Pencerenin Işığında: Öfke ve Adalet

Pencerenin Işığında: Öfke ve Adalet
İlker Cihan Biner, Onur Ayı kapsamında hazırladığı kuir sanat dosyasının ikinci bölümünde bir dijital görsel sanat projesi olan 'Through The Window'un yürütücüleriyle öfke ve adalet temalı sergilerini Artı Gerçek için konuştu.

İlker Cihan BİNER


Artı Gerçek - Pride’ dosyasını hazırlarken politik sorumluluk son derece önemliydi. Nitekim LGBTİQ+ mücadelesinin her koşulda egemenin şiddetine açık bir boyutta olması gerçeği ile karşı karşıyayız. Öte yandan mevzunun yalnızca aktivizmden ibaret olmadığının altını çizmek gerek.

Güncel sanat, müzik, sinema bu alanda değerli. Görsel düzenlemeler, notalar, film sahneleriyle beraber estetik konumlarda yaşamın tek boyutlu sürmediğinin farkına varırız. Her halükârda içinde yaşadığımız dünya ve anlamı toplumsal cinsiyet ikilikleriyle, ırk, sınıf hiyerarşisiyle süremez.

Başka yaşama biçimlerinin imkanını gösterecek eleştirel yaklaşımlara/bakışlara ve sınır aşımlarına pencere açabilecek güncel sanat pratiklerine ihtiyacımız var.

Bu niyetle Onur Ayı için hazırladığımız dosyanın ikinci söyleşisini Simon(e) Van Saarlos, Kübra Uzun, Ömer Tevfik Erten’in yürütücülüğünde gerçekleşen ‘Through The Window’a ayırdık.

Dijital medya ve iletişim ağının uygulayıcılığını ise Zekican Sarısoy üstleniyor. Sergide otuz sanatçı ve yirmi dokuz eser var.

‘Öfke ve Adalet’ etkinliğin konusu. Elbette bu mevzu yaşadığımız coğrafyada çok sert bir iklimde sürüyor. Bu açıdan hem kolektifin yürütücülerine hem de küratörüne hınç, öfke, mücadeleyle ilişkili sorular sorduk onlar da içtenlikle yanıtladılar.

Dosyanın bir imkân doğurması dileğiyle.
Bol ilhamlı, keyifli okumalar.

öfke ve adalet (anger and justice)/ Grafik görsel: Zekican Sarısoy

Through The Window’un bu seneki teması ‘öfke ve adalet’. Öfke duygusunun altını çizelim.
Reaktif ya da saldırgan, tepkici kuvvetler olarak toplumsal bir duygu sahası var. Ama mücadeleyle ilişkili bizler soluk alan, güçlü ve yaratıcı estetik pratikler oluşturmaya çabalıyoruz. Çünkü öfke bir direnç. Fakat hıncın aynı zamanda toksik, intikamcı ve eril bir duygu biçimine dair çağrışımları var. Yaptığınız sergiyle ilişkili öfke ile hınç arasında ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?

Simon(e) van Saarlos: Bence öfke, mevcut egemen yapıların ve dünya düzeninin parçalanmasına odaklanan bir duygu. Kin ise eril bir sahip olma hakkıyla ilgili. Bu anlamda kin mevcut değer sistemini yeniden onaylar. Öfke zaten var olan hiçbir şeyin yeterli olmadığını söyleyebilir. Bizi akışkan ve mutlu kılmak için!

Qubra: Duygu olarak ‘öfke’nin pratikte üretimi beslediği aşikar. Biz kuirler, kadınlar ve azınlıklar cis-hetero soslu ve aşırı sağa kayan yeni dünya düzeninde maruz bırakıldığımız fobilere, görmezden geliniyor olmaya, varlığımıza kast edilen her bir hareket ve söyleme doğal olarak tepki gösteriyor ve öfkeleniyoruz!

Doğal bir savunma mekanizması olarak kontra söylemler üretiyor, bu söylemleri gerek tekil gerekse ortaklaşa hareketle dile getiriyor ve sesimizi yükseltiyoruz. Öfkelendiğimiz için "buradayız"ın altını çiziyoruz. Öfke’nin yapıcı ve birleştirici gücünün hınç’ta karşılığı olduğunu düşünmüyorum. Hınç
daha çok yok etmek üzerine inşa edilen bozucu bir duygu ve ilişkilenme biçimi ve
tartışmaya, konuşmaya alan sağlamıyor.

