Kürdistan seçimleri, Irak Cumhurbaşkanlığı ve Kürtler

Irak Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar yaşananlar Irak'ın bütünlüğünü korumaya endeksli yani Kürdistan’ın bağımsızlığını öteleyen, belki de yok sayan reel siyasetle de yakından ilişkilidir.

Geçtiğimiz yıl bugünlerde Kürdistan'ın güneyinde gerçekleşen bağımsızlık referandumunun coşkusu vardı. Güneyli Kürtler önemli bir adım atmış, artık Irak’la boşanmanın zamanının geldiğini söyleyerek sandıklara koşmuştu. Referanduma katılım bölgede 1992’den beri yapılan seçimlerin en yüksek oranıydı. Sandığa giden 3 milyon 300 bini aşkın seçmenden geçerli oy kullanan 3 milyon seçmenin 2 milyon 800 bini bağımsızlığa evet demiş, yüzde 93 gibi büyük bir oranla Kürtler bağımsızlıktan yana tavır koymuştu.

Geçtiğimiz yıl bağımsızlık referandumuna ilişkin ihtiyat ifade eden, reel politik değil diyenlere Kürtlerin bir kesimi tarafından düşman muamelesi yapılıyordu. Bağımsızlığın bir hak olduğunu ancak kurtlar sofrasında, hele Kürtler arasında uyumsuzluk had safhadayken bağımsızlığı yaşama geçirmenin o kadar kolay olamayacağını, atılacak adımların iyi hesaplanması gerektiğini ifade edenler de ihanetçi damgası yemekten kurtulmuyordu.

Nitekim çok zaman geçmedi bölge devletleri ile ABD ve batılı devletlerin karşı duruşu etkili oldu. Bağımsızlık referandumuna yanıt, Kürdistan bölgesinin fiili yönetiminde olan Kerkük başta olmak üzere tüm ‘ihtilaflı’ bölgelerin Irak merkezi hükümeti tarafından bir işgal operasyonuyla ‘devralınmasına’ yol açtı. Bu işgal operasyonunda Türkiye ve İran asıl aktörleri oynarken ne ABD, ne de batılı devletler güneyli Kürtler lehine tek söz etmedi. Daha da ötesi Kerkük ve diğer kentlerin ‘barışçıl bir biçimde Irak yönetimine teslim edilmesine’ hep birlikte alkış çaldılar.

Söz konusu planın içinde bağımsızlık referandumunda evet propagandası yapan Kürt siyasetçilerin azımsanmayacak bir kesimin de olduğu kısa sürede anlaşıldı ki bu siyasetçilerin sadece Kürdistan Yurtseverler Birliği’nden (KYB) olduğunu iddia etmek de büyük haksızlık olur. Daha açık demek gerekirse dönemin Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani ve yakın çevresindeki bir grup KDP ve KYB’li ile diğer partilerdeki az sayıda siyasetçi dışındaki birçok güneyli Kürt siyasetçinin el birliği ile Kürdistan’ın bağımsızlığını bir daha gündeme getirilmemek üzere mezara gömmek için ortak hareket ettiğine inananlardanım. Bağımsızlığı mezara gömmek isteyenlerin neredeyse tamamı kitlelerin karşısında coşku yaratan bağımsızlığı alkışlayıp tribünlere oynamaktan vazgeçmezken kapalı kapılar ardında da Kürdistan’ın kent ve kasabalarını satmanın kirli pazarlığını yürüttüler.

Kürdistan’ın güneyinde geçtiğimiz yıl gerçekleşen bağımsızlık referandumu ile sonrasında Kerkük’ün işgaline yol açan gelişmeleri anlamadan 30 Eylül Kürdistan Parlamentosu seçimi ile 2 Ekim Irak Cumhurbaşkanlığı seçimini de anlamak zordur. Bu gelişmeler birbirinin tamamlayıcısıdır. Daha da ötesi 2 Ekim Irak Cumhurbaşkanlığı seçimi ile birlikte KDP lideri Mesud Barzani de dâhil artık tüm taraflar Irak’ın bütünlüğünden yanadır. Görünen tek handikapları ise Irak’ın bütünlüğüne ilişkin politikaları birlikte değil, birbirlerinden ayrı yaşama geçirecek adımlar atmalarıdır.

