Teoman: Yaşadığımız şey değişim değil, kopuş

Teoman: Yaşadığımız şey değişim değil, kopuş
Müzikal serüvenine içindeki ben’lerini de katan Teoman, kendi yolculuğunu anlatırken bir sanatçının portresini de çıkarıyor. Çelişkileri, zayıflıkları, ironisi, oldurdukları veya olduramadıklarıyla, tüm halleriyle kendini parçalayarak anlatıyor

Deniz DURUKAN


Teoman’ın yeni çalışması “ben, zargana, deus ex machina” çıktı. Benim kişisel kompleksim dediği bu çalışma, Teoman’ın kariyerinde ayrıcalıklı bir yerde duruyor. Otobiyografik bir anlatı diyebileceğimiz bu şarkılar samimi bir iç döküşle kucaklıyor dinleyiciyi. Müzikal serüvenine içindeki ben’lerini de katan Teoman, kendi yolculuğunu anlatırken bir sanatçının portresini de çıkarıyor. Çelişkileri, zayıflıkları, ironisi, oldurdukları veya olduramadıklarıyla, tüm halleriyle kendini parçalayarak anlatıyor. Ve içinden bir başka Teoman’ı da çıkarıyor. Serseri Teoman’a karşı akıllı Teoman. İkisi de aynı bedende, bir bütünün parçaları. O halde kulak verelim söylediklerine…

Fotoğraf: Sait Erol

Kendini anlatmaktan çekinmiyorsun. Senin hakkında neredeyse her şeyi biliyoruz. Bize kendinle ilgili bilmediğimiz bir şey söyler misin?

Başıma parodiye benzer şeyler geliyor hayatımda. Bir günümü anlatayım sana. Sabah bir anlamsızlık hissiyle kalkıyorum. Diyelim ki saat beş. Sık oluyor bu. Bu üçlü koltukta uyuyakalmışım. Ve her yerim ağıyor. Saat yediye gelince kendimi dışarıya atıyorum. Evde kalırsam kendimi, hayatı, geçmişi düşünüyorum ve bu düşünceler beni basıyor. Bir şeyler kuruyorum uyduruk. O yüzden, dışardaki gerçek hayata gitmem gerekiyor. O saatte kafeler açılmadığı için, evimin yakınındaki pastaneye gidiyorum. Komik olan tarafı, insanlar işlerine yavaş yavaş giderken ben orada laptopumu açmış, okumayı umduğum, içinde kişisel gelişim ve sanatın da olduğu kitaplarımı masaya yayıyorum. Orada, kendime bir saatlik ofis kuruyorum. O an mesaim başlıyor. Sonra bir kafeye gidiyorum 8 civarı. Ben kafe adamıyım zaten. Hayatım kafelerde geçer. Sonra Akaretler’de sevdiğim başka bir kafeye gidiyorum. O kafeden, spor salonuna giderim. Spor sonrası kitapçıya filan gidiyorum. Her gün mutlaka giderim bir kitapçıya. Yeni olarak neler var, hangi kitaplar çıkmış bakarım, alırım. Boş boş da gezerim muhakkak her gün. Düşünürüm.

Bu sanırım son yıllarda olan bir şey.

Pandemiden sonra böyle bir hayata geçtim. Gece hayatından gündüz hayatına geçtim yani. Pandeminin sonlarına doğru en ağır majör depresyonuma girdim. Yeni değil, ara ara beni yoklar majör depresyon. Başkalarının depresyon dediği şeyler depresyon değil, can sıkıntısıdır. Can sıkıntısı, anlamsızlık, vs. depresyon değildir. Depresyon derin bir umutsuzluk, çıkışsızlık halidir. Majörü ise berbattır. Ben aradaki bütün farkları bilirim. Majörünü az yaşarım. Ama her yaşadığım tekrarda, bunu bir şekilde çözdüm.

