Popülizm ve Medya: Türkiye'nin basın karnesi
Merve KÜÇÜKSARP
Prof. Dr. Yasemin G. İnceoğlu ve Savaş Çoban’ın yayına hazırladığı ‘Popülizm ve Medya’ , Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı. Kitap 21. Yüzyılda tüm dünyada esen popülizm rüzgarından yola çıkarak, popülizmin ülkemizdeki etkilerini siyaset ve kültür ekseninde inceliyor. Son yirmi bir senedir iktidarda olan kadroların popülizm ile olan imtihanını ele alıyor. Gündüz Vassaf’ın önsözünü yazdığı, İnceoğlu ve Çoban’ın sunuş yazılarının yanı sıra ‘Popülizm, Faşizm ve Medya’ isimli yazılarıyla katkıda bulunduğu eserde, A. Fulya Şen, Tirşe Erbaysal Filibeli, Melis Öneren Özbek, Tezcan Durna, Yurdagül Bezirgan Arar, Uğur Baloğlu, Emre Erdoğan, Tuğçe Erçetin, Toygar Sinan Baykan, Burak Özçetin, Özgür Yılmaz, Uraz Aydın, Süheyla Yıldız, Hakan Yücel, Deniz İnceoğlu gibi siyaset ve iletişim konusunda uzman isimlerin de yazıları yer alıyor.
POPÜLİZM NEDİR?
Ülkemizde ve dünyada 21. yüzyılın en önemli siyasi meselelerinden biridir kuşkusuz, liderlerin gitgide otoriterleşmesi. Otoriterleşen liderler halktan destek görmek ve güçlerini pekiştirmek adına popülist yaklaşımlar sergilenmeleri ile bilinirler. Genel olarak “popülist” ise, “Çoğunluğun beklentilerini karşılamak ve onların desteğini almak amacıyla hareket eden kişilere,” addedilen bir sıfattır. Popülizm siyaset ve iktidarla iştigal ettiğinde elbette daha farklı tanımları da ihtiva eder. Keza anti demokratik yönetim biçimi, her şeye muktedir tek adam yönetimi, demagoji, yabancı düşmanlığı, yargıyı denetim altına alma çabası, faşizan görüşler, tekçi anlayış, ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve fanatik temayüller popülizmin iktidardan güç aldığı takdirde bürünebileceği kisvelerdir.
Bir lideri popülist kılan ise belli başlı özellikler vardır. Öncelikli olarak bu liderler devlet aygıtını gasp ederler, yolsuzluk ve kayırmacılık yaparlar ve elbette yaptıkları eylemlere tepki gösterenlere, bilhassa sivil topluma karşı sert, otoriter bir tavır takınırlar. Bu kişiler kendilerini halkın lideri ve temsilcisi olarak göstererek yaptıklarını normalleştirirler. Muhalefete alan bırakmazlar. Öyle ki muhalif hareketleri düşmanlaştırırlar. Hatta bu noktada faşist ve popülist liderler benzeşir. Ancak ikisini ayıran temel özellik ise şudur ki, popülist lider muhalefeti yalnızca söylem düzeyinde düşmanlaştırır, oysa faşist lider, muhaliflere zulmeder, onları hapse atarak hayatlarını kaydırmaya çalışır. Bir diğer fark ise popülist lider seçimle giderken, faşist lider gitmemektedir.
Popülist liderler kendilerini demokrat olarak tanımlarlar. Halka yakınlık duygusu aşılarlar, onların değerlerini temsil ettiklerini vurgularlar. Bunu ise en çok biz/öteki ayrımıyla yaparlar. Karşı cenahı düşmanlaştırarak… Şu bir gerçektir ki popülist söylemin her daim bir düşmana gereksinimi vardır. Muhalefete karşı gösterdikleri düşmanca tutumun yanı sıra birtakım komplo teorileri de düşman fikrinin canlı kalmasını sağlar. Bu açıdan popülist siyaset membaını her daim kutuplaşma ve ayrışmadan alır.