Ömer Tevfik Erten: Hınç ve öfke arasında sınıfsal bir fark var. Hınç, iktidarların ezilenlere uyguladığı şiddetten beslenen ve kendini onunla var eden karanlık bir saha. Dediğin gibi; Öfke ise karşıtlık; içinde umudu, yaratıcı cesaret eylemini barındıran direnç mekanizması. Tanrılardan ateşi çalan Prometheus’tan beri bu böyle. Öfke eylemselliği diri tutar, kitlesellikten beslenir ve adaletin sesi onunla birlikte yükselir.

Dünya tarihinde öfkenin yarattığı hareketlere baktığımızda adalet arayışını da hissediyoruz. Örneğin Fransız Devrimi, halkın öfkesi ve adalet talepleriyle başlamış toplumsal bir hareketti. 1960-1994 yılları arasında Güney Afrika Cumhuriyeti'nde ırk ayrımcılığına son vermek için yürütülmüş uluslararası mücadele olan Anti-Apartheid hareketinden, 1970 yılında Türkiye tarihindeki en büyük işçi direnişi olan 15-16 Haziran Olayları’na, Black Lives Matter hareketinden #Metoo hareketine uzanan kolektif mücadele tarihini sahipleniyoruz.

Stonwall İsyanı’nda da Gezi Direnişi’nde de öfke ve adalet yoldaştı. Bugün ise dünyanın her yerinde biz kadınları, lubunyaları ve azınlıkları hedef gösteren, düşmanlaştıran gözü dönmüş iktidarların, zalim hükümdarların yarattığı hınca karşılık öfke ve adalet arayışının bir araya getirdiği mücadeleyi sürdürüyoruz.

Ömer Tevfik Erten/ Kübra Uzun/ Simon(e) Van Saarlos (soldan sağa)

Adalet yalnızca yasal biçimlerde mi işler? Örneğin; özeleştiri, öğrenme aynı zamanda kişinin kendiyle kurduğu ilişki. Transfobi, homofobi, ırkçılık gibi farklı iktidar mekanizmaları kişiler arası bağlantılarda da ortaya çıkabiliyor. Bu açıdan bedenler arası bir adaleti düşünebilir miyiz?

Simon(e): Hukuki olarak adalet fikirlerinden etkilenme eğilimindeyiz ancak bu kişisel düzeyde yanıltıcı olabilir. Örneğin; rıza uygulamalarını ele alalım: birinden rıza istemek, karşılıklı ve coşkulu rızayı uygulamak bazı yönlerden harikadır fakat iki tarafın eşit şartlarda bir sohbete girdiği varsayımından ayrılır. Rıza, bir sözleşmenin yumuşak versiyonudur ve organlar arasında adaleti sağlamada bu tür protokole dayalı, koruma güdümlü bir dil kullanmamız gerektiğini düşünmüyorum.

Ömer Tevfik: Bedenler arası adalet çok geniş bir yelpaze ama hadi gelin kuir öznelliğe nöroçeşitlilik üzerinden bir bakalım çünkü ayrımcılık ve dışlama ne yazık ki kendi topluluğumuz içerisinde de yaşanabiliyor. Kuir terimini sadece LGBTİ+’lar ile sınırladığımızda yanılgıya düşeriz çünkü bu terim, bireylerin heteronormatif beklentilerden veya cisgender tanımlardan sapma, sorgulama veya kendilerini ifade etme hakkını vurgular. Nöroçeşitliliği ise beyin ve sinir sistemi farklılıklarını ifade eden bir kavram olarak ifade edebiliriz.

Otizm spektrum bozukluğu, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB/ADHD), disleksi, down sendromu gibi nörolojik farklılıklara sahip bireyler de kuirin açtığı kesişimselliğin içerisinde kendini var eder. Çünkü nörotipik olma, heteronormatif beklentiler içerisinde kendini imler; karşıtını dışlar ya da aşağı görür. Nöroçeşitliliğe sahip LGBTİ+’lar ise nörotipiklere oranla şiddet, ayırımcılık ve ötekileştirmeye karşı daha savunmasız ve kırılgandır. Burada empati, sağduyu ve şefkati birbirimize hatırlatmanın önemi var çünkü nihayetinde insanız; yapabildiklerimiz ve yapamadıklarımız var. Kolektif yaratıcılık bu farklılıklara sahip bireyleri nörotipikleştirmeye çalışmaz çünkü bu eylem faşizmden beslenir. Tam aksine bu bireylerle eşitlenerek birlikte öğrenir, farklı düşüncenin yarattığı sınırsız ihtimali paylaşır ve hayatı kutlar. Bizler için adalet ancak böyle tecelli eder.

