Öteki olmanın portresi: 'Kuru Kız'

Öteki olmanın portresi: 'Kuru Kız'
Merve Küçüksarp bu hafta, Ayfer Tunç'un eril dünyanın içinde sıkışan ve şiddet toplumunun sarmalından çıkmak için o dünyanın sınırlarını terk eden bir kadın karakterin özgürleşme hikayesini anlattığı Kuru Kız romanı üzerine yazdı.

Merve KÜÇÜKSARP


Artı Gerçek - Usta yazar Ayfer Tunç’un yeni romanı Can Yayınları tarafından yayımlandı. Tunç yeni romanında Kuru Kız diye isim takılan, ötekileştirilen bir kadının sahip olduğu her şeyi kaybedip hayatını yeniden kurma serüvenini anlatırken, bir yandan da toplumdaki çarpıklıkların izini sürüyor.

Ayfer Tunç anlatılarında kimi zaman toplumun dışına itilen, ötekileştirilen karakterler yaratır. Bu karakterlerin yalnızlıklarını, toplum ile aralarında oluşan dev yarığı tasvir eder. Karakterler okurdan fersah fersah uzakta kişiler dahi olsa, okur anlatının bir yerinde kendini onların yerine koyabilir, insanların ikiyüzlülüklerine, iyilik ve merhamet maskesi altında besledikleri öfke ve kine dikkatini çevirebilir.

Bu açıdan bireyin yalnızlığı ve incinmişliği kadar toplumun ahvali de sirayet eder Ayfer Tunç anlatılarına. Ve kadınlar… Onların hayatına, zihinlerine bir pencere açar Tunç; yaşadıkları ve nefes aldıkları her yerde uğradıkları baskıları, haksızlıkları kalemine dolar.

Kadın meselesi ekseninde toplumun çürümüş yanları, toplumsal normların beslediği eril dünya da Tunç’un kaleminden nasibini alır. Nitekim Kuru Kız isimli bu yeni romanında da, 1.87 boyunda ve çok zayıf olduğu için önce fiziğinden, sonra da bile isteye kendi koyduğu mesafeden ötürü toplum tarafından ötekileştiren bir karakteri mercek altına alır.

Roman bir Güney Amerika haritasıyla ve Arjantin’in Tierra Del Fiego-Ateş Toprakları eyaletinin başkenti olan Ushuaia hakkında verilen bilgi ile başlar. Ushuaia, Arjantin’in en güneyinde yer alan, son yıllarda turizmin gözdesi haline gelen, yetmiş bin kişinin yaşadığı tahmin edilen, Tunç’un tabiriyle dünyanın ucundaki şehirdir. Öyle ki, burada Dünyanın Sonu Müzesi, Dünyanın Sonu Deniz Feneri, Dünyanın Sonu Postanesi ve dünyanın sonu ile nitelendirilen pek çok otel, lokanta ve işletme bulunur.

Şehrin biraz daha güneyinde ise Antartika’ya yakınlığı sebebiyle bir hayli sert bir iklime sahip olduğu için askeri üstler dışında yaşama rastlanmamakta, Ushuaia her anlamda dünyanın dibindeki bir şehir olarak haritadaki yerini almaktadır.

Kuru Kız kırk yaşında geldiği bu şehirde iki senesini geçirmiş, İspanyolca öğrenmiş, hayatını burada inşa etmekte bir hayli yol almıştır. Buranın dünyanın sonundaki bir şehir olması onun hayatındaki bitişleri ve başlangıçları temsil eden harikulade bir simgedir aynı zamanda. Zira dünyanın sonundaki bu şehri milat kılmıştır hayatında. Geçmiş ile arasındaki bağları atıvermiş, hayata yeni bir başlangıç yapmıştır. Sil baştan; bir daha dönmemek üzere.

Peki, Kuru Kız, kendisini dünyanın ucuna götürecek, sonundaki bir yerde yeniden doğmuşçasına bir başlangıç yaptıracak neler yaşamıştır hayatında? Dünyanın sonundaki şehir olan Ushuaia’dan buzullara doğru bakar ve geçirdiği kırk yılın muhasebesini yapar. Tunç ise roman boyunca onu dünyanın sonuna götüren olayları anlatır okurlara.

Bundan sonraki anlatı Kuru Kızın yoksul bir mahallede tek katlı bahçeli bir evde erkek kardeşiyle kurduğu yaşamın tasviriyle örülmeye başlar. Eserlerinde ekseriyetle zamansal geriye dönüşler ile anlatıyı zenginleştiren Tunç, bu roman boyunca da bu yönteme sık sık başvurarak kimi zaman Kuru Kızın annesinin hayatta olduğu zamanları, kimi zaman da babasının hayatlarına yaptığı gölgeyi katar romanın atmosferine. Kardeşi ile olan ilişkisi ise her daim varlığını hissettirir.