Popülist liderlerin bir diğer özelliği ise ülkedeki her türlü sıkıntı ve kötü durum için başkalarını sorumlu tutmalarıdır. Dış mihraklar, bölücü güçler, terör örgütleri gibi gruplara ülkedeki bütün suçlar vakfedilirken, bir yandan da seçmenin duygularıyla oynanır. Bu aynı zamanda “Ben kaybedersem, sen de kaybedersin. Ben yoksam kaos olur,” mesajı vermekten başka bir şey değildir. Üstelik dini referans alan popülist liderler, ülkedeki ekonomik krizi dahi bir milli mücadele gibi yansıtmaya çalışırlar. “Allah’ın yardımı” “milletin desteği” ile her türlü güçlüğün aşılacağını anlatırlar.
Popülizm sıradan insanların karar alma davranışlarını etkilemek üzerine kurgulanır; öyle karmaşık mesajları yoktur. Aksine söylemleri net, basit ve anlaşılırdır. Kitlelerin duygularına seslenir, nostaljiye sığınarak kitlelere hayaller sunar, milliyetçi duyguları vurgular, kimi zaman halkı ajite ederek yönlendirir ve onların desteğini aldıkça otoriterleşir.
Popülizmin ayrıca seçkincilik karşıtlığı (her seçkincilik aleyhtarlığının popülist hareket olmayacağının da altını çizmek gerekir), kurulu düzen karşıtlığı, aydın karşıtlığı, dinsellik, geçmişe özlem duyulması, bilim ve teknoloji karşıtlığı gibi birtakım yan etkiler de yaratabilir. Ülkemizden örnek vermek gerekirse, popülist bir siyaset güden AKP iktidarı, yirmi bir yıl boyunca egemen sınıfları ve seçkin zümreyi yerinden ederek kendi kitlesini,- Şerif Mardin’in deyişiyle- çevreden merkeze doğru getirir ve İslami bir burjuvazi inşa eder. Üstelik yirmi bir yıldır iktidarda olmasına, artık seçkin sınıf onun kadrolarından mürekkep olmasına rağmen, lider kadronun söylemlerinde sanki seçkincilik karşıtıymış, kurulu düzene muhalifmiş gibi popülist bir ton vardır. Geçmişe atıfta bulunur, 28 Şubat’ı sık sık gündeme getirerek geçmişteki mağduriyetlerini hatırlatırlar.
Eski düzenin egemenlerini, keza gazeteci, asker ve siyasetçilerini taşlarlar. Yeni Türkiye /Eski Türkiye ayrımı dahi bu bağlamda, kendileri giderse Eski Türkiye’ye dönüleceğine dair bir uyarıdır. Biz/onlar üzerinden kendi kitlesinin fanatizmini canlı kılarlar. Kendi taraftarlarını kayırarak ve karşı cenahı düşmanlaştırarak uygulanan popülist söylem hukuku adeta işlevsizleştirmenin yanı sıra azınlıkları güçsüzleştirme, muhalif gazete ve gazetecileri hedef gösterme, vergi denetim ve cezaları gibi taktikler ülkemizde iktidar olan cenah tarafından da kullanılır.
POPÜLİZM VE MEDYA
Popülist yaklaşımlar sergileyen bir iktidarın en önemli ayağı kuşkusuz medyadır. Medya olmazsa olmaz bir propaganda aracıdır. Keza Marx’ın da işaret ettiği gibi, iktidar hegemonyasının pekiştirilmesi ve ideolojinin yeniden üretimi için kitle iletişim araçları önem arz eder. Medya ile popülizm arasında kuvvetli bir ilişki vardır. Bunu bilen popülist liderler –elbette ki ana akım- medyayı en etkin şekilde kullanırlar. Medyayı kendi yanlarına çekmek, daha da ötesi kontrol etmek için birtakım siyasal ve ekonomik yolları denerler. Öyle ki, medya ve popülist siyaset arasındaki ilişki zamanla bir tür yol arkadaşlığına dönüşebilir.
