Severance: Patronun istediği en iyi versiyon!
Çalışanların özel hayatı ile iş yaşamını ayıran bir çip geliştiren Lumon Industries adlı bir şirkettekileri konu alan dizi, distopik görünen ama kapitalistlerin iştahını “demokratik” koşullarda bile kabartan bir fikre sahip.

Suzan DEMİR
Severance 2022’de yayınlandığında hem izleyiciler hem de eleştirmenler açısından o yılın en iyi dizilerinden biri oldu. Ne var ki Apple TV+ sevilen diziye 3 yıl ara verdi ve ikinci sezon 17 Ocak 2025’te yayınlandı. İlk iki bölümü yayınlanan Severance toplam 10 bölümden oluşacak ve mart ayının ortasında sezon finali yapması bekleniyor.
Çalışanların özel hayatı ile iş yaşamını ayıran bir çip geliştiren Lumon Industries adlı bir şirkettekileri konu alan dizi, distopik görünen ama kapitalistlerin iştahını “demokratik” koşullarda bile kabartan bir fikre sahip.
Biraz konudan ve de ilk sezondan da bahsedecek olursak, ilk sezon özellikle odakta Adam Scott’ın oynadığı Mark karakteri var. Mark eşi Gemma’yı (Dichen Lachman) kaybettikten sonra hayata tutunamıyor, bununla birlikte eski mesleği olan tarih profesörlüğünü yapmaya bile dayanamayıp bu işe başlıyor. Lumon Industries kişilerin kendi rızasıyla taktırdığı çipler ile çalışma ortamında dışarıyı hatırlamadıkları, binadan çıktıkları anda da içeriyi hatırlamadıkları bir sistemde çalışıyor. Kişinin asıl ana benliği “dışsal” şirket içerisindeki benliği ise “içsel” olarak adlandırılıyor. İçseller tamamen şirket içeresinde uyandırılıp asla dışsal kişilikleriyle irtibat kuramıyor. Aynı şekilde dışsallar da içsellerle irtibat kuramıyor. İçseller daha çok şirket içi politikalar, burada kendilerine verilenlerle şekilleniyor ya da biçimlendiriliyor. Tam anlamıyla robotik bir durumda değiller, sadece çipi taktırıp oraya gelen benlikten farklılar ve yalnızca oradaki verilerden öğreniyorlar. Mark ve şirketteki diğer üç kişi Irving (John Turturro), Dylan (Zach Cherry) ve Helly (Britt Lower) kendilerine verilen bilgisayarlardaki sayıları topluyor. Hiçbiri ekrandaki sayıların ne işe yaradığını bilmese de sayıların onlarda yarattığı duygulara göre onları kategorize ediyor. Bunlar da dört temel duygu olan üzüntü, eğlence, korku ve kötülükten oluşuyor.

Buraya kadar anlatılanlar son derece robotik ve de soğuk bir atmosfer uyandırıyor zaten zihinlerde. Zira dizi o soğuk atmosferi de başarılı bir şekilde veriyor. Bembeyaz ve sürekli aynı yere açılan labirentimsi koridorlar, büyük bir alanın ortasında sadece dört kişinin oturup çalıştığı bir masa ve de dışarıdaki dünyadan yalıtılmış steril bir ortam. Çekimlerdeki açılar da bu steril ortama paralel bir şekilde simetrik ve huzursuz. Dışsalların yaşadıkları ortam da soğuk, karlı ve kasvetli. Aslında dizinin tamamına bakıldığında yer yer ritmi tüm bu somut koşullara da ayak uyduran bir şekilde ağırlaşıyor. Bunu olumsuz bir özellikle olarak anlatmıyorum. Aksine herkesin bu anlamda ayak uydurmakta zorlanabileceğini de not düşmek adına belirtmek istedim. Tabii tüm bu distopik öğelere rağmen bu sistemi bozanlar oraya gidip çip taktıran dışsallar değil, o sistem içerisinde biçimlendirilmeye çalışılan içseller oluyor. Dizi ilk sezonu Helly’nin sürekli kaçma teşebbüsleri ile başlıyor. Sonrasında bu dört karakter orada yaşadıkları bazı gelişmelerle de birlikte dışarıyı görmek için plan yapıyor. Bu plan çerçevesinde 39 dakika, dış dünyada uyanıp diğer benlikleri, yani dışsalların hayatının ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar. İşte ilk sezon bu ufak çaplı ama şirketin içinde büyük bir soruna sebep olan kalkışma ile bitti.
İkinci sezon yayınlanan iki bölüm, diğer sezon finalinin etkileri ile açıldı. Birinci bölüm Mark’ın yeniden şirkete girmesiyle başladı, bu defa farklı insanlar vardı. Fakat Mark’ın yeni bir kalkışmasıyla eski arkadaşları geri döndü. Bir araya gelen dörtlü yaşadıklarını değerlendirmeye başladı, Mark öğrendiklerini açıkladı fakat Helly ya yalan söyledi ya da ona öyle hatırlaması için bir şey yapıldı. Irving yaşadığı duygusal gerilimden kaynaklı oradan gitmek istedi, Dylan ise zaten hiç dışarıda uyanmayan bir içsel olarak onu kalmaya ikna etti. Ayrıca kalkışma sonrası neler yaşandığını geriye dönerek açıklayan iki bölüm izledik. Şimdilik başarısızlığa uğramış ve her şeyi sıfırdan başlamış gibi duruyorlar fakat dış dünyaya dair eskisine nazaran daha çok şey biliyorlar. Ama hem onların hem de izleyici olan bizlerin hala bilmediği bir şey var o da şirketin amacı… Bunu da ya ilerleyen bölümlerde göreceğiz ya da başka bir sezonda. Henüz kestirmek zor.
Ama buna dair bir tahminim var hem bu labirentvari koridorların bende uyandırdığı etki hem de Mark’ın kardeşi Devon’ın hamilelik kampında tanıştığı kadının bu çiplerden takmış olması üzerine. Diziyi hiç izlemeyenler için spoiler vermemeye çalıştım içeriğin bazı detaylarına ilişkin ama bu teorim en azından izlenim düzeyinde olacak. Devon’ın tanıştığı kadının çocuğu doğurduğu süreçte çip takıp sadece o evreyi farklı bir benliğe yaşatması, bu çiplerin ya da dizideki adıyla “ayrılmanın” gündelik hayata uygulanmaya çalışıldığına ufak bir işaret gibiydi. Kadının kocasının senatör olması ve şirkete yönelik olumsuz söylemleri eleştirmesi ve ayrılmayı desteklemesi de planın daha büyük olduğunu gösteriyor. Şirkette çalışanların ise denek olma potansiyeli özellikle beyaz labirentleri andıran o koridorlarla daha da güçlü hissediliyor. Tabii bu sadece bir teori.