Aslında ürkek birisiyimdir. Gelecek, korkular, kaygılar kafamda sürekli bir şeyler kurmama neden olur. Sonunda, artık kendimi iyileştirmem gerek dedim. O yüzden de önce hayatımı düzene sokmam gerekiyordu. Alkolü azalttım. Erken yatıp erken kalkmaya, uzun yürüyüşlere başladım. Kar kış demeden sabahları yürümeyi alışkanlık haline getirdim. Alkolü hayatımdan çıkarmadım ama bu konuda yapabileceğim kadarını yapıyorum. Çünkü alkol almadan ne şarkı söyleyebiliyorum ne sahneye çıkabiliyorum ne de sosyal olabiliyorum. Daha doğrusu bu konularda havaya giremiyorum.

Peki sonra ne yaparsın?

Bazı günler anneme giderim. 91 yaşında. Hayatı zaten depresyonlarla geçmiş olmasına karşın, şu an en ağırını geçiriyor. Annemle, yani ölmek isteyen ve bunu sürekli dile getiren bir kadınla oturuyorum ona gittiğimde. Rolleri değiştik. O artık çocuk gibi, ben ise ona öğütler veriyorum, yasin oku diyorum. Maneviyat öğütleri veriyorum. Oradan çıkıyor, kızımı okuldan alıyorum. Bu sefer 91 yaşından 9 yaşına inmiş oluyorum. Sabah annemde oğulken, öğleden sonra kızımın babası olarak, onu dondurmacıya, oradan seramik kursuna götürüyorum. Kapısında sigara içe içe bekliyorum. İşte sana bir rock yıldızının sonu. Bir sürü çelişkili rol.

Niye kendinle bu kadar çok uğraşıyorsun, kavga ediyorsun? Bunun altında yatan şey ne?

Onu çok bilmiyorum aslında. Bence, kendimi bildim bileli bana hayat yolu hiç gösterilmediği için bir eksiklik duyuyordum. Sanırım bendeki bu baba eksilikliği, köksüzlük duygusuna da neden oldu. Çocuksun, aslında daha hiç kimsesin ama bu seni ‘kendimi yaratmalıyım’ düşüncesiyle baş başa bırakıyor. Anne de pek anlamıyor oğlu için ne yapması gerektiğini. Rasyonel bir hedefin de olmayınca ileride başarlı olurum, ünlü olurum gibi şartlanmalara dayanıyorsun. Kendimi başka birisi yapmalıyım, düşüncesine alışmışım herhalde o zamandan. Bu, değersizlik duygusundan kaynaklanan bir şey olmalı. Ünlü olmayı istemek de değersizlik duygusundan kaynaklanıyor. Ben bir tür kara koyunum, toplumdaki pozisyonum şu anda çok iyi değil, şansısızım da… Bir yerden kendini yaratma, kanıtlama süreci bu. Bir türlü kendimi olduğum gibi kabul edememişim. Olmayı istediğim bir kişi var, o olmaya kendimi zorluyorum hâlâ. İşin artistik yönünden söz etmiyorum. Kişilik olarak artık huzurlu olmak istiyorum. Çok huzursuzum, kendimi bildim bileli. Kendimle kavgam dediğim o. Çelişkili fikirlerim de var. Bir gün kalkıyorum şöyle yapayım diyorum, ertesi gün o yapmaya başladığım şeyi bırakınca rahatlıyorum. Aman ya, hiç benlik değilmiş diyorum.

Biraz ergen gibi aslında…

Aynı, aynı. Kocaman bir adamım ama, çocuk gibi, gün içerisinde farklı fikirlerle dolaşan, ben bundan sonra şöyle yapayım, aaa çok iyi fikir diyen, sonra onu sürdüremeyen iradesiz bir kişiyim genelde.

Ama bu memnuniyetsizliği çok iyi bir üretime dönüştürdün. Sen kendini tanırken dinleyici de kendini oluşturdu bu şarkılarla. Hepimize dokundu.

