind’da ise (cinsellik bağlamında) ‘rıza’ kavramı ile kurduğumuz ilişkiyi ve istersek rızamızı geri çekmenin son derece normal olduğunu hatırlamaya çalışıyoruz.

Kendi yaptığım müzikte de, Squareplatz müziğinde de Stas ile çalışmama rağmen, ikisinde de çalışma şekillerimiz çok farklı. Sezgin İnceel adıyla yayımladığım şarkılar üzerinde çalışırken genelde kafamda çok spesifik bir resim oluyor, onları Stas’a anlatıyorum ve o kendi fikirlerini katarak bana uyumlanıyor. Melankolik, yalnız, içe dönük bir adamın hikayesi üzerine kuruyoruz müziği. Squareplatz’ı ise baştan sona beraber üretiyoruz ve ikimiz de kendi kişiliklerimizin tersine dışa dönük kimliklere bürünüyoruz. Bu tezatlıkları da beni ben yaptıkları için çok seviyorum.

Göçebelik ve dil ilişkisi zihin dünyanızda apayrı konuma sahip. Bu konuda akademik sahadaki çalışmalarınız oldukça tutkulu. Ayrıca ses, yazı, görüntü... Çok boyutlu bir estetik perspektifiniz var. Tüm bunları yaparken yaşam arzunuzun yoğunluğundan söz edebiliriz. Tam da böyle bir pozisyonda ‘özgünlük/başkalık duyusu’ olarak yaratma eylemi sizin için nasıl bir duygu? Şarkılarınızı, metinlerinizi doğaçlama mı yazıyorsunuz? Yoksa aşama aşama planlı akışlar mı söz konusu?

S.İ: Yaşam arzusu gözlemi çok doğru, çok teşekkür ederim. Benim hayatla başa çıkma yolum kendimi ifade etmek. Paylaştıkça, anlattıkça, anlaşıldıkça hayatın anlamını bulduğumu sanıyorum (sonra geçiyor). Bunu yaparken de o an elimde ne varsa, beni ne heyecanlandırıyorsa onu kullanıyorum. Bazen müzik oluyor bu, bazen yazı, bazen podcast, bazen bilim. “Yaratma” anının içinde sırtımdaki bir yükten, içimde beni rahatsız eden bir histen kurtuluyormuş gibi hissediyorum, ya da onları dışarı atıp soyut da olsa bir kalıba sokabildiğim için gelen bir rahatlama hissi oluyor. Şarkı yazarken de yazı yazarken de oldukça plansızım.

Ben değil de onlar beni seçiyor. Ben oturup dinliyorum ve kağıda döküyorum. Her şarkının/yazının da “gelme” şekli farklı oluyor. Kimisi yolda yakalıyor, kimisi evde oturup tembellik yapmak isterken daraltıyor. Bazen bir cümle, bazen bir kelime takılıyor aklıma; bazen günlerce dolaşıyorum onlarla ne yapacağımı bilmeden. Sonra bir an geliyor ve gitar/piyano/bilgisayar başına oturuyorum. Bir de “arada” olduğum (queer de diyebiliriz belki) zamanlarda çok üretken oluyorum. Örneğin havalimanları ya da tren yolculukları çok ilham veriyor bana. Velvele, Kaos GL, Mangal Media gibi platformlara yazdığım yazıların fikirlerin çoğu yollarda çıkmıştır mesela. İlk taslak ya da çatı çıktıktan sonra ince ince işleme aşamasına geldiğimde ise kreatif tarafım geri çekiliyor, analitik tarafım ön plana çıkıyor. O aşamadan sonra genelde çok planlı ilerliyorum.

Görsel tasarım: Avinash Rajagopal

İlker Hepkaner ile beraber ses getiren bir podcast serisine imza atıyorsunuz. ‘Yine Yeni Yeniden 90'lar’ (2) döneme dair feminist-queer perspektiften yeni kültür tarihi okumaları ortaya çıkartıyor. Sonrasında 2000'lere dair paralel perspektiflerde podcastler yaptınız. Ataerkil düzlemde popüler kültür ve müzik açısından o dönemlerdeki Türkiye ile bu dönemler arasında ne gibi ortaklıklar var? Çeşitli kopuşlardan ya da devamlılıktan söz edebilir miyiz?

S.İ: İlker (Hepkaner) benim çok eski bir dostum, ve biz bu konuları podcast olsun, olmasın zaten sık sık hep konuşurduk. Hayat bizi dünyanın farklı köşelerine atsa da müzik ve popüler kültür üzerine yaptığımız sohbetler hiç bitmedi. Bir gün beraber bir 90’lar belgeseli seyrederken, onun “Bu belgeselde bize dair hiçbir şey yok, seninle bunun podcast’ini yapalım mı?” demesi üzerine her şey çok hızlı bir şekilde gelişti ve bölümleri kaydetmeye başladık. 90’lar pop müziği çıkış noktamızdı, ama göç, çocukluğumuz, toplumsal cinsiyet, queer olmak, arkadaşlık, zaman içinde değişen Türkiye gibi bir çok alt metin de sonradan odak noktamız oldu. Dinleyenlerle de kurduğumuz ilişki sayesinde (klişe bir deyimle) beraberce büyüdük, kök saldık. Umarım geleceğe, bir dönem Türkiye’si ile ilgili hem kişisel hikayeler barındıran hep toplumsal analizler yapmaya çalışan sesli bir kaynak bırakabilmişizdir.

