Umut Şener: Gençliğini özleyen bir nesil olarak büyüdük

Umut Şener: Gençliğini özleyen bir nesil olarak büyüdük
Uzun yıllardır ekoloji, edebiyat alanlarında üreten yazar Umut Şener'le hikayelerle nasıl buluştuğunu konuştuk. Şener, "Felsefi ve kuramsal açıdan hayatımın merkezinde böyle iki güçlü bilim sanat alanı olduğu için yolum hep hikayelerden geçiyor" dedi.

Esra ÇİFTÇİ


Kadın, dil, çocuk, Ortadoğu, toprak-tarım, güncel ekonomi-politika ve Marksist ekoloji konularında çalışmaları bulunan Umut Şener, çeşitli platformlarda ve kişisel blogunda yayımladığı söyleşi, makale, öykü ve incelemeleriyle tanınıyor. Sınırsız Kitap etiketiyle yayımlanan '6 Şubat Notları Sana Dair' ve 'Senem' isimli kitapları bulunan yazar, editör ve yaşam savunucusu Şener, hikayelerle nasıl buluştuğunu Artı Gerçek’e anlattı.

Yazma süreciyle ilgili on yıllık siyasi mahpusluğuna da değinen Şener, "O dönemin bendeki izlerini ve bana kattıklarını hiçbir zaman yadsımam. Fakat bu yaşam örgütlü, kolektif bir yaşamdır. Bu nedenle örgütlü yaşamımın dışarıda ya da hapishanede geçen anlarını sözlü ya da yazılı olarak anlatmıyorum. Bu iradi bir tercih. Çünkü yaşanan hiçbir şey sadece bana ait değil, kişisel bir hikâye olarak kullanmayı da ahlaklı bulmuyorum” diyor.

fotoram-io-2024-07-18t184621-576-001.jpg

'GENÇLİĞİNİ ÖZLEYEN BİR NESİL OLARAK BÜYÜDÜK'

Umut Şener kimdir? Bize kendinizden bahseder misiniz lütfen?

12 Eylül sonrası dünyaya gelen ve tam da dönemin ruhuyla adı Umut konulan çocuklardan biriyim. Babamın kamu emekçisi olması sebebiyle büyürken Anadolu’nun birçok yerini görme olanağım oldu. 1991’deki büyük madenci yürüyüşü sırasında ben çocuktum. Bu tanıklık hayatımdaki ilk sınıfsal sorgulamadır. Sonrasında Sivas Katliamı yaşandı. Peşinden Gazi katliam ve direnişi, ’96 ölüm orucu ve süresiz açlık grevi direnişleri… Hepsi benim politikleşmemde derin yeri olan toplumsal olaylardır. Lise yıllarıyla birlikte örgütlü mücadele de hayatımdaki yerini aldı. Üniversitede Cebeci kampüsünde Gazetecilik bölümü öğrencisiydim. Hem ülke hem de üniversiteler en politik ya da bugünden geriye bakarak söylersem son politik dönemini yaşıyordu. Ulucanlar Katliamı, Burdur operasyonu ile F tipi hapishanelere giden süreç ve bugün tüm toplumu esir alan tecrit politikası 19-22 Aralık hapishaneler katliamı ile hayata geçirildi. O günden sonra da kimse iflah olmadı bence. En azından bizim kuşak böyle. Çok genç yaşımızda gençliğini özleyen bir nesil olarak büyüdük bizler. Oradan sonrası benim için de gözaltılar, işkence, mahpusluk, sürgün vb. ile geçti başka birçok dönemdaşım gibi. 2020 yılında Şakran Hapishanesinde kanser olduğum anlaşıldı. Yüksek dereceli metastatik mesane kanseriydi. Çok hızla dördüncü evreye geçti. Hapishane koşullarında hiçbir tedavi almadığımı ve tedavimin engellendiğini söylememe gerek yok sanırım. Ailemin ve değerli avukatlarımın çabası ile 2020 Nisan ayında tahliye edildim. Zaten tutukluydum fakat ülkedeki infaz sistemi tutuklu-hükümlü ayrımı yapmıyor. Nitekim bu dosyadan 30 yıl “ceza” verildi ve dosya şu an Yargıtay’da.

'HAYATIMDAKİ HİÇBİR ŞEYİ HİÇ KİMSEYE BORÇLU DEĞİLİM VE BU BENİM EN BÜYÜK GÜCÜM'

Yeni bir yaşam diyebilir miyiz bundan sonrasına?