Evet, böyle söylenince seviniyorum. İnsanlara iyi gelmek, kendimi iyileştirmek istiyorum. Hem de insanlara; şanın, şöhretin vs. olsa bile, bu zor duygular geçmiyor demem, bir rahatlık veriyordur herhalde. Çünkü başka ünlüler böyle konuşunca, ben de rahatlıyorum. Kendimi anlatmak istiyorum ki başka insanlar da belki rahatlarlar. Onlara bir yöntem sunmuş olurum, iyi hissetmek için diye düşünüyorum. Bu arada egzersizin bana psikolojik olarak çok iyi geldiğini gördüm son üç yılda. O yürüyüşü, egzersizi seksen yaşında olunca daha dinç olurum planlarıyla yapmıyorum. Erken yatıp kalkmayı, sağlıklı yaşamayı, egzersizi iyileşmek adına yapıyorum. O günü iyi geçirmek adına yapıyorum

Bu acayip dünyada iyileşmek gerekli mi? Ya da nasıl bir iyileşmek?

Hiçbirimiz iyileşmeyeceğiz belki. İyileşmek demeyelim, huzurlu olmak diyelim. Bir gün bir gündür. Bir günü bile iyi geçirirsek, bu bir günler ard arda gelince, bunların toplamı bir hayat olacak. Hüzünlü şeylerden kaçıyorum ben artık. Çabuk etkileniyorum öyle şeylerden. Eğer hüzünlenirsem, bu çoğunlukla kızgınlığa da dönüşüyor. Hüzün, kaygı, adaletsizlik veya o her neyse, beni olumsuz etkiliyor.

Kendini hem sevip hem kızıyorsun. Dinleyicin de böyle, seni hem seviyor hem de kızıyor. Bende de böyle duygular uyandırıyorsun. Senin duygu durumun dinleyicin için de geçerli gibi geliyor bana.

Çok ilginç söylediğin. Dinleyici dediğin de geniş bir profil. Bazıları içki içmemi sevmezdi, bazıları da sağlıklı yaşamamı sevmiyor. Biz senden daha intihara meyilli bir hayat, final bekliyoruz diye düşünenler olduğu gibi, Teoman çok olgunlaştı diyenler de var. Dinleyiciyi memnun etmen zor. Zaten memnun etmek için yapmıyorum şarkılarımı. Kişisel kararlarımı da onlar için vermiyorum. Benim onlara karşı bir sorumluluğum yok, kendime var.

Bu son çalışma bir nevi anlatı. Sanırım yaşadığın majör depresyonun etkileri de var bu çalışmada.

Evet, o kötü duygular geçtikten sonra, artık kendimi çok da kötü hissetmediğim bir dönemde yazdım. Ama o dönemde yaşadığım kırılganlıkların yarattığı değersizlik hissi yazdıklarıma yansıdı. Ben hep ideal bir dünya kuruyorum ama olduğum şeyle, o ideal dünya arasında her zaman büyük farklar görüyordum. Bunu, kendi kişiliğimde de, yaptığım işlerde de, insan ilişkilerinde de öyle görüyorum. Majör depresyonda dibe vurmuştum. En iyisi bunu tekrar hatırlayıp, şu an huzurluyken o depresyon halini yazayım dedim. Zaten depresyonda olduğun zaman üretemiyorsun. Hiçbir şey yapamıyorsun. Şimdiye kadar yaşadığım, en ziftli yerleri anlatayım dedim. - Ama ben sadece o değilim, light bir yanım da var, kendiyle dalga geçebilen biriyim iyi hissettiğimde - Albümü yaparken, enstrümanları devreye sokmadan, bir tekst gibi oturup yazdım. Bağlamı olan, konsept bir çalışma oldu. Şimdiye kadar ki bana göre en özenli, ama sözel olarak artık kimsenin umurunda olmayan o şeyleri anlattım.

Sonra nasıl bir yol izledin?

