Yönetmen Fettulah Çelik'le 'Herkes Toprağa Gömülür, Ben Suya' belgeseli üzerine
Bircan DEĞİRMENCİ
Köprüleri, mabetleri, mağaraları, kümbetleri, mezarları, verimli toprağıyla binlerce yıldır yeryüzündeki tüm canlılara barınak olmuş, masallardan fırlamışçasına mistik ve heybetli bir kent yavaş yavaş sulara gömülüyor. Sadece yerin üstündekileri değil toprağa gömülen yerin altındaki ölüleri de bu kez sulara gömen görüntü aciz, öfkeli ve hüzünlü gözlerle seyrediliyor.
Yaşam alanının, geçmişinin, karnını doyuran bereketli toprakların, oyunlar oynadığı sokakların, çarşıların, rengarenk dükkanların, hayallerinin, aşklarının yok oluşunu izlemenin çaresizliğini görüyoruz bu gözlerde. Yolunu kaybetmiş kaplumbağa, başka diyarlara göç eden koyun sürüleri ve kendi etrafında dönüp duran, habitatından edilen bir yılan. Ve gözümüz boşaltılmış bir evin duvarına nakşedilmiş, her şeyi özetleyen bir yazıya ilişiyor “Herkes Toprağa Gömülür Ben Suya”.
Sözünü ettiğimiz görüntüler Hasankeyf’in baraj sevdasıyla tüm insanlığın gözleri önünde nasıl yok edildiğini anlatan yönetmen Fettullah Çelik’in “Herkes Toprağa Gömülür, Ben Suya” belgeselinden.
Geçtiğimiz yıl Adana Altın Koza Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’ne layık görülen film, Diyarbakır’da İşçi Filmleri Festivali’nde izleyiciyle buluştu.
Kürtçe ve Türkçe altyazılı filmi, formatı ve diliyle geçtiğimiz ay Amed Belgesel Film Festivali’nde göremediğimiz için hayıflansak da bu kez kaçırmadığımız için mutluyuz. Filmin ardından görüştüğümüz yönetmen, görüntü yönetmeni ve yapımcılığını üstlenen Fettullah Çelik’le filmin çekim sürecini ve kendi ruh hali üzerinde yarattığı tahribatı konuştuk.
Çelik 12 yıldır fotoğrafçılıkla uğraşıyor. Dicle Vadisi çevresindeki köyleri dolaşarak, tarihi, yemekleri, insan hikayeleri ve kültürü üzerine arşiv niteliğinde kapsamlı bir envanter çalışması yapıyor. Yola çıkarken belgesel yapma niyetinde değil.
Diyarbakır ve Şırnak arasındaki yerleri çekerken Hasankeyf’te 199 yerleşim yerinin sular altında kalacağı ile ilgili bilgiyle Hasankeyf’e sürekli gidip gelerek çekimler yapıyor. Devlet Su İşlerini ve ilgili makamları arayıp veri almaya çalışsa da yanıt alamıyor.
“Birkaç röportajdan sonra belgesel yapmaya karar verdim. Neler gerektiğine ilişkin dost ve arkadaşlarla tartıştık. Alanda neler olup bittiğine yönelik görseli de oluşturmuştum zaten. Sadece görüntüler bile kendi başına bir belgeseldi. O diyaloglardan sonra kafamda belgesel fikri oluştu. Ama nasıl bir belgesel yapacağız. İlk halinden son haline çekimler yapmıştım”
SUYA GÖMÜLEN MEZARLAR
İsmi sonradan Veysel Eroğlu olarak değişen Ilısu Barajı’nın başlangıç noktasını ararken Dargeçit’te Germav denilen yerde karşıda suların yükseldiği bir köy görür. Tepede durup, nereden başlamalı diye bakar. Ardından köye inip bir açı yakalayarak fotoğraf çekmeye başlar.
“Sular yükselmiş ama henüz kapanmamıştı. İnsanlar işlerine yarayacak şeyleri götürmeye çalışıyorlardı. Fotoğraf çekerken bir anda mezarların üzerinde olduğumu fark ettim. Çok irkildim, çünkü biz ölüye saygı sebebiyle mezara basmayız. Bu bizim için hassas bir durumdur. Telaşla basmamaya çalışırken bir mezarın yeni kazıldığını fark ettim. İçerisinde küçük bir kemik parçası buldum. Bunu görünce afalladım. İnsanların mezarları sular altında kalıyordu. Önce bir irkildim. Sonra baktım hepsi olmasa da belli mezarlar açılıp çıkartılmış.”