Podcast’te de ara ara değindiğimiz gibi günümüz ile o dönemi müzik açısından kıyaslamak istersek çok katmanlı farklılıklar ortaya çıkıyor ve siyah ya da beyaz diye adlanlandırmak zorlaşıyor. Bir tarafta Türkiye’de ve dünyada değişen müzik teknolojileri, müzik dinleme şekilleri, diğer tarafta değişen sosyo-politik konjüktörün yaratttığı farklılıklar. Yine de çok genelleştirerek bakmak istersem 90’lara baktığımda sınırsız üretim hissini görüyorum, rekabetten doğan iyi üretimler görüyorum, sanatçılarına yatırım yapan plak şirketleri görüyorum, imaj çalışmaları görüyorum. Günümüzde ise bağımsız sanatçıları, politik şarkı sözlerini, butik plak şirketlerini, algoritmalara yenik düşmemek için yapılan sık üretimleri, yine büyük ihtimalle daha çok dinlenmek ya da es geçilmemek için kısalan şarkı sürelerini görüyorum. Ama altını çiziyorum tekrar, bunlar çok büyük genellemeler. Altmışın üstünde podcast bölümü kaydettik, yine de tam anlamıyla cevap vermesi zor.

Günümüz popüler müziğinde gerek arabesk gerek alternatif gerekse de ana-akım pop dans genrelarında bir akustik modası hâkim. Sizce moda olarak mı kalacak? Yerleşik hâle gelecek mi?

S.İ: Günümüzün şartlarına göre okuduğumda bunun bir moda olduğu kadar, müzik sektörünün geldiği noktanın yansıması olduğunu da görüyorum. Üretim şartları eskiye göre çok farklı. Müzisyenlerden çok daha fazla üretken olmaları bekleniyor. Pop sanatçıları eskiden 1,5-2 senede bir albüm yaparken şimdi unutulmamak ve algoritmalar tarafından yutulmamak 2-3 ayda bir için single çıkartmaya çalışıyorlar.

Bu anlamda hali hazırda çıkmış bir şarkının akustik bir versiyonunu yapmak oldukça akıllıca. Diğer bir boyutu ise maliyet. Ne yazık ki birçok müzisyen (plak şirketlerine bağlı olanlar da dahil) artık kendi şarkılarını kendi imkanları ile kaydedip yayımlıyor. Bu da normalde çok pahalı bir süreç.

Stüdyo, müzisyen, mixing, mastering derken fiyatlar uçuyor, ve bir de bunun belirli aralıklarla sürekli tekrarlanmasının zorunluluğu bütçeleri zorluyor. O yüzden minimal akustik kayıtlar, büyük orkestralı prodüksiyonlara göre bir nebze daha hesaplı olabiliyor. Bunlar sektörün içinde ama dinleyici gözüyle yaptığım yorumlar. Müzisyen gözüyle baktığımda ise şunu fark ediyorum: Benim şarkı üretme sürecim genelde akustik ile başlıyor. Tek gitarla ile çalınmış şarkıları ince ince işleyerek kayıttaki hallerine getiriyorum. Ama yine de bazen kulağım şarkıların o saf, üstüne bir şey katılmamış hallerini özlüyor. O yüzden bazen bir tane de sadece akustiklerden oluşan bir albüm yapsam mı diye düşünüyorum.

Sezgin İnceel / Vegfest'te canlı performans esnasında

Gelecek projeleriniz merak uyandırıcı. Canlı performanslar da sergiliyorsunuz. Performans, podcast ya da müzikal çalışmalarınızda biz dinleyicileri/izleyicileri neler bekliyor?

S.İ: Son yayımladığım şarkı Ayaktayız’dan sonra bir süre kendime dönme ve üretmek istediğim müziği bulana kadar yeni şarkı yayımlamama kararı vermiştim. Bu süreç bana çok iyi geldi. Bir çok şarkı kaydettim, denemeler yaptım ve yavaş yavaş bir sonraki işin rengini bulmaya başladım. Hala biraz daha vakte ihtiyacım var, ama içime çok sinen şarkılar yolda diyebilirim. Performans anlamında ise şiir, drag ve video gibi farklı disiplinleri bir araya getiren konserler vermek istiyorum. Bunun üzerine de çalışmaya devam ediyorum. Podcast bölümlerimiz arasındaki uzunluk hem İlker’in hem benim iş yoğunluğumuz sebebiyle uzamaya başladıysa da, yeni bölümlerin planlarını yapıyoruz ve çok heyecan veren yeni konular var diyebilirim. Akademik anlamda müzik-dil- toplumsal cinsiyet üçgeninde araştırmalarım devam edecek. Yazı anlamında başka sürprizler de var, zamanı geldiğinde duyurusunu kendi sayfalarımdan yapacağım.

1) Sezgin İnceel’in Spotify, Apple, Youtube’da şarkıları ve videoları için:

https://open.spotify.com/artist/5f1sUcanE4ydMe28WtPLX3

https://music.apple.com/tr/artist/sezgin-inceel/1344460700

https://www.youtube.com/channel/UCWWWvTzajCg4gVMiWgfC3gQ

2) Sezgin İnceel ve İlker Hepkaner’in beraber yaptıkları ‘Yine Yeniden 90’lar’ podcasti:

https://open.spotify.com/show/0fuJp87VOCADssQ7RcH9gk

https://podcasts.apple.com/tr/podcast/yine-yeni-yeniden-90lar/id1483943676

3) Sezgin İnceel’in Stas Mishchenko ile beraber kurduğu Squareplatz adlı grubun şarkıları, görselleri ve videoları için:

Spotify: https://open.spotify.com/playlist/0kMjVwFkoMzozdlV0ycXwQ

Youtube: https://www.youtube.com/watch?v=lMMebKhFgvw&list=PL0-7FXskhsf1FxULj6EeA9k2V3ntjnQQu

Öne Çıkanlar