Majör depresyondan çıktıktan sonra bir karar verdim. Artık yaralarımla, negatif duygularımla plan yapmayayım dedim. Sanki başımda akıllı biri varmış, o akıllı herif, bu duygusal, depresif ne yaptığı belli olmayan korkak adamı yönlendirsin artık, dedim. Yukarıdaki akıllı Teoman, aşağıdaki çatlak Teoman’ı bundan sonra çalıştırsın. Aslında üreten de, o cins, çatlak herif. Akıllı Teoman bir şey üretemiyor. O para hesabı yapan, bilmem ne yapan Teoman. Kendimi ikiye ayırdım. Yani bu hiç kolay olmadı. Ama bazen kimin konuştuğunu fark edemiyorum. İş zorlaşıyor. Yukarıdaki mi, aşağıdaki mi konuşuyor, bilmiyorum. Aklım karışıyor. Pandemi çıkışı, kendime beni aşırı yormayan, strese sokmayan üç beş senelik planlar yaptım. Ve o planlara gidecek, küçük küçük adımları hesapladım. Bunu yaparım, sonra bunu yaparım diye sıraya koydum ve pandemi bitiminden itibaren onları yaptım. Bu iyi geldi bana.

Kendimi ticari ve psikolojik olarak başarılı bulurken artistik olarak eksik hissetmem, son albüm “ben, zargana, deus ex machina”yı doğurdu. Bir final albümü yapayım dedim. Başkalarının gördüğü yerden değil, kendim için. Türkiye veya dünya ölçeğinde beğendiğim adamlar, kariyerlerinin ilerleyen safhalarında, o eski ticari kodlarını hiç kullanmadıkları, başkalarından onları ayıran bir yere doğru gittiler. Kendilerine yakın, başkalarına uzak yere. Ben hayatım boyunca, hep o tip adamları gözlemledim, onları örnek aldım. Uzun süredir de, artistik olarak, onun kompleksini yaşıyordum. Olgunluk yaşıma geldim, hâlâ benim çok artistik, kendimi tam olarak anlattığım bir son albümüm yok diyen bir kompleksti bu. Ben Bob Dylan, Leonard Cohen, Tom Waits vs. ekolündenim. Artık dünyamızda onun bir karşılığı yok ama old school (eski usul) bir albümle diskografimi tamamlayayım dedim. Kendimi, kendime beğendirerek. Çocukluk, gençlik hayalimi tamamlayarak..

Dönem değişti, bunun müziğe yansımasını konuşabiliriz. Hızlı bir akış var, hiç bir şey uzun süre kalıcı olamıyor. Görünürlüğü sağlamak için müzisyenin iki ayda bir şarkı yapmak zorunda kalması yaratıcılık açısından yıpratıcı.

Eskiler kendini var etti. Artık başka bir şeye geçebilirler. Biz bir şekilde yapacağımızı yaptık zaten. Sonrası kendimiz için. Asıl üzüldüğüm genç sanatçılar. Dünyada da böyle. Avrupa’da sanatçıların sadece yüzde ikisi sanata dair yaptıkları şeylerle geçinebiliyor, bazı istatistiklere göre geri kalan sanatçılar ise, sanat dışı işlerle geçinmek zorunda. Gençleri, herkesi seviyorum ancak kendimi daha yakın hissettiğim, şefkat duyduğum insanlar, sanatçılar benim. Onları, bir hayal dünyasında, kendi hayallerimizi paylaştığımız insanlar olarak görüyorum. Sanatçının, sanatın geleceği yok. Ekonomik anlamda tabi. Yoksa sanat, bir varoluş hali. Sürecektir.

Başka bir yere doğru gidiyor değil mi her şey? Tüm dönemlerdeki değişimden farklı bu.

Bir kere, senle ben aynı kuşaktanız. Bizim sanata verdiğimiz önemle, şimdiki neslin bakışını düşünsene. Sosyal medyada, tik tokta, bu tip ulvi duygular, dalga geçilen bir konumda artık. Gençliğimde, yolda yürürken bir şaire rast geldiğimde elim ayağıma dolaşırdı, sanki başka bir dünyaya ışınlanmış gibi hissederdim. Artık öyle bir şey yok. Dünya başka bir yere dönüştü. Her devirde bir değişim olurdu. Ama şu an yaşadığımız şey bir kopuş. Sanatını yapıp, bununla geçimini sağlamak artık çok güç.

