Türkiye'de trans olmak: Var olma, yaşam ve aktivizm mücadelesi
Esra ÇİFTÇİ
Artı Gerçek - Türkiye’de trans olmak sürekli bir mücadeleyi gerektiriyor. Erkek ve devlet şiddetine maruz bırakılan translar yaşam hakkı, çalışma hakkı, eğitim hakkı gibi en temel insani haklarda bile çok ciddi ihlallere uğruyor. Yine barınma, hizmet ve sağlık alanında eşit koşullardan yararlanmadıkları gibi bunlara erişimde de ciddi sorunlar yaşıyorlar. Türkiye trans cinayetlerinin en fazla olduğu ülkeler arasında.
Kaos GL İnsan Hakları Uzmanı ve trans aktivist Defne Güzel, “Bizim yaşam hakkımız güvence altında değil. Üstelik yaşam hakkı dediğimiz şey, diğer hakların teminatı. Özellikle bu konuda ses çıkarmak oldukça önemli. Çünkü hayatlarımız elimizden alınıyor” ifadelerini kullanırken trans aktivist Atiye Güney ise “Türkiye’de transları hedef alan transfobik medya dili ve translara karşı geliştirilen nefret söylemlerinin yaygınlaşması translara karşı geliştirilen öfke ve nefreti pekiştiriyor” dedi.
'TRANS OLMAK YAŞAM MÜCADELESİ VERMEK DEMEK'
Kaos GL İnsan Hakları Uzmanı ve trans aktivist Defne Güzel, Türkiye’de trans olmanın dünyanın pek çok yerinde de olduğu gibi en başta bir yaşam mücadelesi vermek demek olduğunun altını çiziyor. “Trans demek 2006 yılında Ankara Eryaman’da inşaat sektörünün canlanmasıyla inşaat firmalarının tuttuğu, kolluğun koruduğu çetelerin saldırılarına uğramak demek” diyen Güzel, trans olmanın sürgün demek olduğunu, yaşam alanına el konulmaya çalışılması demek olduğunu ifade ediyor ve şöyle devam ediyor:
“Elbette bir yandan da bu saldırılara karşı her gece mumlu eylemler, kefenli eylemler yapmak demek. Trans mücadelesi bana kalırsa biraz burada başlıyor gibi. En azından insan hakları hareketinin gündemine, toplumun belleğine buradan giriyor. Mücadele etmek zorunda kaldığımız şey organize bir erkek şiddeti, organize bir devlet şiddeti. Bizleri baskı ve denetim altında tutmak, hayattan silmek isteyen ayrımcı bir ideolojinin ürünü olan şiddet pratikleri aslında. Elbette trans olmak yalnızca bu demek değil. Bütün bu ayrımcılık ve şiddetin ötesinde toplumun ruhunu dönüştürmeye çalışmak demek trans olmak. İster istemez yapıyoruz bunu. Dayanışmamız, cesaretimiz, mücadelemiz, öfkemiz toplumu dönüştürüyor. Daha eşit, daha özgür bir dünya tahayyülünün kanıtıyız biz.”
'NEFRET CİNAYETLERİ POLİTİK'
Transların yaşam hakkının güvencede olmadığını söyleyen Güzel, 2021 yılında en az sekiz 2022 yılında en az üç arkadaşlarının öldürüldüklerini bildiklerini ifade ediyor. “Ecem Seçkin’in vahşice öldürülmesiyle gözümüzü açtık” diyen Güzel, Azerbaycanlı göçmen trans kadın Dilan’ın ise ilaçlarına erişemediği için yakın zamanda hayatını kaybettiğini belirtiyor. Nefret cinayetlerinin politik olduğu kadar trans ölümlerinin de intiharların da politik olduğunun altını çizen Güzel sözlerini şöyle sürdürüyor:
"2016 yılında yakılarak öldürülen Hande Kader’i çektiği videoda “yapamadım, izin vermediler” diyerek intihar eden Eylül Cansın’ı ve babasının 'as kendini de hepimiz kurtulalım artık' demesinden sonra hayatına son veren Okyanus Efe’yi hepimiz hatırlarız. Yani bizim yaşam hakkımız güvence altında değil. Üstelik yaşam hakkı dediğimiz şey, diğer hakların teminatı. Özellikle bu konuda ses çıkarmak oldukça önemli. Çünkü hayatlarımız elimizden alınıyor. Hayatlarımız üzerinde tasarruf edenler var. Bu yüzden de daha eşit, daha özgür bir dünya tahayyülünün kanıtıyız. Cinsiyet kimliklerimizle, gururla insan onuruna yaraşır bir hayat sürmek istiyoruz."
'LGBTİ+ ÖRGÜTLERİNİN KAPATILMASINI İSTİYORLAR'
İfade ve örgütlenme özgürlüğüne de değinen Defne Güzel, yürüyüşler, basın açıklamaları bir yana çay içmek için bile buluşmanın, piknik yapmak ve sosyalleşmenin bile LGBTİ+’lar için iyice zorlaştığını belirtiyor. “LGBTİ+ derneklerinin üzerinde bir baskı var” diyen Güzel şöyle devam ediyor:
“Bugün birtakım partiler Anayasa değişikliği önerilerini açıklıyorlar ve LGBTİ+ örgütlerinin kapatılmasını, trans uyum süreçlerinin zorlaştırılmasını, LGBTİ+’ların haklarını savunmalarının yasaklanmasını ve LGBTİ+ derneklerinin kapatılmasını istiyorlar. İçinde bulunduğumuz dönemin oldukça kritik olduğunu düşünüyorum. Bizler, herkesin haklarının teminatıyız. Eşit yurttaşlarız. Dolayısıyla haklarımızın savunulmasını, topluluğumuzun ve örgütlerimizin desteklenmesi gerekiyor. Transların haklarındaki geriye gidiş bütün herkesin haklarını etkileyecek. Biz translar hayatın her alanındayız. Herkesin dayanışmamızdan ilham alması ve bu dayanışmayı desteklemesi gerekiyor."
