Bir diktatörlük göstergesi daha

Eskilerde Türkiye basını ile yabancı basın arasındaki Türkiye haberleri farkı baskıcı bir politik sansür ya da otosansürden ziyade, okur kümelerinin yaklaşım, ilgi farkından kaynaklanıyordu.

Bugün tartışmaya açacağım konu Türkiye’de diktatörlüğe giden yolda bir kilometre taşı daha gibi görünüyor.

Şimdilik ve hâlâ diktatörlük tabirini kullanmaktan imtina etmek istiyorum, daha dört ay önce Türkiye’nin başkentinde ve en büyük şehri İstanbul’da mahalli idareler yönetimleri iktidar partisinden muhalefete geçebildi, bunu küçümsemeyelim ama iktidar, Cumhurbaşkanlığı Hükümeti sistemi sanki "artık diktatörlük tabirini gönül rahatlığı ile kullanabilirsiniz" dercesine Diyarbakır, Mardin ve Van’da meşruiyeti olamayan, hukuka aykırı (Anayasaya ve kanunlara aykırı demiyorum) işlemlere imza atıyor.

Gelelim bugünkü konuma, diktatörlüğe giden yolda bir kilometre taşı olarak algıladığım konuya.

Çok uzun senelerdir yabancı basını günlük olarak izlerim; şimdi de her gün dört yabancı basın organına göz atıyorum, birini de büyük ölçüde okuyorum: Le Monde (Fr.), Mediapart (Fr.), The Guardian (İng.), NYT (ABD).

Senelerdir, bu durumun özü maalesef pek değişmiyor, bizim basınla bu üç ülkenin en önemli bu basın organlarının (Mediapart’ı yeni izliyorum) bakış açıları ve kapsama alanları çok farklı.

Ancak, son senelerde, en bariz biçimde de son dört senedir bu kapsama alanının farklılığında bir radikal değişiklik oldu.

Geçmişte de The Guardian ile bizim basının ilgi alanları farklı idi ama bu farklılık önemli ölçüde bu kurumların ülkelerinin, okuyucu kitlelerinin ilgi alanlarının farklığından kaynaklanıyordu.

Le Monde, The Guardian gibi kurumlar, evet bu gazeteler birer kurum artık, daha evrensel konuları daha nitelikli düşünce ve yazım yöntemleri ile okurlara aktarırken, bizim basın çok daha yerele, milliye odaklanıyordu, Zimbabwe’de, Sierra Leone’de ya da Guatemala’da neler olduğu bizim radar kapsamasının içine pek girmiyordu; bizim ve onların koloniyal geçmişlerimizin farklılığı da bu ayrışmada önemli rol oynuyordu muhtemelen.

Son senelerde ise ortaya çıkan manzara farklığı çok daha farklı.

Bu farklığın temelinde ise bizim basının çok ağırlıklı bir bölümünün artık haberleri yöneticilerin arzuları, ihtirasları süzgecinden geçirerek vermek istemeleri ve hatta bir bölümünü hiç vermemeyi tercih etmeleri yatıyor.

Suriye meselesini, mesela İdlib’de olan bitenleri bir bizim basından (büyük çoğunluğundan bahsediyorum), bir de yabancı basından mesela Le Monde’dan izleyin, sanki aynı konulardan bahsedilmiyor, iki farklı İdlib var zannına kapılıyorsunuz.

Geçtiğimiz hafta bir Türkiye konvoyunun vurulması meselesini doğru dürüst izleyemedik bile bizim basından; anlamak, öğrenmek için yabancı basını izlemek bir mecburiyet idi bu konuda mesela.

Basının temel sorumluluğu devlete yardımcı olmak değil, doğru haber vermektir.

Farklılaşma artık daha yapısal konulardan, toplumların dışa açıklığı, kapalılığı gibi konulardan, doğrudan siyasi tavırlara, daha doğrusu, bizim ülkemizdeki yasakçılığa, iktidarın bizlerin neyi nasıl öğrenmemizi istediği meselesine dönüştü.

Bu berbat durumdan kaçabilen kuruluşlar var ama maalesef çok azınlıktalar; burada da imdadımıza teknoloji yetişiyor, internet üzerinden hâlâ bazı kurumlara ulaşmamıza engel olamıyorlar ama bunu da engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Ancak, şunu da bilsinler, ancak düşük zekâlılar teknoloji ile savaşırlar.

Ama, böyle bir isteğin varlığı da kesin; hâlâ, Wikipedia’ya giremiyoruz, bu gerçekten bir milli ayıp ama bu arada bir dizi gazeteye, dergiye de zaten yayın ya da ulaşım yasağı geldi. 

Türkiye’de önemli bir gelişme duyduğumda, muhtemelen duy(a)madıklarımız da oluyor, bu gelişmenin içeriğini yabancı basında haberi bulup öğrenmeye çalışıyorum.

Öyle aşırı kuşkucu olduğumu düşünmüyorum, bu durum ülkemiz Türkiye için çok büyük bir nakısa.

Eskilerde Türkiye basını ile yabancı basın arasındaki Türkiye haberleri farkı baskıcı bir politik sansür ya da otosansürden ziyade, okur kümelerinin yaklaşım, ilgi farkından kaynaklanıyordu büyük ölçüde.

Şimdi ise durum çok daha berbat bir aşamada.

Başka bir ifade ile, nedenin kökeni eskiden büyük ölçüde okurda iken şimdi besleme basında.

Mesela, dün itibarıyla güney sınırımızda görev yapan beş generalin istifa haberini işittik.

Akşam, Genelkurmay bu söylentinin doğru olmadığını açıkladı.

Bugün ise Milli Savunma Bakanı iki generalin istifasını "emekliliklerini istemeleri haklarıdır" diye kabul etmiş durumda.

Diğer üç istifa iddiasının akıbeti hâlâ meçhul.

Böyle bir demokratik hukuk devleti olur mu?

Böyle bir basın olur mu?

Böyle bir bakanlık olur mu?

Her gelişme adım adım illiberal bir demokrasiden bir diktatörlüğe doğru evrildiğimizin işareti.

Yazık, gerçekten çok yazık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi