Pelin Cengiz
Kömür madenlerinde çalışan 36 bin işçi için ‘adil dönüşüm’ şart
Sekiz yıl önce Soma’da 301 maden emekçisini kurban verdiğimiz iş cinayeti, 21’inci yüzyılda küresel anlamda yaşanan en büyük kayıplı maden kazalarından biri olarak tarihe geçti.
Ardından birkaç gün önce yaşanan Bartın maden faciasıyla 41 maden emekçisi daha kömürün karasına kurban verilmiş oldu.
Avrupa geneline bakıldığında maden sektöründe ölümlü iş kazalarında Türkiye olarak birinci sıradayız.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba’nın paylaştığı verilere göre, maden ve madencilik sektöründe 2021’de resmi kayıtlara geçen toplam 16 bin 995 iş kazası yaşandı. Geçen yıl Türkiye’de her gün maden sektöründe 47 adet iş kazası gerçekleşti. SGK kayıtlarına göre, 2021’de maden ve madencilik sektöründe yaşamını yitiren işçi sayısı 75…
Kömür madenciliğiyle ilgili bölüme ayrıca bakarsak, şu verilere ulaşıyoruz…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Maden Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün (MAPEG) sitesinde yer alan 2020 verilerine göre, taş kömürü ve linyit sektöründe faaliyet gösteren işçi sayısı 36 bin 500 civarında.
27 bin 300 kişi özel sektörde, 9 bin 300 civarı kişi ise kamuda çalışıyor.
Taş kömürü ve linyit sektöründe yine 2020 verilerine göre toplamda 448 işyeri faaliyet gösteriyor. Bunun sadece 10 adedi kamuda görünürken, geri kalan 438 işletme özel sektör şirketi.
36 bin 500 civarındaki emekçinin hepsi yerin yüzlerce metre altında çalışmıyor, o bu sayının içinde onlar daha az sayıda. İş yerinde insan hayatına yönelik tehlike ve risklerin elbette azı çoğu olmaz.
Bartın’da yaşanan son maden faciasının ardından sormamız gereken en meşru soru şu olmalı: Yerin altında çalışmaya mahkum ettiğimiz binlerce çalışanı yerin üzerine çıkarıp daha sağlıklı, daha çevre dostu, daha insanca çalışma şartlarına kavuşturabilir miyiz?
Bu sorunun cevabı var: Politik tercihleri ve zihniyeti değiştirirsek evet, adil dönüşümle kavuşturabiliriz.
Bu son yapılan çalışmalarla da desteklenmiş durumda.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından yayınlanan ortak analizin tespitlerine göre, yeni yatırımların fosil yakıtlardan yenilenebilir enerji kaynaklarına kaydırılması halinde çok büyük ekonomik yararlar sağlanacak.
Türkiye, fosil yakıtlara bel bağlamak yerine yenilenebilir enerjiye yatırım yaparak 2030 yılına kadar GSYH’sini yılda 8 milyar dolar daha artırabilecek, 300 bini aşkın yeni istihdam yaratabilecek, sera gazı salımlarını 2019 düzeyine göre yüzde 8 azaltacak.
Gelecekteki enerji ihtiyaçlarının karşılanması için rüzgar ve güneş enerjisine yatırım yapılması sadece çevre bakımından yarar sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda büyüme, istihdam yaratma ve ticaret dengesi bakımından güçlü ekonomik kazançlar getirecek.
Adil dönüşüm kavramına tekrar dönecek olursa, bu kavram iklim değişikliği bağlamında giderek daha fazla ve daha yaygın biçimde kullanılmasına karşın, bu terimin anlamına ilişkin tek bir tanım yok.
Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC), bu kavramı “Adil dönüşüm, yeşil ve onurlu bir istihdamı içeren, emisyonların net sıfır olduğu, yoksulluğun kökünün kurutulduğu ve toplulukların sağlam ve dayanıklı halde olduğu bir geleceğin önünü açan planları, politikaları ve yatırımları üreten ekonomi çapındaki bir süreçtir” şeklinde tanımlıyor.
Paris İklim Anlaşması’nın başlangıç kısmı, anlaşmanın taraflarının “ulusal düzeyde tanımlanmış kalkınma öncelikleri doğrultusunda, işgücünün adil geçişi ile insana yakışır ve nitelikli işler oluşturmanın gerektirdiği şartları dikkate alarak” ifadesiyle, iklim eylemi, sürdürülebilir kalkınma ve adil geçiş arasındaki yakın bağları yansıtır.
Hükümetler, işverenler ve örgütleri, işçiler ve işçi sendikaları arasında müzakere edilerek benimsenen, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 2015 tarihli Adil Geçiş Rehberi “adil geçiş” ifadesi için küresel bir anlayış oluşturur.