'TOPLUM VE DEVLET İKİ YÜZLÜLÜK İÇERİSİNDE'
İkinci olarak sözü alan trans aktivist Atiye Güney, Türkiye’de transları hedef alan transfobik medya dilinin ve translara karşı geliştirilen nefret söylemlerinin yaygınlaşmasının translara karşı geliştirilen öfke ve nefreti pekiştirdiğini söylüyor. Translarla ilgili yapılan haberlerde, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar, kamu düzeni, genel ahlak ve fuhşun translarla ilişkilendirilmesinin transların bir toplumsal grup olarak hedef haline getirilmesine neden olduğunun altını çizen Güney şunları söylüyor:
"Bülent Ersoy’u alkışlayan toplum ve iktidar, Cemil İpekçi’den giyinen cistler, Zeki Müren’e ‘paşa’ diyen kitle, tarla başında çalışan kızları bıçaklıyor, devlet ise yakılarak katledilen Hande’nin faillerini araştırmıyor. Bu yüzden toplum ve devlet iki yüzlülük içerisinde. Türkiye’de trans kadınların yüzde 87’si fiziksel, yüzde 78’i cinsel şiddet mağduru. Bu rakam gördüğünüz gibi çok yüksek ve dehşet verici. Yetmiyormuş gibi yüzde 71’i trans kimlikleri dolayısıyla en az bir kere gözaltına alınmış, yine yüzde 71’i trans kimlikleri dolayısıyla idari para cezasına çarptırılmış. Yüzde 76’sı ise polis tarafından sürekli şekilde taciz edildiğini ifade ediyor."
'40 YILI AŞKIN BİR SÜREDİR MÜCADELE YÜRÜTÜYORUZ'
Türkiye’de devletin türlü ayrımcılık ve şiddetine maruz kalan transların, 40 yılı aşkın bir süredir haklara erişim ve eşitlik için büyük bir mücadele yürüttüklerini söyleyen Güney, 1980 askeri darbesi sonrasında trans seks işçilerinin İstanbul’dan sürgün edildiklerini belirtiyor. İçişleri Bakanlığı'nın ‘erkeklerin kadın kıyafetiyle’ gece kulüplerinde sahneye çıkmasını yasaklamasıyla birlikte tüm bu baskılara karşı transların örgütlenmeye başladıklarını söyleyen Güney şöyle ifade ediyor:
"29 Nisan 1987’de LGBTİ+’lar İstanbul’da Gezi Parkı’nda açlık grevi yaparak baskılara karşılık vermiş, erkek şiddetine karşı düzenlenen ‘Dayağa Karşı Yürüyüşte feministlerle birlikte alanlarda olmuşlardır. 1990’lı yıllardan itibaren Lambada İstanbul ve Kaos GL başta olmak üzere pek çok LGBTİ+ örgütü kurulmaya başlanmıştır. Trans seks işçileri 1990’lı ve 2000’li yıllarda da polis şiddetinin hedefi olmuş, İstanbul’da Pürtelaş Sokak ve Ülker Sokak, Ankara’da Eryaman başta olmak üzere yaşadıkları ve çalıştıkları mahallelerden sürgün edilmişlerdir. 2000’li yıllarda Pembe Hayat, Voltrans ve İstanbul LGBTT gibi trans öz örgütlenmeleri kurulmaya başlanmış, 2010 senesinde ilk Trans Onur Yürüyüşü düzenlenmişti."
'TRANSLAR MAHKEMELERE VE POLİSE GÜVENMİYOR'
Atiye Güney, “Bugün Türkiye devletinin toplumsal cinsiyet karşıtı, otoriter ve muhafazakâr politikaları eşitlik ve özgürlük mücadelesinin kazanımlarının önüne geçmeye çalışsa da 8 Mart 2022’de Feminist Gece Yürüyüşü ’nün gösterdiği üzere feministlerin ve transların özgürlük mücadelesi ne trans dışlayıcı sağ ideolojilerin ne de polis baskısının durduramayacağı kadar güçlü ve muvaffaktır” diyor. Transların polise ve mahkemelere güvenmediğini de söyleyen Güney sözlerini şöyle bitiriyor:
"Çok sayıda trans kadın seks işçisi faillerden gelecek misillemelerden, tehditlerden ve seks işçisi olarak ifşa edilmekten korkuyor. Bu sebeple, birçok trans failler hakkında şikâyette bulunmuyor, şikâyette bulunmuşsa da şikayetini geri çekiyor. Araştırmaya göre polis merkezlerine veya savcılıklara bildirilen vakaların sadece yüzde 11’inde faillerin hak ettikleri cezayı aldıkları ifade ediliyor. Katılımcılara göre diğer durumlarda ya polis şikayetlerini görmezden gelmiş ya da hakimler failleri aklamış veya cezalarını hafifletmiş."
Kapak fotoğrafı: Şehlem Kaçar / csgorselarsiv.org
Nefret karşıtı açıklamaya polisten LGBTİ+ bayrağı müdahalesi