Oradan çıkıp üst taraftan gitmeyi dener fakat bu imkansızdır. Güçlükonak’ın Şikeftiye köyüne gitmek için barajda çalışan mühendisleri taşıyan bir minibüse işçi gibi binerek ulaşır. Oradan geri dönüşte bir çobanın sözleri aklına takılır: “Baraj evimizi yıktı”
“Hala tam olarak ne demek istediklerini idrak edemiyordum. Sonra Kürtçe ve Türkçe yazılan köylerin isimlerinin olduğu bir tabelaya rastladım. Kürtçe olan kısımların üzerine çarpı atılmıştı. Bu köylerin sular altında kalacağının göstergesiydi. Fotoğraflarını çektim. Oradaki bir köylüye, “Bunların Kürtçeleri sular altında kalıyor da Türkçeleri kalmıyor mu?” dedim. Orada insanlar da sağ olsun beni destekledi. Tekne kiraladım, işim kolaylaştı. Ben hiç kimseye soru da sormadım. Kamera gördükleri zaman kendileri anlatmak istiyordu. Çok acı sahnelere tanık oluyordum. Mesela mezardan oğlunun kemikleri çıkartılınca babası hiçbir şey hissetmedi. Ama ne zamanki kafatası çıkartıldığında adamın diz çöktüğünü gördüm, yıkıldı resmen. Tek kamera olduğu için ona dönemedim. Ben de giderek alışmaya başladım. Oysa ki bir filmde bile bir cenazenin mezardan çıkartılması ne kadar korkunç gelir bize. Önceleri ben nasıl gidip yemek yerim diyordum ama sonra o insanları gördükçe alıştım, tepkisizleşmeye başlamıştım.”
Yönetmen Çelik, çekim sürecinde bir gence “Gün gelecek bu mezarlarımızın üzerinde hemşehrilerimiz Ankara havasıyla eğlenecekler” der.
“Bu genç bir gün beni aradı dedi “Abi tekne turuyla göbek atıyorlar” dedi. Hasankeyf’e gidip ben o teknenin çekimini yaparken, baraj açılışında o takım elbiseli, sivri burun ayakkabılı adamları görünce midem bulandı ama çekmek zorundaydım. Kanla beslenen o insanları çekerken de dayanamadım. O kaplumbağadan, o yılandan utandım Kimseyi suçlamanın bir manası yok. Biz yaptık. Biz yaptık derken birilerini temize çıkartmaya çalışmıyorum. Biz onların istediklerini yaptık.”
KURGUYU ÜMİT KIVANÇ YAPAR
2018’de başladığı filmin çekimleri 4 yıl sürmüş. Hasankeyf’in eski ve yeni görüntülerini çekmiş.
“Suyun hangi tarihte Hasankeyf’e ulaştığını bilmiyorum ama fotoğraflar konuşuyor. Çünkü sürekli çekimini yapmışım. Adamın biri geldi köyüne nasıl gideceğini soruyor. Artık yolu ben onlara tarif etmeye başlamıştım. Bu çok acı vericiydi”
Filmin çekimleri bittikten sonra tasarım ve kurgusunu yapması için İstanbul’da Ümit Kıvanç’ın kapısını çalar. “Ümit Bey sağ olsun tanıdığım en mükemmel insanlardan biri. Görüntülere bakınca o da çok etkilendi. Hepsini izleyip öyle konuşacağız dedi. Kürtçe çevirileri yapmadan verdiğim için hata etmiştim. İşimiz uzamış oldu. Berivan arkadaşımız çevirileri yaptıktan sonra filmin tasarımı tamamlandı. İstanbul’a gittiğimde Ümit Beyle görüşmeden gelmem. Farklı bir kardeşlik dostluk oluştu aramızda.”
DUVARDAKİ YAZILAR
Filmi çekerken boşaltılmış evlerin de çekimin yapar Fethullah Çelik. Hasankeyf’in yakınında Kürtçe ismi Zerîye olan Kılıçköyü’nde bir evin duvarlarında “Bizi kaça sattınız hainler”, “Dünyayı sular bastı” gibi yazılara rastlar. Kafasını kaldırıp daha üst kısımda bir yazı görür “Herkes toprağa gömülür, ben suya”. Olduğu yerde çakılıp kalır.
“İki saat boyunca çekim yapamadan o yıkıntının içerisinde kalakaldım. Bunu kim, hangi duygularla yazmıştı? Sonradan araştırdığımda İstanbul’a göç etmiş genç bir kadının yazdığını öğrendim. Kendisini buldum ama ismini deşifre etmek istemedi. Filmin adı kesinlikle bu olmalıydı.”
Filmde evinin önünde oturan yaşlı bir adam gözüküyor. “Ben evimi olduğu gibi bırakacağım. Belki yüzyıl sonra bu sular çekildiğinde torunlarım gelip dedemiz burada yaşamış diyerek sahip çıkarlar” diyor.
“Baştan sona o evi takip ettim. Camlarını, kapılarını kapattılar. Biri belki bu hikayenin devamını yapar. En çok ağrıma giden köylülerin kendi elleriyle evlerini yıkıp demirlerini çıkarmasıydı. Gerçi onlardan da özür dilerim. Ben onlara tek kelime söylettirmem, çok mağdur oldular. Bir kişinin yaptığı şeyi herkese mal edemeyiz. Orada gerçekten bir mücadele verildi. Onlar sahipsiz ve yalnız bırakıldılar. Dönüp de para aldılar demek hakarettir. Zaten değerinde alamadılar, halen almayanlar var şimdi alsa bile değerini iyice kaybetti.”