Eğer geçmişe dönülebilseydi bağımsızlık referandumu konusunda ısrarcı olanların, bu referandumu hayat memat meselesi olarak görenlerin büyük çoğunluğunun, propagandanın esiri olarak düşman, ihanetçi gördükleri kesimlerin uyarılarını dikkate alarak hareket etmeleri de mümkün olabilirdi. Bu mümkün olmadığına, geçmişe dönülemeyeceğine göre siyasetin esas görevinin yaşananlardan ders alarak adım atmak olduğunu bilmeliyiz.

Peki, bunca yaşanmışlıktan sonra geçmişten ders almak mümkün mü?

30 Eylül Kürdistan Parlamentosu seçimlerine bakalım...

Ciddi ihlal iddiaları var. Bahdinan bölgesinde KDP’nin, Soran bölgesinde KYB’nin kendileri dışındaki kesimlerin etkili olmaması için her yolu denedikleri çok açık görünüyor. Sandıklara oy atılırken de, o oylar sandıklardan çıkarken de seçmen iradesinin önemsenmediği kimse için sır değil.

Tarihin en düşük katılımlı seçiminin bir nedeni de budur. Seçimlerin tabloyu değiştirmeyeceğine inanan halk sandıklara gitmedi.

KDP ile KYB’nin Kürdistan bölgesini Soran ve Bahdinan olarak kendi aralarında paylaşmaları, ekonomik krize, rüşvet ve yolsuzluğa karşı hiçbir önlem alınmaması, bölge devletleri ile girilen kirli ilişkiler, Irak merkezi hükümetine karşı yekpare davranılmaması, en önemlisi de Kürtlerin kendi iç birliklerini güçlendirmek yerine ısrarla düşmanlığı artıracak adımlar atmaları umutsuzluğu tavan yapan halkı sandıktan soğuttu. Özellikle de gençler sandığa neredeyse hiç rağbet etmedi. Ayrıca Kürdistan’da bir seçim coşkusu yaşandığını iddia etmek de mümkün değil.

30 Eylül’de ortaya çıkan sonuç 1992’nin ilk seçiminde ortaya çıkan sonucu değiştirmedi. KDP ve KYB, ‘düşman kardeşler’ olarak Kürdistan’ı fifti-fifti yönetmeye dönük ‘stratejik ortaklık’larını sürdürmekten vazgeçmediler. Diğer partilerin ise halk muhalefetini büyütmek için yüzlerini, güçleri yettikçe parlamento dışındaki mücadeleye döndürmeden başka şansları yok. 1992 seçimleri ile en önemli fark şu ki artık KDP ile KYB yüzde 50-50 değil, onca seçim hilesiyle elde ettikleri güç ancak yüzde 45-21’dir... Geriye kalanlar tüm zorluklarına rağmen bir toplumsal tabana karşılık gelebilecek gücü elde ettiler. Ayrıca KDP ve KYB, kendi içlerinde de giderek artan huzursuzluk/muhalefet nedeniyle sanıldığı kadar rahat da değiller.

Irak Cumhurbaşkanlığı seçimi de bu büyük resmin ayrı bir parçasıdır. KDP’nin bu yarışa girmesi, yani Irak’ı yönetmeye aday olması bağımsızlık referandumunun da, bağımsızlığın da KDP açısından bir propaganda unsuru olarak kullanmanın ötesinde bir işe yaramadığını bir kez daha gösterdi. Üstelik Irak'ın bütünlüğünü savunmaya dönük siyaseti KDP, fiilen bağımsızlığın başat savunucusu Mesud Barzani’ye yaptırdı.

