Susan Sontag ve fotoğrafı okumak: Gerçeğin risksiz kıyısı
Merve KÜÇÜKSARP
Artı Gerçek - Amerikalı düşünür, yazar ve kuramcı Susan Sontag’ın fotoğraf ve fotoğrafçılık üzerine 1973 ile 1977 yılları arasında New York Times’a yazdığı yazılardan meydana gelen derleme kitabı Fotoğraf Üzerine, Can Yayınları etiketi ve Osman Akınhay çevirisi ile yayımlandı.
Sontag’ın fotoğrafın geçmişten günümüze hayatımızdaki yerini ve tarihsel serüvenini incelediği eseri altı tane deneme ve bir de alıntılar antolojisinden meydana geliyor. 'Platon’un Mağarasında', 'Fotoğraflardan Puslu Görünen Amerika', 'Melankoli Nesneleri', 'Görüşteki Kahramanlık', 'Fotoğrafın Getirdiği Müjdeler ve Görüntü Dünyası' isimli yazıları ihtiva eden eserinde Sontag, Platon’un gerçeklik tanımı ile söze başlıyor, geçmişten günümüze toplumların gerçeklik ile imtihanlarını da mercek altına alarak metinlerini zenginleştiriyor. Sontag ilerleyen bölümlerde ise fotoğrafın gerçeklikle olan ilişkisini sosyolojik bağlamda inceliyor.
FOTOĞRAF VE GERÇEKLİK ALGISI
Günümüzde gerçeğe dair algı gitgide karmaşıklaşmıştır. Buna karşın insanlarda da bir o kadar bunu basitleştirme, gerçeği çabuk algılama isteği vardır. Bugün geldiğimiz noktada gerçeği en pratik ve zahmetsizce elde etmek “fotoğraf ile mümkündür. Fotoğraf yaşadığımız dünyada gerçekliğe ayna tutar, deneyimleri kanıtlayabilir niteliktedir. Hakkında şüpheye düştüğümüz bir konunun fotoğrafını gördüğümüzde müspet ya da menfi açıdan şüphemiz nihayetlenmiş olur. Ancak unutmamak gerekir ki, fotoğraf aynı zamanda bir yanılsamalar dünyası da meydana getirmeye muktedirdir.
Fotoğraf koleksiyonlarından mürekkep bir dünyada neyin gerçek neyin zahiri olduğuna dair yanılgıya düşebiliriz. Fotoğraf büyük, devasa ve uzak şeyleri kendi dünyamıza sokup yakınlaştırırken, bize yakın bize ait olan şeyleri uzağa götürebilir, aramıza mesafe sokabilir, ki bu çok yanıltıcı olabilir. Nitekim Sontag yazılarında fotoğrafın aldatma, manipüle etme ve dahası propaganda aracı olarak gücü üzerinde de fazlasıyla durur.
Fotoğrafın işlevi hakkında her bir metinde farklı bir yorum getiren Sontag, fotoğraf çekmenin güvensizlik duyduğumuzda ya da etrafımızdakilere karşı nasıl davranacağımızı bilmediğimiz kimi ortamlarda sıkça yeltendiğimiz bir hareket olduğunu da örnekler eşliğinde yorumlar. Bu gibi durumlarda fotoğraf çekmek, bulunduğumuz yerin yabancılığını, başkalığını azaltır. Nitekim bir yere yabancı kimselerin, bilhassa turistlerin orada fotoğraf makineleriyle meşgul olmaları, ha bire fotoğraf çekmeleri yalnızca etrafı belgelemek istemelerinden kaynaklanmaz. Fotoğraf makinesi onların yabancılığına, yabansılığına karşı bir kalkan olur.
Fotoğraf bazen de hiç tanımadığımız bir coğrafyayı ya da ufacık bir nesneyi anlamak için o şeye mercek tutar. Sontag şu cümlelerle fotoğrafın yabancı şeylerle aramızda nasıl bir köprü oluşturduğunu anlatır:
“Bir şeyin fotoğrafını çekmek, fotoğraflanmış olan o şeyi ele geçirmektir. Başka bir deyişle, bir şeyin fotoğrafını çekmek, dünyayla, insanda bilgilenme –dolayısıyla güçlenme- duygusu uyandıran bir şekilde ilişkiye girmektir.”
Yazılarında fotoğrafın olumsuz etkilerine de değinen Sontag, uzak olayları, dünyaları hayatımıza dahil etmesinin ve bu sayede bizlerin kendimizden uzak dünyalara açılmamızın, hayatımızın yoğunluğunu azaltacağı, benlik duygumuzu yitirmemize sebep olacağı kanısındadır. Buralarda Soren Kierkegaard’ın görüşlerinden feyz alır.
Fotoğraf, bizi yerimizden edebildiği gibi, bize en uzak şeyin en yakınımızdaki kadar ulaşılabilir olmasını sağlar ve "dünyanın gerçekte olduğundan daha erişilebilir olduğunu hissettirme" etkisine sahiptir. Bu ise kendilik duygumuzu azaltır. Her yerde olan ama hiçbir yere kendini ait hissetmeyen, her şeyi gören bir gözü taşıyan bedenlere dönüşürüz zamanla. Kendimize yabancılaşırız, hatta.