Fethullah Çelik, şimdilerde Hasankeyf’e gittiğinde dönüp o baraja bakamıyor.
“En son Hasankeyf’e gittiğimde havasının değiştiğini hissettim, nemli bir havayla karşılaştım. Benim için çok büyük bir travma. Gittiğim gibi yüzümü çeviriyorum. Benim de orada bir geçmişim var. 80 bin insan bir kez öldü ama ben tüm canların yerine öldüm. Çünkü tüm o alanı karış karış gezdim. Onlar bir köylü olarak köyünü kaybetti ama ben bütün köyleri kaybettim. 400 metrekarelik bir alan diyorlar. Hayatım boyunca o köy sayısını da ezberlemek istemiyorum. O köylerin hepsi sular altında kaldıktan sonra köylüler nereye gitti. Tarım arazilerini ormanları kestiler ve yeni yerleşim yerlerine gittiler. Bu bir talandır. Yeni yollar yapıldı. O filmdeki görselde yok olan bir ormanlık alan var. Bunu iyi okumak, iyi görmek lazım. O belgeselin her bir karesi bir hikayedir. Sadece duygusal olarak baktığımızda biz kaybederiz. Türkiye’nin genelinde ormanlar yakılıyor, rantsal dönüşüm meseleleri var. Ama söz konusu Kürt coğrafyası olunca onlar için daha kolay oluyor. Batıdaki insanlar da bunu söylüyor. Daha sahipsiz. Biz burada karşı durduğumuzda direkt terörist ilan ediliriz. Ama onlar yaptığında kırmızı halılarla karşılanıyorlar. Gerçi biz de yeterince tepki vermedik. Ben kendi özeleştirimi vereyim. Filmi yaptım diye bir tarafından tutmuş sayılmam. Ben de yoktum o insanların yanında. Ben de suçluyum. O insanlarla birlikte eyleme gitmedim, yürümedim, tepki göstermedim. Hepimiz suçluyuz. Bu nasıl çözülür, nasıl karşı konulur, ben bunu bilmiyorum, bilim insanı değilim. Birlikte ikna yoluna gitmeliyiz. 50 yıl sonra o baraj altında kalan yerler ne olacak? Çocuklarımıza bu kadar kirli bir dünya bırakmaya ne hakkımız var? Biz de temiz değiliz. Tamam güçle karşı karşıyayız. Bu ayrı bir şey ama ben niye kirleteyim, ben niye toprağımı satayım. Ben bunun bir parçası olmamam gerekir. Gücümüz yettiğince bunun karşısında olmamız gerek. Demekle görmek asla bir olmaz. Biz daha bir şey görmedik. Gidip o insanla birebir yaşamayınca anlayamıyorsunuz. Filme en fazla yüz kişi geldi. Birkaç güne kalmaz hepsi unutacak. Gidip o insanlara sormak lazım, ne oldu? Bu insanlar nereye gitti? Tıpkı Surdan çıkartılan insanların nereye gittiğini bilmediğimiz gibi. Hiçbirimiz bunları merak etmiyoruz. Bu hikayenin devamı var.”
Film 29. Adana Altın Koza Film Festivali'nde 'Jüri Özel Ödülü'ne değer görülür.
“Ben gücüm yettiği kadar bu arşiv çalışmalarına devam edeceğim. Bu benim boynumun borcu. Ödül veya teşekkür için yapmıyorum. Altın Koza da umurumda değil, gerekirse ismim silinsin ama yeter ki bu insanların sesi duyulsun.”
Fethullah Çelik, biriktirdiği arşivi kitaplaştırarak, bu insan hikayelerinin ardından gitmeye devam edecek.
“80 bin insan nereye gitti, ne yaptılar? Demografik yapı da değişti. Bununla ilgili kitap yazmayı da düşünüyorum. Bir yüzyıl sonra her yere dağılmış olacak. Tıptı Haymana’ya, Konya’ya giden insanlar gibi. Şimdi geniş kapsamlı bir çalışma yapmak istiyorum. Hangi köyde kaç kişi vardı. Bunlar kaybolup gidecek. Hasankeyfli Naif Ağabeyin dediği gibi “Ben hala rüyalarımı eski köyde görüyorum”
Londra, Birleşik Arap Emirlikleri ve İtalya’daki festivallerde, Documentarist 16. İstanbul Belgesel Günleri, İstanbul ve Diyarbakır TMMOB Mimarlar Odası’nda gösterilen film Hamburg Kürt Film Festivali’nde izleyiciyle buluşacak. Filmin ve yönetmen Çelik’in yolunun açık olması ve daha fazla insana ulaşması dileğiyle.