The Dark Side Of The Moon'la yarım asır: Ayın karanlık yüzüne yolculuk

The Dark Side Of The Moon'la yarım asır: Ayın karanlık yüzüne yolculuk
Can Öktemer bu hafta, efsane rock grubu Pink Floyd'un, bu yıl 50'nci yaşını kutlayan ikonik albümü The Dark Side Of The Moon'un müzik tarihindeki yerini yazdı.

Can ÖKTEMER


1970’li yılların başı, İngiltere, Abbey Road Stüdyosu. Dışarıda deli gibi yağmur yağıyor. Stüdyonun içerisinde yoğun miktarda sigara, bilumum tütün kokusu, yarısına gelinmiş şişeler, bardaklar var. Nick Mason davulun başında zilleri kontrol ediyor, David Gilmour gitarın tellerini son bir kez elden geçiriyor, Roger Waters bas gitarın başında ciddi ve konsantre, Rick Wright klavyesinin başında her zaman olduğu gibi sakin bir şekilde bekliyor. Kayıtları alan yetenekli bay ses mühendisi Alan Parson, camın ardından onlara “Tamam” işaretini veriyor, gitar fişe takılıyor ve Pink Floyd rock müzik tarihinin akışını değiştirecek The Dark Side Of The Moon albümünün kaydına başlıyor.

1 Mart 1973’te yayımlanan albüm beklendiği gibi tüm listeleri alt üst edip tüm zamanların en iyi rock albümlerinden biri haline geldi. Yıllar içerisinde zamanın yutuculuğuna karşı kaya gibi direndi ve bir şekilde hikâyesini devam ettirmeyi başardı. Albümün bir diğer kilometre taşı etkisi de, o tarihe kadar avangart işler yapan, kültür endüstrisinin tarifte zorlandığı bir grup olan Pink Floyd’un ,The Dark Side Of The Moon’la beraber şampiyonlar liginin kıdemli bir üyesi haline gelmesi olsa gerek.

The Dark Side Of The Moon’un ilk temellerine grubun 1971 yılında 'Meddle' albümü için çıktıkları turnede atılmış. Syd Barrett’ın mental rahatsızlıkları yüzünden gruptan ayrılmasından sonra Roger Waters’ın aklında bu tema üzerine bir albüm yapma fikri varmış. Bunu diğer grup üyelerine açıklamış ve turne esnasında yaptıkları doğaçlamalardan demolar kaydetmişler. Sözleri ise ağırlıklı olarak Roger Waters yazmış. Kaydedilen demoları daha sonra Abbey Road’da Alan Parsons’ın ses mühendisliği eşliğinde albüme dönüştürmüşler.

Müzik tarihinin deha ses mühendisleri arasında yer alan Parsons'ın albüme olan katkısı sanırım yadsınamaz. Parsons, kayıt sürecinde kullandığı teknoloji ve deneysel yaklaşım albümü zamanın ötesine taşımış. Artık ikonik haline gelmiş siyah prizmadan yansıyan gökkuşağının yer aldığı albüm kapağının tasarımı ise George Hardie’ye ait. Tüm şarkıların tematik olarak birbirine bağlandığı, kahkaha, çan ve kasa sesleri gibi sinematik efektlerin kullanıldığı progressive rock tarihinin en kült albümlerinden bugün 50. yaşına basan Dark Side of The Moon, tekrarı zor yakalanacak bir başarıya sahip.

Dev satış rakamları, uzun yıllar boyu liste başından inmemek… The Dark Side Of The Moon, 50. Yılını özel box set albümü, videolar, animasyon yarışmaları, remaster edilmiş kayıtlarla kutlanıyor. Diğer taraftan 80. yaşına basan Roger Waters’ın elektronik tabanlı düzenlemeleriyle yayımladığı bir versiyonun da olduğunu belirteyim. Peki, bu nasıl oldu? Ayın karanlık yüzünde ne var? Albümdeki hikayeler bize ne anlatıyor?

20. YÜZYILDAN MANZARALAR

Dark Side of the Moon’da 20. Yüzyıl manzarasına bakıyoruz. Ne var bu manzarada? Korkular, yalnızlık, yabancılaşma, delilik ve insanı kör eden para hırsı… Albüm bir insanın doğumundan ölümüne varana bir süreyi anlatırcasına kurgulanmış. 10 parçada tematik olarak bir şekilde birbirlerine bağlı. Speak to Me ile hikâye başlıyor. Çılgın bir kahkaha sesi işitiyoruz. Kahkahanın hemen ardından “Ben de en az herkes kadar deliyim, üstelik sen hâlâ deli değilsen bunu anlamak daha da güç” sözünü işitiyoruz. Sonra derin bir sessizlik, önümüzdeki manzara yavaş yavaş şekilleniyor. Güneş yavaş doğuyor, gökyüzü huzur verici bir sakinlik içinde.

Derin bir nefes alıyoruz. Yaşamanın ağırlığı üzerimizde ama öte yandan hakkını vererek yaşamak esas erdem. David Gilmour’un blues tonlarına yaklaşan gitarı ve vokali, Mason ritimli davulu, Roger Waters’ın caz parçasındaymış gibi ilerleyen baslarıyla oldukça huzur verici parçayla hikâyenin perdesi açılıyor adeta. Yaşam ilerliyor, zaman geçiyor, manzara değişiyor. Beklentiler farklılaşıyor. Anı yaşa, işe git, eve gel sonra aynı şeyleri bir daha yaşa… Albümün üçüncü parçası On The Run’ın anlattığı hikâye tam olarak bu. Gitar, davul, basın olmadığı sadece Rick Wright’in synth’leri üzerinden ilerleyen parça bir taraftan grubunun avangart tavrını diğer taraftan ses, atmosfer ve sinematik efekt kullanımıyla albümün temasını dışavurumcu bir şekilde gösteren zamanın ötesinde. Tek nefes koşturup durduğumuz yaşama dair panorama.

