Fehim Işık
Dersim’in, Zilan’ın, Cizre’nin, Sur’un vebali
Bilerek, isteyerek, teamüden Erdoğan’ın şemsiyesi altına giren, Dersim’in, Zilan’ın, Cizre’nin, Sur’un vebalini sırtında taşıyan lanetliler sınıfında olmanın günahından kurtulamaz…
Fehim IŞIK
Şimdiye kadar Kürtlerin başına ne geldiyse bütünlüklü davranamamalarından, ayrışmalarından geldi desek, yeridir. Çok öncelerini saymaya gerek yok. Osmanlı’nın dağılış sürecine bakalım, yeter.
Osmanlı’nın dağılışında Kürtler ayrışmanın ilkini 1919’da, Erzurum Kongresi sırasında yaşadılar. Hala bile Erzurum Kongresi’ne Kürtler üzerinden davet edilenler, katılanlar kimlerdir, doğru dürüst bilmiyoruz. Bölük pörçük yazılanlardan derlenmiş pek de derli toplu olmayan bilgiler var elbet. Başka da bildiklerimiz var. Örneğin, kendi yönetimlerini kurmak isteyen Bedirhaniler’in Osmanlı’nın saldırılarına yenik düştüğü, dünyanın dört bir tarafına sürüldükleri… Hamidiye Alayları’nda yer alan bazı "münevver" Kürtlerin ise Osmanlı’nın dağılışını Kürtlerin lehine değerlendirebilecek adımlar atmaya hazırlandıkları… Tabi durum bu olsa Kürtlerin örgütsüzlüğün tüm dezavantajlarını yaşadıkları da bilgimiz dahilinde. Bunları az çok biliyoruz ama o yıllarda bağımsızlığı savunan Azadi Cemiyeti’nin kurulup kurulmadığını hala bile doğru dürüst öğrenebilmiş değiliz. Azadi Cemiyeti 1919’da kuruldu diyen de var, 1921’de, 1924’te kuruldu diyen de…
Türkiye’nin kurucularının Cumhuriyet’i kurduktan sonra yazdıkları tarih bilgilerinde de çarpıklıklar var. Sonradan birçok bilginin yeniden uyarlanarak kaleme alındığı ve herşeyin muktedire göre hazırlındığı çok açık. Örneğin Mustafa Kemal padişahın izniyle İstanbul’dan yola çıkıp Samsun üzerinden Amasya’ya varmıştır. Ancak Erzurum’da toplanma konusunda henüz kararsızdır. Erzurum Kongresi’ni hazırlıksız ve erken bulur. Resmi Türk tarihi bunu yazmaz. Bu bilgileri ancak alternatif tarih yazımlarında okuyabilirsiniz. Mustafa Kemal yine de hazırlıkları yapılmış kongreye katılmak zorunda kalır ve görünen o öncülüğü de ele almayı başarır. Mustafa Kemal’in bu kongreye katılmakla elde ettiği bir başka olanak daha var; o da bir araya gelenlere "ortak bir şemsiye altında toplanmayı" kabul ettirmek.
Peki, bu ortak şemsiye ne?
Osmanlı bakiyesi Türkçü-Turancı cemiyetler Ermenilerin hareketlenmesini de gerekçe göstererek tüm "Anasır-ı İslamı" tek çatı altında toplanmaya çağırır. Erzurum Kongresi’nin düzenleyicileri de bu Türkçü Turancı cemiyetlerdir. Atatürk bu fırsatı kaçırmaz. Kongre’de "Anasır-ı İslamın" liderliğini üstlenir. Bölgenin önemli bir unsuru olan Kürtleri kızdırmamak için de yeni devletin Türklerin ve Kürtlerin ortak devleti olacağını söyler. Tabi bunu derken bile Kürde karşı tedbiri elden bırakmaz. Kürtlerle her biraya gelişinde, birlikte İslam bayrağı altında toplanacaklarını ve bağımsızlık yanlısı Kürtlerin bu bayrak altındaki birliği bozmaya çalıştıklarını, söyler. Aslında dert açık; söylem, ‘uzlaşmaz’ Kürtleri bertaraf etmenin söylemidir. Ne yazık ki bunda başarılı da olur.
O günden bugüne Kürtler çok bedel ödedi. Onbinlerce canını, bunun yanı sıra malını, mülkünü, toprağını kendini "Anasır-ı İslam" olarak tanıtanların kanlı süngüleriyle katledilerek kaybetti. Yine de bunca bedele rağmen özgürlük mücadelesinden vazgeçmedi.
Şimdilerde Osmanlı’yı yaşatmak için altında toplanılan İslam bayrağını Erdoğan devraldı. Mustafa Kemal Osmanlı’yı reddetmeden yüzü Batı’ya dönük yeni bir İslam ve Türk kimliği inşasıyla yoluna devam ederken, Erdoğan, Osmanlı’nın Hilafet mirasını da devralan klasik İslam kimliğini Mustafa Kemal’in patentinde olan Türk kimliğiyle bütünleştirip yoluna devam etmeyi düşünüyor. Bunun önündeki tek engel de cetvelle çizilen Ortadoğu sınırlarının 4’e böldüğü Kürdistan’dır.
Batı emperyalizminin de desteğiyle Kürdistan’ı kendi aralarında parçalayan egemenliklerin artık iflas ettiği çok açık. Şimdilerde ortaya çıkan olanaklar, Kürtlerin ta 1925’lerden bu yana süren bedeli ağır özgürlük mücadelesindeki süreklilik, artık yeni bir bölgesel yapılanmayı zorunlu kılıyor. Erdoğan’ın tüm derdi bu yapılanmada Kürtlerin hak ve hukuk sahibi olmaması. Erdoğan bunu yaparken bir yandan Kürtlerin özgürlükçü yanına ağır saldırılar düzenlemekten, hatta 1925’lere geri dönmekten, diğer yandan ise Kürtlerin işbirlikçi, çıkarcı yanına olmadık olanaklar sunmaktan imtina etmiyor.
Kürtleri bu handikaptan kurtaracak en önemli etken hiç kuşku yok Kürtlerin iç birliklerini pekiştirecek, Osmanlı’nın torunlarının oyununa gelmeyecek adımlar atmayı başarabilmeleridir.
Bunun olanakları var.
Kürtler, 1919’un Kürtleri değil. Kürdistan’ın güneyinde fiili bir devlet var. Rojava’da tüm dünyanın saygınlığını kazanmış muhteşem bir direnişin kazanımları orta yerde duruyor. Kuzey’de tüm saldırılara, katliamlara rağmen söndürülemeyen isyan ateşi yalnız Kürtleri değil tüm ezilenleri aydınlatmaya devam ediyor. Doğu’da da bitirelemeyen direniş bir alev topuna dönüşeceği günü bekliyor.
Durum bu iken yapılacak tek şey, 1919’da "Anasır-ı İslam" şemsiyesi altında Turancı-Türkçü Osmanlı’lara teşne olunduğu gibi bugün de "Hilafet-i Osmaniye" hesabı yapan Erdoğan’ın şemsiyesi altına girmemektir.
Bilerek, isteyerek, teamüden Erdoğan’ın şemsiyesi altına giren, Dersim’in, Zilan’ın, Cizre’nin, Sur’un vebalini sırtında taşıyan lanetliler sınıfında olmanın günahından kurtulamaz…