Veli Büyükşahin
Kendi anayasasını ihlal eden hükümet
Anayasalar aslında toplumun birlikte yaşama sözleşmeleridir. Bazen toplumların gerçek iradeleriyle oluşur ama çoğunluklada gücü ellerinde bulunduranlar toplum adına bunu yapıp dayatırlar.
Bu anayasalar devletin kuruluşunun, yasamanın, yürütmenin ve yargının görevlerini düzenlediği gibi yurttaşlarında hak ve görevlerini düzenleyen en temel kanunlardır.
Nasıl yapılmış olursa olsun, ideolojik olarak hangi sınıfı, hangi etnik ya da inanç grubunu merkezine alırsa alsın, yasama, yürütme, yargı ve yurttaşlar bu anayasaya uymak zorundadır. Uymadığında anayasanın verdiği ve çeşitli kanunlarla düzenlenen yetkilere dayanarak görevli kurumlar aracılığıyla müdahale ederler. Yargılamalar ve cezalandırmalar yapılır.
Türkiye’de de bir anayasa var, hem de 12 Eylül darbe anayasası. Bu anayasaya her birimizin ciddi eleştirileri var ve buna karşı bu ülkenin demokratik güçleri yıllardır bıkmadan usanmadan mücadele ediyorlar.
17 Eylülde Kartalda Alevi kurumlarının ve Eğitim-Sen’in gerçekleştirdiği ‘Gerici eğitime karşı laik, bilimsel, kamusal ve anadilde eğitim’ mitinginde okunan ortak metinde "Kendi anayasasını ihlal eden hükümetten demokrasi beklemek ham hayaldir" cümlesi bence nasıl bir ülkede yaşadığımızı en doğru şekilde anlatan çok vurucu, tartışmasız bir belirlemedir.
Dünyada kendi anayasalarına uymayan, ihlal eden kaç hükümet vardır?
Şimdi de var, geçmişte de vardı.
Dünyada anayasaya uymadıkları için sonradan yargılanan cezalandırılan çokça hükümet yetkilisi biliyoruz.
Mitingde yüksek sesle on binlerin ve tüm kamuoyunun önünde ilan edildi.
Hepimiz bu hükümetin, iktidarın mevcut anayasaya uymadığını, her gün yeniden yeniden ihlal ettiğini biliyoruz artık.
Birçok kesimin zaman zaman eleştirdiği, dile getirdiği iktidarın keyfi uygulamalarının nedenini aslında bu anayasa tanımamazlıkta aramak gerekiyor. Buradaki en büyük sorun hiçbir hukuki çerçeve yok.
Diyelim ki iktidara biat ettiniz bu sizi kurtaracak mı? Kurtarmayacak çünkü yarın gözünün üstünde kaşın var diyecek. Demedi mi? Yıllarca iktidarı birlikte paylaştığı kesimlere dedi. Demekle kalmadı burunlarından getirdi.
12 Eylül anayasasının bile bir çerçevesi var. 12 Eylül darbe anayasasının tartışılmasını şimdilik bir tarafa bırakalım.
Şeklen de olsa var olan laiklik kavramı şimdi tümden rafa kaldırılmış durumda hatta bununla ilgili ortaya çıkan talepler yargılama konusu olabiliyor.
Yine mitingde ki ortak metinde "Biz Aleviler, biz eğitim ve bilim emekçileri; Zorunlu Din Dersi işkencesiyle uğraşırken programın tamamı Zorunlu Din Dersi oldu" eleştirisi çok güçlü bir şekilde vurgulandı.
Laiklik ve eğitim konusu sadece iki örnek aslında. Hangi alandaki uygulamalara bakarsanız bakın gücünü, kaynağını anayasadan veya herhangi bir yasadan almıyor.
Düşünsenize anayasada laiklik ilkesi var ama tüm eğitim sistemi bir dini merkezine alarak müfredatını oluşturuyor.
Dolayısıyla apaçık, tartışmasız bir şekilde anayasaya ve yasalara uymayan bir hükümetle karşı karşıyayız.