Evet, ben de öyle adlandırıyorum; ikinci hayatım diyorum, 15 Nisan’ı da ikinci doğum günüm olarak kutluyorum. Hapishaneden ölümün kıyısında bir hasta olarak sedye ve ambulansla çıktım. Ankara’ya geldim. Tedavim başladı, haziran ayına kadar hayatta kalıp kalmayacağım belli değildi. Sonrasında tedaviye cevap verdi vücudum. Ağır bir süreç oldu tabii, sağlık başta olmak üzere hayata dair her şeyi sıfır olarak yaşadığım bir süreçti. On sekiz yıldır ayrı olduğum ailemle böyle olağanüstü koşullarda yeniden tanıştım. Ev bana çok yabancı bir kavramdı ve ben aynı zamanda ev hapsindeydim! Organ kaybı, vücut bütünlüğümün bozulması ve protez idrar torbası ile yaşama devam ettiğim bir büyük ameliyat sonrasında hayata tekrar tutundum. Bu süreçte kemoterapinin yıkıcı etkisini azaltmak için Almanca öğrendim. Biraz ileri gitmiş olabilirim. Üniversite sınavına girdim, yeniden lisansa başladım. Önemli bir kısmı yatakta geçen bu süreci aktif olarak okuma ve bir süre sonra da yazma merkezli bir yaşama dönüştürdüm. Kendimle yeniden tanıştım. Yeni bir beden, ömürlük bir protez, sağlık ve kişisel bakımımı öğrenmek, yeni duruma göre yeniden kurulan toplumsal, sosyal, siyasal ilişkiler… Aldığım nefes dahil hayatımdaki hiçbir şeyi hiç kimseye borçlu değilim ve bu benim en büyük gücüm.

'HİKAYE TOPLAYICIYIM'

Biyografik öyküler anlatıyorsunuz, size hikâye anlatıcısı diyebilir miyiz?

Anlatıcı değil hikâye toplayıcıyım aslında. Uzun yıllardır ekoloji ve edebiyat çalışmaları yapıyorum. Felsefi ve kuramsal açıdan hayatımın merkezinde böyle iki güçlü bilim sanat alanı olduğu için de yolum hep hikayelerden geçiyor. Bence hikayeler ekolojinin edebiyatla en çok buluştuğu yer. Ben yazmayı tercih eden biri olarak, anlatmaya dair bazı bilgiler edindim. Ama çok daha öncesi var bu işin. Kendimi ifade ederken yazmayı tercih ederim. Tıpkı birinin ezgilenmiş seslerle, bir başkasının çizerek kendini ifade etmesi gibi, benim yöntemim de bu. Bunda uzun hapishane yıllarının yazmaya dayanan iletişim zorunluluğunun da payı büyük. Bilirsiniz herhangi bir konuda tercih yapmak için öncelikle bilgiye ihtiyacınız vardır. Burada bir başka tercihimden de söz etmem gerektiğini düşünüyorum.

'YAKLAŞIK ON YILLIK BİR SİYASİ MAHPUSLUK SÜRECİ DE VAR HAYATIMDA'

Yaklaşık on yıllık bir siyasi mahpusluk süreci de var hayatımda. O dönemin bendeki izlerini ve bana kattıklarını hiçbir zaman yadsımam. Fakat bu yaşam örgütlü, kolektif bir yaşamdır. Bu nedenle örgütlü yaşamımın dışarıda ya da hapishanede geçen anlarını sözlü ya da yazılı olarak anlatmıyorum. Bu iradi bir tercih. Çünkü yaşanan hiçbir şey sadece bana ait değil, kişisel bir hikâye olarak kullanmayı da ahlaklı bulmuyorum. Bir dönem tiyatro ile hem sahne önünde hem arkasında ilgiliydim. Ankara bu anlamda çok verimlidir. Bir defa AST gibi bir kurumun varlığı bile ruhunuz şekillenirken ona esin verir. Mesela Rüştü Asyalı ile tirat okumaları yapmışlığım vardır. Rutkay Aziz, Altan Erkekli, Yılmaz Demiral, Özgür Başkaya, Metin And, Süreya Karacabey doğrudan ya da dolaylı olarak hayatıma dokunan isimler arasında ilk aklıma gelenler… Bunlar benim için önemli izler. Daha sonra hapishane yıllarında ve devrimci mücadele içindeyken de sık sık kitleye hitap ettiğim çokça zaman var kişisel hikayemin bazı yerlerinde. Dolayısıyla sözel anlatıcılık yabancı olduğum bir alan değil.

'EDEBİYATIN MUTFAĞINDAYIM'

Çok yönlü biri olduğunuzu tahmin edebiliyorum. Hayatınızın merkezinde ve ayrıntılarda neler var? biraz anlatır mısınız?

Kitaplar, çocuklar, tohum ve toprak hayatımın merkezinde yer alıyor. Afet vb. durumlarda daha sık olmak üzere dezavantajlı(laştırılmış) çocuk gruplarında oyun terapisi, yaratıcı drama gibi gönüllü dayanışmalarda uzman/ eğitmen olarak yer alıyorum. Ekoloji alanındaki çalışmalarımı sınıf bakış açısıyla ve Marksizm’le çerçeveli olarak sürdürüyorum. Biyoçeşitlilik, gıda-egemenliği ve kooperatifçilik temel çalışma konularım. Edebiyatın mutfağındayım. Bağımsız editörlük yapıyorum, avantaj ve dezavantajlarını da yaşıyorum her dosyada. Editörlük müthiş keyif aldığım bir alan. Fanon’dan Frankl’e uzanan güncel- sınıfsal bakış açısıyla metinlere bakıyorum. Umut’un kendi insanlığı adına anlam arayışı sürüyor. Bunlarla birlikte kısa, orta, uzun dönemli çalışmalar da yapıyorum. Devam eden yazı çalışmalarım var. Uzmanlaşmaya yönelik çalıştığım programlar var. Dayanışma faaliyetleri var. Yürümeyi, şarabı ve şiir okumayı çok severim. Bir arkadaşımın tabiriyle sıkıştırılmış dosya gibiyim. İçimden daha neler çıkacak ben de merak ediyorum. Yeni hayatımın hikayesi böyle yazılıyor zaten.