Sontag fotoğrafın gerçekle ilişkimizi değiştirdiği gibi, görme biçimlerimizi de değiştirdiğinin altını çizer. Fotoğraf artık dünyaya olan bakışımızı çevrelemiş durumdadır. Şeylere kameranın gözünden bakarız ve bize her şey olası bir fotoğraf olarak görünür. Hem zaten kadraja giren görüntüler bir bütün olarak değil de, insanlar ve deneyimler olarak parça parça görünür ve kişinin hafızasında bu şekilde depolanır. Ancak fotoğrafların hemen erişilebilir hale getirdiği gerçek değil, görüntülerdir.
Fotoğrafını çektiğimiz şeyi orada bırakır ve arkasından yeni görüntüler ya da içerikler bulma ihtiyacına düşeriz. Bu ihtiyaç bizi gitgide medya tarafından sunulan şeyleri tüketen bedenler haline getirir. Nitekim bugün artık temas kurma arzumuzu yitirmiş, her şeyi salt görerek algılama ve anlamaya teşne olmuş haldeyiz.
Sontag işte tam bu noktada bunun sakıncalarından dem vurur ve bu gerçeklik ilişkisini sorumluluk ve çabadan azade risksiz bir yakınlık olarak tanımlar. Oysa asıl değerli olan, fotoğrafın sağladığı statik bir gerçek değil, deneyimin gerçekliğidir. Görmenin yüzeysel haline kapılmak yerine görünenin derinlerinde yatan sırları, hikayeleri zenginleştirmek evladır. Zira anlamak bir şeyleri düşünmeden kabul etmek değil, üzerine düşünme, yorumlama, hatta değer kazandırma işidir.
Sontag’in metinlerinde şikayet ettiği konulardan bir diğeri de gelişen teknolojinin fotoğrafla temasımızı değiştirmesidir. Fotoğraflarda yapılan rötuşlar, hatta fotoğrafların altına yazılan yazılar, fotoğraf ile olan ilişkimize zarar vermekte, müdahale etmektedir. Oysa bir fotoğrafa ne kadar az müdahale edilirse, vereceği mesaj, sunacağı değer artacaktır. Üstelik fotoğraf çoğaltılabilir özelliği sayesinde değerini yitirmeden herkese ulaşabilir duruma gelmiştir. Bunun olumlu sonuçları olduğu gibi, bu denli yaygın ve göz önünde olmasının büyük olayların etkisini azaltan bir etkisi de vardır.
BİR SANAT BİÇİMİ OLARAK FOTOĞRAFÇILIK
Sontag metinlerinde bir sanat biçimi olarak fotoğrafçılığı da ele alır. Keza bir fotoğrafı çekerken kişinin iki tarz gözü olduğunu belirtir; bireysel bir göz ile nesnel kayıtçı gözdür bunlar. Bu iki bakış arasındaki ayrım fotoğrafı bir belge olarak mı yoksa sanat olarak mı konumlandıracağımızı ortaya koyar.
Sontag, fotoğrafçılığı resim sanatından ayıran özelliklerden de bahseder. Fotoğrafın bir sanat dalı olarak kabul edilmesinin, resim sanatında 1960lı yıllarda görülen soyut dışavurumculuk sonrası yaygınlaştığından başlayarak bu iki sanat dalını tarihsel bir düzlemde karşılaştırır. Başta fotoğrafın sanatçının yanıltıcı elinden azade bir şekilde doğanın kağıda çizimi olduğunu iddia eden ve onu yalın bir gerçeklikle ilişkilendiren William Henry Fox Talbot olmak üzere bazı referans görüşlere yer verir. Amerika’daki fotoğraf sanatının tarihsel evrimini de anlatır.
“Fotoğraf, mimetik sanatların en gerçekçi dolayısıyla en kolay icra edileni olmak gibi sevimsiz bir üne sahiptir. Aslında fotoğraf, arada boy göstermiş başka adayların çoğu nefeslerini tüketip yarış dışı kalırken, modern dönemin duyarlılığının sürrealistlerin eline geçmesinin sebebiyet verdiği devasa ve mazisi yüz yıla dayanan tehditleri yüklenerek yoluna devam etmeyi başarmış tek sanattır.”
Resim ve fotoğraf sanatı üzerine yaptığı değerlendirmede Sontag, resimde üslup meselesinin sanatsal değerini belirleyen en önemli öğelerden biri olduğunu, buna karşın fotoğrafta ise üsluptan ziyade neyin fotoğrafının icra edildiğinin önemli olduğunu vurgular. Fotoğrafta konu önemlidir; resimde ise değildir. Bu yüzden resimlere atılan imzanın fotoğraflarda görülmemesi gayet tabiidir.
Fotoğrafta ele alınan konu bakımından Amerikalı fotoğraf sanatçılarının fotoğraflarına da değinir. Bilhassa ötekilerin fotoğrafçısı olarak anılan Diana Arbus, onun kalemine en çok doladığı ve senalar düzdüğü sanatçıların başındadır. Arbus’un toplumda öteki sayılan bireylere dair yaptığı çekimlerin gerçeklikle olan ilişkiyi nasıl baştan aşağı değiştirdiğini de örneklerle açıklar.
Susan Sontag, 'Fotoğraf Üzerine’de günümüzde hem popüler mecralarda, hem de sanatsal anlamda kullanılan fotoğrafın tarihsel seyrini anlatırken, onun habercilik, arşivcilik ve çeşitli ticari amaçlara da hizmet eden işlevsel özelliklerine yer verdiği gibi, gerçek ile olan çelişkili ilişkisini masaya yatırır ve günümüzde toplum içindeki yeri hakkında hala güncelliğini koruyan bir okuma deneyimi sunar.