Severance konusu itibariyle de son dönemin en tartışmalı filmlerinden biri olan The Substance (cevher) ile akraba bir yapım bana kalırsa. Bu benzerlikler eski ve yeni birçok anlatıyla da çeşitlendirilebilir. The Substance, kendisinin daha iyi bir versiyonu için bir ilaç deneyen ve vücudundan daha genç ve yeni bir versiyonunu çıkaran, 50 yaşındaki Hollywood yıldızı Elisabeth Sparkle’ı (Demi Moore) konu alıyor. Elisabeth, Sue’yi (Margaret Qualley) yarattıktan sonra onun bedenine bağlı bu yeni kişi ile çatışmaya giriyor. Aynı anda bir arada olamayan bu ikilinin çatışması ve sonuçta bir canavarın çıkışını izliyoruz bu filmde. Yönetmen Coralie Fargeat patriyarkanın bir parçası olan güzellik endüstrisini ve onun kadınları nasıl şekillendirdiğine dair anlattığı ve son derece rahatsız edici sahneleri de olan film, kimilerinin nefret ettiği kilimlerininse çok sevdiği bir yapım oldu. Beğeni kısmını atlayarak şunu söylemek gerekli ki bir arada olamayan fakat birbirine bağlı iki bedenin farklı kimliklere sahip olmasıyla Severance’ın içseller ve dışsallar mantığıyla epey benzer. Elbette etkilenme söz konusu ama tüm bunların Robert Louis Stevenson’ın 1880’lü yıllarda yazdığı gotik roman Dr. Jekyll ile Mr. Hyde ya da Dostoyevski’nin Öteki adlı romanı ile olan benzerlikleri de var. Tüm bu benzer anlatılarda ortak bir beden ya da zihni kullanan iki farklı formdan ve onların çatışmasından söz ediliyor. Örneğin Westworld dizisini anımsayanlar olacaktır, orada da duyguları olan robotların bir kalkışmasını izledik. Severance ise hafızaları silinmiş bu içsellerin kendi kimliklerini inşa edişini de konu ediniyor bir yerde. Bir şirketin istediği gibi biçimlendirebileceğini düşündüğü bu yeni formların, diğer versiyonları ile çatışmaya girmesi ya da bir nevi kimlik inşa etmesi bu saydığım tüm yapımlarda ana dinamik olarak kullanılıyor.
Severance’ı bana göre diğerlerinden ayıran en gerçekçi özellik ise bu fikrin kapitalist sistemde işçi ya da çalışanların tamamen işe adapte olmaları için iştah kabartan bir yöntem olması. Elbette gerçekleşir demiyorum ama patronların istediği şey tam olarak bu versiyon. Şirket içinde sadece şirketin ya da fabrikanın amaçları doğrultusunda şekillendirilmiş bilinç ve hafızalar. Böyle bir çalışan ordusunun, dünyanın en güçlü ülkelerinin başına geçen zengin oligarkların başını döndürmemesi mümkün mü? Ama film ya da dizilerde de gördüğümüz gibi her zaman bir çatışma olacak ya sınıflar arası ya da damıtılmış zihinler arası…
Suzan Demir kimdir?
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okudu. Hayat TV, ardından Evrensel Gazetesi’nde çalışmaya başladı. Taraf Gazetesi kültür sanat servisinde muhabir ve editör olarak çalıştı. Arka Pencere (www.arkapencere.com) online dergide haftalık sinema eleştirileri kaleme aldı.
Ayrıca BİR+BİR Ekspres dergisinde (hem online hem matbu dergisinde) www.sabirfikir.com ve Kritik 24 (K24) sitelerinde haber ve yazıları yayınlandı. Yeni E Dergisi'nde kültür, sanat ve sinema röportajları yapılıyor. Hala Avrupa'da çeşitli ajanslara politika, ekonomi ve kültür sanat kapsamında haberler üretiyoruz. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) ve SİYAD üyesidir.