'TOPLUMSAL HAFIZANIN EN GÜZEL KAYITLARI HİKAYELER VE MASALLARDIR'

Sizinle ilgili anlatıcı bilgisine bakınca “hakikatle hafıza arasında bir yerde yaşar” yazdığını gördüm. Bu ne demek?

Devamında da şöyle yazıyordu: “Toprağın, tohumun, suyun ve rüzgârın hikayesini edebiyatın olanaklarını kullanarak aktaran bir hafıza taşıyıcısı.” Resmi ikametim Ankara olsa da yaşadığım, nefes aldığım yer tam olarak bu cümledeki uçsuz bucaksız saha. Hafızanın korunması, kaydedilmesi hakikatin korunması için şart. Her şeyin tüketildiği ve manipüle edildiği bu barbar çağın yok ediciliğine karşı hakikati savunmak için hafızaya sahip çıkmak gerekiyor da denilebilir. Toplumsal hafızanın en güzel kayıtları hikayeler ve masallardır. Her ne kadar “hikâye anlatıcılığı” bir performans alanı olarak yakın bir zamanda duyulmaya başlanmış olsa da kültürel olarak bu toprakların hiç yabancısı olmadığı ve geleneksel edebiyatımızın da bel kemiğini oluşturan bir sanattır. Tam orada yaşıyorum ve bundan çok büyük haz alıyorum.

'HİKAYE AVCISI DEĞİLİM'

Hikayeleri nasıl topluyorsunuz ve nasıl aktarıyorsunuz?

Bu soruyu çok sevdim. Eğer hayatın bir noktasında “hikâye nedir?” sorusuna cevap verebiliyorsanız bu konuda hiç yokluk çekmezsiniz. Hikâye kovalamıyorum ama herhangi bir ayrıntıda hikâye unsurunu, özelliklerini hissedersem onun peşine düşüyorum. Bir ayağım Amed’de yaşıyorum zaten. Orada yoldan rast gele insan çevirseniz doğal anlatıcıdır. Binlerce hikâyenin toplamından oluşan büyük hikayesiyle kadim Amed en nitelikli tedarikçim. Burada da yine bir etik ölçüden söz etmem lazım. Hikâye avcısı değilim, toplayıcılık ve taşıyıcılık yapıyorum. Bunu yaparken hikayesini sunanların istek ve güvenlikleri benim için öncelikli her zaman. Paylaşma konusunda da aynı biçimde rıza almadan bana verilmiş hiçbir şeyi hiçbir şekilde paylaşmam. İmkân varsa sözlü kayıtlar alıyorum, sonrasında onları yazılı hale getiriyorum. Not alma imkânım yoksa aklımda tutup ilk fırsatta metne dönüştürüyorum. İyi bir hikâye arşivim var. Aktarım açısından en özen gösterdiğim yanı hikâyenin toplumsallaşması ve hafızanın bir parçası olarak yeniden üretilmesi. Bunu sağlamak için hikayeleri bir şeyleri anlatmanın aracı haline getiriyorum, evet en çok bunu yapıyorum. Makale yazarken, sunum hazırlarken, inceleme yazıları yazarken bağlamın oturtulmasında çok işlevli oluyor hikayeler. Ara sıra çalıştığı temayı, konuyu işleme biçimini bildiğim yazar arkadaşlarıma veriyorum. Kurgu yani öykü ve roman yazarlarına tabii. Onlar da kişisel yanlarını eleyip hikayesini kurguya dahil ediyorlar. Dediğim gibi, hikâyenin toplumsallaşması ve hafızanın bir parçası olarak yeniden üretilmesi benim için önemli. Aldığım hikayeleri bir amaca, mücadeleye de katkı sunacak biçimde yeniden sahiplerine teslim etmiş oluyorum böylece. Çünkü hikâye hırsızlığı yapmak çok büyük bir ahlaksızlıktır.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Sanırım ilk kez kendimden bu kadar bahsettim. Çok keyifliydi. Teşekkür ediyorum verdiğiniz güven ve emeğiniz için.

UMUT ŞENER HAKKINDA

Umut Şener 1981 yılında doğdu. Ankara Kurtuluş Lisesini bitirdi. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünü siyasi nedenlerle yarıda bıraktı. Yaklaşık on yıl mahpusluk yaşadı. Mahpusken kanser olduğunu öğrendi. 2020’de tahliye edildi. Tedavisi hala devam ediyor. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde Tarım Ekonomisi lisans öğrencisi. İngilizce ve Almanca biliyor.

Öne Çıkanlar