Bedenle ilgili meselen de var şarkılarda. İçindeki huzursuzluğun yükü bedene de sirayet etmiş gibi. Izdırabın bedenselleşmesi gibi bir durum mu bu, yük müdür bedenlerimiz?

Öyle bir şey ki, dünyanın bağırsağı olan Cihangir’in kafelerinin olduğu, sinemaların olduğu yerlerde yaşıyorum. Ama bir yanıyla çok içe dönük de bir kişiyim. Mesela bu akşam arkadaşlarımla buluşacağım. Önce bir şat viski içerim, onların yanına gittiğimde huzursuzluk hissini yaşamayayım diye. Gençliğimde ne spor yaptım ne futbolu sevdim ne de bisikleti, yüzmeyi… Kitaplara gömülmüş, evde yalnız yaşayan bir çocuktum. Sporcu arkadaşlarım vardı, onlar daha rahat insanlardı. Farklıydık. Şimdiki aklım olsa fiziksel aktivitelere katılırdım o yıllarda. Rahat biri yapardı herhalde beni.

Geldiğimden beri ensendeki saçla huzursuz bir şekilde oynuyorsun.

Takıntılıyım ben, önceleri sağ ensemdeki saçla oynardım, şimdi soldakiyle oynuyorum. İlla bir şeyle oynamak zorundayım. Huzursuz bir insanım işte. Çocukluk ve gençlik yıllarımda ağrılarım çok fazlaydı. Para kazanmaya başlayınca bir çok doktora gittim. Bir şey bulunamadı fizik tedaviyle o nedensiz ağrılardan kurtulsam da ara ara yine beni yoklar. Herhalde psikolojik bu ağrılar. Muhtemelen uyurken bile bedenimi kasıyorum ki, sabah her yanım ağrıyarak uyanıyorum.

Aslında bu senin yaşadığın nevrozumun zindanı dediğin şarkı ne kadar kişisel olsa da herkesin böyle bir zindanı yaşadığı bir çağdayız.

Öyle. Dünya çok korkutuyor. Sadece beni değil, herkesi. Zaten kötü hissettiğinde, hem kendine hem de dünyaya katlanamıyorsun. Biraz evvel söylediğim, çocukluktaki özgüvensizliğin aynı yerine gidiyorum çok berbat dönemlerimde. Başa dönüyorsun. Seni zorlayan o ilk yere. Narsist kırılma o değersizlik hissiyle uğraşmak için oluşturduğu bir şey oluyor zaten insanın. Kendine ben değerliyim demek için oluyor. Kendini ikna edebilmek için değerine.

Değersizlik dedin ya, bu dönem görünür olma çabasının öne çıkması da artık insanın görünür olmamasıyla ilgili. Değersizlik duygusu da orada başlıyor. Narsizm bu çağın insanının problemi sanırım. Kendini sevmeyle sevmeme ya da kompleksle özgüven arasında ince bir çizgi var. Albümde sen de o çizgide dolaşıyorsun.