‘Through The Window’ un ‘Öfke ve Adalet’ serisinde sanatçı seçimlerini belirlerken özellikle bir kriteriniz var mıydı?

Simon(e): En çok dayanışmacı yapımızla gurur duyuyorum: Çalışmalarına hayran olduğumuz sanatçılara soruyoruz ve bu sanatçıların her biri aynı zamanda tanıdıkları bir sanatçıyı da Through The Window’a davet ediyor. Bu şekilde, birbirini tanıyan ve bilen insanlardan güç alıyoruz diyebiliriz. TTW sanatsal niteliğe daha az odaklanarak queerlerin queerleri desteklediğini kabul eden bir tür queer ağ oluşturuyor. Birbirimizi önemsiyor ve buna göre kaynakları dağıtıyoruz ve sanatsal pratiğimizin - ve dolayısıyla sanatsal kalitemizin ve yeteneğimizin - bu maddi ve finansal bakımdan bağlı olduğunu biliyoruz.

Ömer Tevfik: Her yıl sanatçı seçimlerinde topluluğumuzun çeşitliliğini kutlayan demokratik yaklaşımlar gösteriyoruz. Elbette hassas olduğumuz konular var; trans+ sanatçıların görünürlüğü, disiplin çeşitliliği, yola yeni çıkan genç sanatçılar gibi. Bu yıl Kahramanmaraş merkezli depremlerden etkilenen sanatçı dostlarımızı aramızda görüyoruz. Öfke ve adaleti konuşacaksak, depremin açtığı yarayı ve sonrasında yaşananların yarattığı öfkeyi görmezden gelemezdik. Depremden etkilenen halkların acısını paylaşıyor ve başsağlığı diliyoruz.

Sergide ağırlıklı olarak hangi estetik formlarla karşılaşacağız?

Qubra: Bu sene estetik çeşitliliğimizin yine kabından taştığı bir sene. Dijital kolajdan AI’ye, fotoğraftan resme, performanstan heykel’e farklı formlarda toplam yirmi dokuz iş, 21 Haziran’da izleyiciyle buluşuyor.

Ömer Tevfik: Her yıl Through The Window’da birbirinden farklı üretim biçimlerine temas etme şansımız oluyor çünkü hayatı sanat ile birlikte kutlayan varoluşların yarattığı estetik formlardan bahsediyoruz. Süprizleri olmayan bir hayat yaşamaya değer mi?

'Through The Window’un gelecek projelerinden bahseder misiniz?

Simon(e): Prins Claus Fund cömertçe bize sadece 2023'ü değil, 2024'ü de destekleme sözü verdi. TTW sanatçılarının dünyanın her yerinde birbirlerini bulmasıyla TTW'un hem sanal bir topluluk hem de canlı ve yüz yüze bir topluluk haline gelmesine bayılıyoruz. ( Tabii ki vize erişimine ve seyahat fonlarına bağlı olarak!)

TTW sayesinde yeni işbirliklerinin ve dostlukların ortaya çıkmasını seviyoruz. Gelecek için sanatçıları desteklemeye devam etmeyi umuyoruz ve ayrıca hepimizin sohbet, performans, dedikodu, takılma ve dans için bir araya gelebileceğimiz yüz yüze bir TTW toplantısı hayal ediyoruz.

Qubra: Şimdilik ana destekçimizden bir sonraki tur için de onay aldığımızı söyleyebilirim.

Ömer Tevfik: İhtiyaçlar bugünü ve yarını belirliyor. Bakalım neler olacak. Bizi takip etmeye devam edin.

1) Sergide yer alan sanatçılar: Antre Sezgin, babykilla, biricikseksüel, Bruno Najiel, Daphnis Monastirioti, DORMANTYOUTH, Ekin Keser, ewa nïara, Genilson Nery, Hêjan Akan, Inderjeet Sandhu, Işıksu Eliuz, Jilet Sabahat, Juan Rodrigues, Lena Sans, Pamina Sebastião, Pamirhan Yıldıran, Rik Dijkhuizen, Sarjon Azouz, Storm Vogel, Sunni Lamin Barrow, Tusidi, Menko Dijksterhuis, Mina Lal Kocasoy, Nark Luenzi, Neo Mahlasela, Nîno, NIÑO DIVINO, Okyanus Çağrı Çamcı, Orlando Sosa Lozada

2) Sergiyi detaylı gezmek için tıklayın.

Öne Çıkanlar