Adil geçişi, “iyi yönetilmesi gereken ve herkes için insana yakışır işler, sosyal kapsayıcılık ve yoksulluğun ortadan kaldırılması hedeflerine katkıda bulunması gereken çevresel olarak sürdürülebilir ekonomiye doğru” bir süreç olarak tanımlar.
Uluslararası Petrol, Kimya ve Atom İşçileri Sendikası’nın liderlerinden biri olan Tony Mazzocchi, 1990’larda ABD’de, “adil dönüşüm” kavramını kamusal alanda iklim boyutuyla gündeme taşıyan ilk kişi oldu. 1970’lerde aktif olduğu silahsızlanma hareketinde, sendikacıları barış hareketine taşıma görevini üstlendi.
“Bombayı yasaklayın (Ban the Bomb)” hareketinin savunuculuğunu yaparken, istihdamın silahsızlanmanın yol açacağı bir bedel olabileceğinin farkındaydı ve daha barışçıl bir dünyada, işlerinden olma tehdidi altındaki işçilerin de unutulmaması gerektiğini ileri sürdü.
1992’deki Rio İklim Zirvesi’nin ardından, fosil yakıtların iklim değişikliğine yol açtığının teyit edilmesiyle birlikte, Mazzocchi bu düşüncelerini yeniden gündeme taşıdı. Hem emek hem de çevre hareketinin bir parçası olarak, “Dünyaya ihtiyaç duyduğu enerjiyi ve materyalleri sağlamak için her gün toksik maddelerle çalışanların, hayatlarında yeni bir başlangıç yapabilmek için gereken yardım elini hak ettiklerini” savundu.
O zamandan bu yana hızla yaygınlaşan kavramın kazandığı popülariteye karşın, kavram çok yakın zamanlara kadar sadece bazı aktörler tarafından benimsendi. Bu durumun nedeni, Paris Anlaşması’nın kabul edilmesinin de etkisiyle, iklim krizinin ancak yakın zaman önce acil eylem gerektiren öncelikli bir durum olarak görülmeye başlanmış olmasıdır.
Ayrıca, kömürün yerini hızla daha ucuz yenilenebilir seçeneklerin almaya başlamasıyla birlikte kömür endüstrisinde istihdam edilenlerin karşılaştığı riskin gözle görülür olması, adil dönüşüm planlarının da daha hızlı bir biçimde devreye alınması gerekliliğini farkındalığını ortaya çıkardı.
Sendikalardan ve çevre örgütlerinden gelen güçlü baskının sonucu olarak, kavram 2015’te Paris Anlaşması metninde, “İş gücünün adil geçişi ve ulusal çapta tanımlanmış kalkınma öncelikleri uyarınca onurlu ve kaliteli istihdamın yaratılması zorunluluklarını dikkate alarak, …” şeklinde yer buldu.
Kömürden çıkış planları Avrupa ülkelerinin bir kısmında ortaya kondu. Yenilenebilir enerji kaynakları ucuzluyor. Avrupa hükümetleri başta olmak üzere, karar alıcılarla finans kuruluşları her gün yeni bir kömür kullanımına son verme taahhüdü açıklıyor.
Kömür madenciliği ve kömür kaynaklı elektrik üretimi, düşük karbonlu bir geleceğe geçişte öncelikli olarak bitirilmesi gereken pratikler ve iklim krizinin getirdiği zorluklarla halk sağlığı standartlarıyla bağdaşmaz niteliklere sahip.
Dolayısıyla kömür kullanımına en hızlı biçimde son verilmesi, diğer fosil yakıtların da onu izlemesi şart. Yeni kömür projeleri planlamak ve eskileri envayi çeşit teşvik mekanizmaları ile ayakta tutmaya çalışmak, yeni istihdam yaratılması için bir çözüm oluşturmuyor.
Tersine, bu durum adil dönüşümü erteleyerek, kömür bölgelerindeki yerel halkın sırtındaki yükü ve riskleri artırmak anlamına geliyor.
Bu yükü hayatlarını riske atarak en fazla sırtlananların durumlarının iyileşmesi, mucizevi veya afaki çarelerle değil, zamanlı planlama, uyum politikaları ve kararlı uygulamayla mümkün.
Sosyoekonomik adil bir dönüşüm biçiminde tasarlanıp uygulanırsa iklim dostu ekonomiye geçiş, fosil yakıtların gerçek bedelini sağlıkları ve geçim kaynaklarıyla ödeyenler için adalet mümkün olabilir.
Başta kömür madeni emekçileri olmak üzere fosil yakıt endüstrilerinde çalışan tüm emekçiler için daha adil, daha sağlıklı, daha insani bir adil dönüşümü hemen şimdi vakit kaybetmeden talep etmeliyiz.
Yoksa Somaları, Ermenekleri, Karadonları, Bartınları daha çok konuşuruz…