Orayı hedefledim zaten. Hem "ben zargana deus ex machina” da geçmişimi anlatırken o geçmişimin en depresif yanlarını kullanmak istedim. O psikolojinin en zor olduğu dönemler. Sırf oradan beslenerek yazayım dedim. Oradan çıktıktan sonra, boktan şeylere üzülmüşüm diyorsun. Çünkü artık sağlıklı düşünüyor oluyorsun. Olgunluk çağımda, artistik bir şey yapmak istedim. Bana bu albümü sorduklarında, “benim kişisel kompleksim” diyorum. Kendim için. Tüm bu duygularda, geçen zamanın korkutuculuğu var. Ki şu anda da gündelik hayatımda zamanın hızla geçişinden ödüm patlıyor. Ama bunu şu an gülerek söyleyebiliyorum. Sohbet konusu bile oluyor arkadaşlarımla, onlar da benzer hisler yaşıyorlar çünkü. Bir yandan da, dünya tanıdığım dünya olmaktan çıktı. Ben bu dünyada, kendi yerimi eğreti bulur oldum. Sanki bu dünyada, pek de yerim yokmuş gibi hissediyorum. Evime gelince rahatlıyorum. Konserler, fazlasıyla insan ilişkisi kurduğum bir alan olduğundan, kendimi kötü hissedersem konsere çıkmak da zorlaşıyor. Aslında ben o sahneye çıkacak kadar dışa dönük bir insan değilim. Kötü hissettiğimde rock yıldızı değilim, odama kaçmak isteyen biriyim. Başkalarının da da böyle olduğunu duyunca rahatlıyorum. Mesela Metallica’dan James Hetfield da arada kötü hissettiği olunca, kuliste ben sahneye çıkamam, çok yaşlandım diyormuş. Kuliste arkadaşları ona sarılıp hallediyorlarmış problemi. James kendi anlattı konsere çıkıp binlerce kişiye. Anlıyorum onu. Rock yıldızı olmak istemiyor o akşam. James olmak, evde oturmak istiyor. Teoman gibi.

Yerini yadırgamak da denilebilir mi buna?

Evet, eskiden yirmi dört saat rock yıldızıydım ama artık o kişi değilim. Gündelik hayatını sürdüren normal biriyim, orada yaptığın bir rol. Ama taklit etmek değil bu. Sürdüremezsin zaten taklit olsa. O kişi olmak zorundasın sahnede. Şu üç senede onu halletmenin yolunu buldum. Akşam konser var, bu akşam rock yıldızı olmalıyım. Ama ne müzikle ne insanlarla ne olacağım kişiyle hiç bir bağlantım yok o sırada. Fakat konserden bir saat önce bu durum geçiyor. Kostümlerimi giyince otelde, rock yıldızı oluyorum. Kulise giriyorum yavaş yavaş hazırlanıyorum. Ve konsere büyük bir zevkle çıkıyorum. Uzun bir müddet sahneye zor çıktım. Kendimi daha sağlıklı yaşamaya ittirmeden evvel çok zor zamanlar geçirdim. Şimdi zevkim geri geldi.

Sen sözüm bitti diyorsun, bu zamana yetişme duygusunun telaşı mı, gençliğin yitmesi mi, yaşlanmakla mı ilgili?

Daha önce anlattığım şeyleri tekrarlamak istemiyorum. Eğer tekrar aynı şeyi anlatacaksam da, yirmi yıl öncekiyle bugün arasındaki farkı anlatmak isterim. Daha önce depresyonu, varoluş krizlerini anlatmışım, şimdi bunun içine geçen zamanın korkutuculuğu, içindeki ateşin sönmesi girdi son olarak. Ayrıca, bir yerden sonra, acaba yaptığım iş çok da önemli değil mi sorusuna geliyorsun. İşin aslı, kimisi herhangi bir konu hakkında hoş bir şarkı yazabiliyor. Gündelik hayatın içinden bir detayı alıyor ve hoş bir şarkı çıkıyor ortaya. Ama benim yaklaşımım bu değil. En başından itibaren müzikal bir persona yarattım şarkılarda. Ve sıradan olmayan konuları yazdım o müzikal personanın hayatı çerçevesinde. Dolayısıyla sözcükler de tükeniyor.

Peki aşk bitti mi şarkındaki gibi?

Ben kadınsız erkeklerden olacağım, yalnız öleceğimi kabul ettim.

Sahiden aşk yaşamayı istemiyor musun?
Gerçi artık kimse âşık olmuyor.

Bu istememekle ilgili bir şey değil. Hissetmeyince istemiyorsun zaten. Birine alışmak, yeniden başlamak zor. Duyuyorum, gençler de âşık olmuyormuş.

Öne Çıkanlar