Medya hegemonik iktidarın kendi gerçeklerini topluma aşılayabilmesini sağlar. Bu açıdan popülist iktidarların var olduğu ülkelerde medya aslında halkın haber alma özgürlüğünü sağlayan bir mecra değil, aksine yalanları doğruymuş gibi aktaran bir yerdir. Popülist siyasetçinin güvenilirliğini ve karizmasını pekiştirecek söylemlere yer verir. Medya verdiği bilgiler ve mesajlarla toplumu değiştirmeye çalışırken, hizmet ettiği iktidar tarafından da dönüşüme uğratılır. Gitgide hükmedilen bir iktidar aracı olur çıkar.
Zaman zaman ana akım medyada bazı muhalif görünümlü kişiler de yer alır. Bu kişiler muhalif görünümlü yazılar kaleme alır, yayınlar yapar. Oysa onların yaptığı evcilleştirilmiş bir muhalefettir. Zira ana akım muhalefetin ipleri iktidarın elindedir.
MEDYA VE TÜRKİYE
Türkiye’nin medya karnesine bakıldığında ise 1980 yıllarından sonra esen liberalizm rüzgarıyla birlikte medya kamusallıktan çıkarılarak gitgide özel sektörün uğraştığı bir iş alanına dönüşür. Medyanın karlı pastasının büyük payına talip baronların da sektöre gitmesiyle birlikte artık medya bağımsız bir mecra olmaktan ziyade güç ve para arasında mevzilenmiş bir iktidara hizmet etmeye başlar. Bilhassa 2001 krizinden sonra sektörün yaşadığı sarsıntı medyadaki sermayenin el değiştirmesine yol açar. Krizle boğuşan sektördeki kimi varlıklar önce TMSF’nin eline geçerken, Cem Uzan, Dinç Bilgin, Karamehmet gibi isimlerin yerini Ethem Sancak, Berat Albayrak (Çalık Holding) gibi isimler alır.
Şu bir gerçektir ki, koalisyonlarla geçen 1990lı yıllardan sonra medyanın attığı başlıklarla dahi iktidarları düşürmeye muktedir olduğunu düşünen AKP ve 28 şubat’ta medyanın rolünü yakından tanımış İslamcı taraftarları için medyayı kontrol etmek her daim büyük önem arz eder. Nitekim AKP iktidara gelir gelmez bu konuyla meşgul olur ve attığı her hamle de buna yönelik olur. Kendi medyasını kurmak ve hali hazırdaki medyayı güçsüzleştirmek gibi iki ayak üzerinden bunu gerçekleştirmeye çalışır. Kendi İslami medyasını yaratır, ana akım medyayı da kontrol altına alır. Bunu, sermaye sahiplerini vergi cezaları ile yıldırarak ve para piyasalarından gerekli ekonomik desteği sağlayarak gerçekleştirir. İslami Burjuvaziyi destekleyerek, bu sermayenin medyaya girmesini de teşvik eder. 2016 darbe girişimi ve 2017 başkanlık sistemine geçişten sonra medyada egemenliği ayyuka çıkan iktidar, terör örgütü propagandası yapma maddesinin sınırlarını genişleterek pek çok muhalif gazeteciyi tutuklatır. Zaman zaman internet erişimi kısıtları getirerek ve Cumhurbaşkanına hakaret suçunu sürekli gündemde tutarak muhalif basına ve muhalefet eden sıradan insana dahi gözdağı verir. En son Doğan Medya’nın kuruluşlarını Demirören’e satışı bu zincirin son halkası olur.
Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu ve Savaş Çoban’ın yayına hazırladıkları ‘Popülizm ve Medya’ isimli eser, içerisinde yer alan on üç yazı ile birlikte Türkiye’nin popülizm ve medya haritasını çıkarıyor, iktidarın basın ile ilişkisinin yanı sıra alternatif medya ve sosyal medyanın da sahneye çıkmasının siyaset ve kültürdeki değişimlerinin izini sürüyor.