Hatırlayalım, KDP, cumhurbaşkanı adayını belirleme yetkisini bizzat Mesud Barzani’ye vermişti. Behram Salih adının nasıl öne çıktığını, KYB’den ayrılan birinin nasıl KYB adayı olarak Irak’ın protokoldeki birinci ismi olarak önerildiğini, bu öneride etkileri olan güçleri, ABD’yi, İran’ı Mesud Barzani’nin bilmemesi mümkün değil. Bunları bilen Mesud Barzani, etkin bir destekle Irak Cumhurbaşkanı adayı olarak önerilen Behram Salih’in seçileceğini de bilir elbet.

Peki, söz konusu gelişmeleri çok iyi değerlendirebilecek/görebilecek biri olan Mesud Barzani niye yetkisini Fuad Hüseyin’i, en yakınındaki bir siyasetçiyi Irak Cumhurbaşkanlığına aday gösterme yönünde kullandı?

Bu durumu sadece makam, mevki, güç sevdası ile açıklamak doğru değil. Bu durum, Irak’ın bütünlüğünü korumaya endeksli yani Kürdistan’ın bağımsızlığını öteleyen, belki de yok sayan reel siyasetle de yakından ilişkili. KDP bu tutumuyla, ‘Ben de Irak’ın bütünlüğünden yanayım’ dedi ve bağımsızlığın güçlü bir savunucusu olan adayı Fuad Hüseyin’e de ilk olarak Irak'ın bütünlüğünü savunacağı yönünde açıklamayı yaptırdı. Açık demek gerekirse Behram Salih ile Irak’ın bütünlüğünü korumaya dönük siyaset üretenlere KDP, hem de Mesud Barzani aracılığı ile kendilerinin de farklı davranmayacağının mesajını verdi.

12 Mayıs’taki Irak seçimlerinden 30 Eylül Kürdistan Parlamentosu seçimleri ile Irak Meclisi’nin yeniden aktive edilmesine kadar yaşananlar, Irak'ı olduğu gibi Kürdistan’ı da etkileyecek biçimde yeni bir döneme adım atıldığının göstergesidir. Şimdiye kadar yaşananların kaybedeni olarak görünen Kürtler, eğer yaşananlardan ders çıkarırlar ise inanıyorum ki sürecin kazananı olurlar.

Önümüzdeki dönem Irak’ın ekonomik sorunlarını çözüp zenginleşmenin artacağı bir dönem olacak gibi görünüyor. Irak merkezi hükümeti ile sorunların çözülmesi durumunda bundan Kürdistan’ın güneyi de olumlu etkilenecek. Özellikle 2014 sonrasında, yani IŞİD’in İslam Devleti’ni kurduğunu ilan ettiği günden bu yana güneyli Kürt siyasetçiler tüm tarihi fırsatları ne yazık ki ellerinin tersiyle ittiler. Eğer yaşananlardan dersler çıkarırlar ise artık kaybeden değil kazanan olabilirler.

Güneyli Kürtlerin kaybetmelerinde bir arada olmayı tercih etmek yerine birbirlerinin kuyusunu kazmalarının çok ciddi bir etkisinin olduğunu hep birlikte yaşayarak gördük. Öyle ki salt kendi güçleri üzerinden değil bölge devletlerinin de gücünü kendi lehlerine kullanmaya kalkarak birbirlerinin kuyusunu kazmaya kalktılar. Yalnız birbirlerinin değil diğer parçalardaki Kürtlerin de kuyusunu kazmaya dönük adımlar attılar ne yazık ki!..

Bu siyaset yalnız güneyli Kürtlere değil tüm Kürtlere kaybettirdi ve ders alınmadığı sürece de Kürtler kaybetmeye devam ederler.

Bu gidişatı tersine çevirmek yine Kürtlerin elinde...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fehim Işık Arşivi