Küçük yaşta annesini, sonra da ömrünün son yıllarını sakat bir adam olmanın kederiyle geçiren babasını kaybeden ve erkek kardeşiyle yaşayan Kuru Kız’ı ve çevresini tanırız ilk olarak.

Mahallelilerin hem evlenmediği için hem de fiziki yapısı sebebiyle bu ismi kendisine yakıştırdıkları Kuru Kız önce babası ve kardeşine, babası öldükten sonra da kardeşine adar hayatını. Ona annelik yapmaya çalışır ve kardeşi ile yaşadığı ev tüm hayatı olur. Zira fiziksel özelliği sebebiyle çevresiyle bir yakınlık kuramadığı gibi, bir dostu ya da arkadaşı da yoktur.

Mahallelilerin ikiyüzlülüklerinden ve dedikoduculuklarından hoşnutsuz olduğu için onlardan uzak durur ve bu uzak duruş mahallelilerin ilgisini büsbütün çeker. İlgi nesnesi olan Kuru Kızı ötekileştirdikleri, onun arkasından konuşup alay ettikleri gibi onu yalnızca kuru ve “evde kalmış” olarak değil, akıldan yoksun diye de yaftalarlar.

Kuru Kız, bir gün son model bir akıllı telefon alır. Akıldan yoksun ve kendilerinden daha yoksul olarak nitelendirdikleri birinin onlarda olmayan bir telefona sahip olması önce mahalleliler için şaşırtıcı olsa da, zamanla akıllı telefonların sınıf ayırt etmeden herkes arasında yaygınlaşmasıyla bu mesele de unutulur.

Kuru Kız ise etrafına aldırmaksızın dünya ile yeni bağını bu telefon sayesinde kurar. Kitap okumaktan hoşlanmayan ancak bu yeni dünyanın verdiği bilgilerle yeni şeyler öğrenmeye teşne Kuru Kız, gitgide başka dünyalara açılma ve zihninin içinde yeni bir hayat kurma arzusunun tohumlarını atar.

Tunç bu bakımdan internet ve akıllı telefonların hayatımıza girmesinden sonra yaşanan değişimleri, sanal ortamda sınıflar, hayatlar ve coğrafyalar arasındaki sınırların kısa bir müddet için de olsa kalktığını romanda bizlere gösterir.

Bir yandan zihni yeni bir dünyaya açılırken, fiziki varlığını dolduran dünyası da gitgide yenilgi ve kayıplardan mürekkep bir uzam haline gelir. Onun neşeden, aşktan, öfkeden, sevinçten arındırılmış hayatı, kayıplarla daha da yoksullaşır.

Annesinin ve babasının ölümü, daha sonra açıkgöz akrabalarının ondan esirgediği miras hakları, bahçelerinden açıkgöz müteahhittin aşırdığı kara parçası, kardeşinin ölümü, kardeşinin ölümünden sonra mahallelilerin çevirdikleri dolaplar ve daha pek çok şey hayatını yavanlaşıp ıssızlaştırır.

Roman Kuru Kızın hayatının kayıplarla nasıl ıssızlaştığını ama bir yandan da tüm bağlarından kopuşunun onu nasıl özgürleştirdiğini de anlatır bir bakıma. Yeniden başlamak için bazen insanın dünyanın sonunu görmesi gerekebileceğini de…

Tunç’un romanda hicvettiği meselelerden biri de etrafımızı ören şiddetin, baskının ve adaletsizliğin membaı olan eril dünyadır. Kuru Kızın bilhassa kardeşi öldükten sonra yaşadıkları, mahallelilerle arasında çıkan anlaşmazlıklar, gördüğü fiziksel şiddet bu dünyanın ete kemiğe bürünmüş halidir.

Bu eril dünya kadınların birbirlerine uyguladıkları psikolojik şiddet ile sağlamlaştığı kadar sahtekarlık ve riyakarlıktan da beslenir. Tunç, romanda yer verdiği –Hulki Aktunç tarafından kaleme alınan- argo sözlüğü ile iliklerine kadar sahtekarlık ve riyakarlık dişlemiş ataerkil bir toplumun da otopsisini yapar.

Kuru Kız’da Ayfer Tunç kadın olmanın, öteki olmanın zorluklarından, yaşatacağı travmalardan ve insanların riyakarlıklarından bahsederken, aile mefhumundaki baskıları, şiddet ortamını, mahallede bir arada yaşayan insanların kimi zaman birbirinin kurdu olabilecek tıynetlerini gözler önüne seriyor. Duru Türkçesi ve akıcı anlatımıyla okurların keyifle okuyacağı bir kitap ortaya çıkarıyor.

Öne Çıkanlar