SADECE HÜKÜMET Mİ? DEĞİL TABİ.
İktidar olduğu günden beri yer yer farklı cemaatlerle kendisini kamuda örgütleyen, kurumlaştıran bir siyasi anlayış var. OHAL süreciyle birliktede çok sayıda KHK ile uyduruk gerekçelerle başta eğitim emekçileri olmak üzere önemli sayıda kamu çalışanını tasfiye etti.
Bütün bu yaşananlar basit bir parti kadrolaşması olarak değerlendirilemez.
Sorulması gereken bu iktidar bile bile neden anayasaya uymuyor?
Neden yasaları kendisine göre yorumlayıp istediğini yapıyor?
Yoksa yeni bir rejim mi kuruluyor?
Darbe girişiminin amacı bumuydu?
Mevcut iktidarı destekleyen milliyetçiler ve ulusalcılar bunu bilmiyorlar mı?
Milliyetçiler ve ulusalcılar cumhuriyetten neyin karşılığında vazgeçtiler?
Sorular… Sorular… daha da çoğaltabiliriz. Durmadan sorularımızı sorup cevaplar bulma çabamız bu süreçte oldukça önemlidir.
17 Eylül mitingine katılımın düzeyi bir tarafa ama çok nitelikli ve içeriğinin oldukça güçlü olduğunu söylemek mümkündür.
Kendi anayasasına uymayan bir iktidara karşı on binlerin bir araya gelmesi her şeye rağmen birçok kesim aşısından umut olmuştur.
Katılımcılar ağırlıklı olarak Aleviler ve eğitim emekçileri olmakla birlikte demokrasi arayışı içinde olan çevreler de miting alanında kendi renkleriyle yer aldılar. Orada olanlar gerçekten demokrasi arayışı içinde olanlardı. Aleviler, emekçiler, kadınlar, gençler, öğrenciler, aydınlar, sanatçılar, sendikalar, Haziran Hareketi, ÖDP, EMEP, HDP, CHP, Halkevleri, öğrenci veli dernekleri oradaydılar.
Bu güne kadar demokrasi, laiklik, cumhuriyet gibi kavramları ağızlarına pelesenk edenlerin neden orada olmadığını sormak ta oraya gelenlerin hakkı olsun.
Mesela insanların miting alanına taşınması için söz veren bazı CHP belediyelerinin neden son anda otobüs vermediklerini mitinge gelmek için ulaşım aracı bekleyenlerin sorma hakkı olsun. Bu belediyeler; seçim zamanında gelip Alevilerden, laiklik ve demokrasi için Kartal mitin alanına gitmek isteyenlerden oy isteyecekler mi? Oyları çanta da kekliklik mi? Bekleyip göreceğiz.
Dostça bir eleştiri ile bitirelim. Birçok farklı çevre mitinge geldi, katıldı destek verdi. İyi de yaptılar. Ancak mitingi düzenleyen Alevi kurumlarının ve eğitimcilerin beklentisi öne çıkarmak istedikleri mesajlarının yerini bulması için tüm katılımcıların bu mesajları güçlü bir şekilde seslendirmesiydi.
Verilmek istenen mesajlar genelin içinde kaybolmasın, yerini bulsun, ortak talebimiz olsun istiyorlardı.
Ne oldu peki? Her zaman ki gibi oldu. Tüm katılımcılar kendi talebini daha çok seslendirmeye çalıştı verilmek istenen mesajlar zaman zaman genelin içinde boğuldu.
Halbuki gerek ABF genel başkanının konuşması gerek Eğitim-Sen başkanının konuşması ve gerekse de ortak metin aslında birçok kesimin, en azından alanda olan çevrelerinde altına imza atabilecekleri bir içeriğe sahipti.
Herkesin, kendi anayasasını ihlal eden, yasalara uymayan bir iktidar ile karşı karşıya olduğu gerçeğini göz ardı etmeden ortak neler yapılabileceğine bakması lazım.
Kartal mitingi bunlardan bir tanesiydi.
Yenilerine yol olsun…