On The Run’dan hemen sonra, kulağımıza dev çan sesleri çalınıyor. Güm! Güm! Akrep ve yelkovan deli gibi dönüyor saat kadranında, kum saatindeki kumlar su gibi akıyor. Şimdi manzaramız lekelendi işte. Geriye bıraktığımız zamanla, gidecek olanın tam ortasındayız. Time, akıp giden zaman dair melankolik bir baş yapıt. David Gilmour’un progressive yeteneğini ortaya serdiği, vokalleri Rick Wright’la paylaştığı parçada Pink Floyd zamana karşı savaşmayı değil sulhu öneriyor.

Tüm kaosa, belirsizliğe, geride bırakılanlara karşı hissedilen melankoliye rağmen huzurlu bir şekilde eve dönmenin yollarını gösteriyor. Time heybeti, düzenlemesi, vokalleriyle albümün en dikkat parçalarından biri ama onu takip The Great Gig In The Sky ise rock tarihinin başına gelmiş en özel şeylerden biri olabilir. Rick Wright’ın yazdığı enstrümantal parça ölüm korkusuna dair çarpıcı bir eser. Manzara tamamen karanlık. Rüyadayız sanki.

Uzaktan bir sahne ışığı gözüküyor. Rick Wright piyanosunun başında yanında Clare Torry var. Wright’in klasik dönem piyanistleri gibi başladığı parçaya Gilmour, Mason ve Waters geri planda durarak eşlik ediyor. Sahnenin esas sahipleri Rick Wright’ın piyanosu ve Clare Torry’nin müzikle beraber dans eden çığlıkları. The Great Gig In The Sky’ın rock tarihinin en zarif parçası olduğunu söylememe gerek yok sanırım.

Bulutları yararak gök yüzünden aşağıya düştüğümüzde, aşina olduğumuz dünyanın tam içindeyiz. Para kazan, araba, ev al, daha çok lükse bulan; işte lüküs hayat! Money, Roger Waters’ın tüm hayatı boyunca yaptığı gibi ironik, iğneleyici sözlerle ağır bir sistem eleştirisi. David Gilmour’un blues riffleri, eşsiz solosuna saksofon, Roger Waters’ın döktürdüğü bas yürüyüşleri eşlik ediyor. Parça aralarına sızan kasa sesleri de manzaranın parçaları oluyor. Money’de tam olarak karşımıza dikilen gerçek, 'Us And Them’de daha da keskinleşiyor. Savaş, yıkım ve kirli siyaset oyunları parçanın ana teması. Richard Perry’nin saksafonuyla, David Gilmour’un melankolik sesi parçanın taşıyıcısı.

'Any Colour Like' da albümün sözlerin etkisinin baskın olduğu şarkılarından biri. Rick Wright bu parçada da dikkat çekici. David Gilmour ve Roger Waters’ın uyumları muazzam. Gilmour’un kendine has gitar tonunu bu parçada çok daha net işitebiliyoruz. Nick Mason ise rock davulcusu ne demek onun yanıtını veriyor bir anlamda. Peki parça ne anlatıyor? Cevap aslında parçanın adında gizli. Özgürlük bir yanılsama mıdır? İrademiz ne kadar bize bağlı? Buyurun sohbete.

Brain Damage ve Ecplis’e geldiğimizde manzaramız iyice kirleniyor. Ayın sadece karanlık yüzü gözüküyor. Delilik, yabancılaşma, yalnızlıkla çevriliyiz. Susturamadığımız sesler duyuyoruz ancak müzik değişirse tüm o sesler susacak ama bunu kim yapacak? Roger Waters’ın yazıp, söylediği hikayesinin çıkış noktasının Syd Barrett’ın rahatsızlığı olduğunu bilinen bir gerçek.

Dark Side Of The Moon, 1960’lı yıllardaki devrimci ve ütopyacı hareketin zayıfladığı, müesses nizamın hakimiyetini ilan ettiği, yolsuzluklar, siyasi karışıklıklar, Soğuk Savaş’ın gölgesinde nükleer tehlikenin ucunda, çevre felaketlerinin kendini gösterdiği, tüketim odaklı tuhaf yaşam pratiğiyle kısa bir 20. yüzyıl özeti sunuyor bana sorarsanız. Albüm bir insanın doğumundan ölümüne varan süreci gibi kurgulanmış. Tüm bu kaos içinde gördüğümüz manzara, yalnızlığımız ve hepimizi çıldırtan siyasi düzenle, hikaye günümüze bir şekilde bağlanıyor. Nihayetinde hâlâ ayın sadece karanlık yüzü bize gözüküyor.

Pink Floyd kuşkusuz rock tarihinin en özel gruplarından biri. İlerici sanatsal tavırları, entelektüel pozisyonlarıyla yıllar içinde sayısız başarılı işe imza attılar. Arada dev kavgalara tutuştular, küçük burjuva solculuğunun kaygan zemininde yer aldılar ama bunlar koca bir tarihin küçük pürüzleri. Zaman sanıldığından hızlı akıyor, Dark Side Of The Moon artık 50 yaşında. Albümün anlattığı hikaye hâlâ hayatımızın bir parçası neyse ki yalnız değiliz. Müzik bizim tarafımızda.

Öne Çıkanlar