Hüseyin Çakır
Milli ve yerlinin sağı solu
Küreselleşme bilgi-teknoloji toplumu, siber, robotik ve nesnelerin iletişimi dünyası, 4. Sanayi devrimi, algoritmik düşünme gibi bugünü geleceğe taşıyacak konuların konuşulduğu zamanda, şaka gibi ama gerçek: İktidar ve devlet küreselleşen dünyada var olmak için bula bula "yerli ve milli"ciliği buldu.
Türk dil kurumu sözlüğü der ki: Milli (sıfat) milletle ilgili, millete özgü, ulusal. Milli demek o ülkeyi temsil kabiliyetini kazanmış şey demektir.
Yerli: Yurt içinde yapılan veya bir yurdun kendine özgü niteliklerini taşıyan.
Bu tanımın masumiyetinden bakıldığında dünyanın her yerinde aşağı yukarı geçerli bir tanım.
Bu tanımlara ideolojik bağlam yüklendiği zaman milli: Irkçılık, milliyetçilik, şovenizm, militarizm olarak politikleşiyor. Yerliden kasıt coğrafi bölge üstünde yaşayan halk ise, Türklerin Anadolu’daki yerliliği 1000 yıl, tarihi kaynaklar Kürtlerin 5000 yıl, Ermenilerin 3000 yıl, Rumların 2700 yıl, Çerkezler, Arnavutlar gibi Osmanlı toprakları içinde olup imparatorluk parçalandıktan sonra Anadolu’ya göç eden veya göç etmek zorunda kalan halkların yerliliği 100-150 yıl. Yok, yerli: Yerli malı demekse bugünün ekonomik ilişkiler dünyasında üretim girdilerinden sermaye, hammadde, enerji vs… çok uluslu şirketlilerden sağlanıyor. Sonuçta halis yerli bir üretim yapmak mümkün değil. Bunun politika becerisiyle falan ilişkisi yok, dünyanın gerçekliği bu.
Ahmet Kaya’nın şarkısındaki gibi:
İlet tutar yanı yok,
Nerden baksan tutarsızlık,
İmparatorluklar zamanın da milli ve yerli kavramları yoktu. Modern ulus devlet oluşumu başlangıcında millilik, milliyetçilik, yerlilik kavramları ortaya çıktı. İmparatorlukların yıkılışı, burjuva devrimleriyle veya burjuvazi öncülüğünde iç pazar yaratmak, gümrük sınırları oluşturmak için milliyetçiliğin yapıştırıcı unsur olarak kullanılması; ulus devlet simgeleri, tarih ve kültür oluşturma vs. vs. tarihsel olarak yaşandı. 19. ve 20. yüzyılda anti sömürgecilik veya ulus devletler içindeki halklar ayrı devletleri, milliyetçilik veya millilik değerleri üstünden kurdular. Birçok devlet çok kimlikli, çok uluslu olarak birarada yaşama yolunu tercih etti.
100 yıl önce ulus devlet paradigmasıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti tek kimlikli ulus devlet yaratmak için ideolojik, kültürel her yolu denedi, olmadı. Nihayet çok kimliklilik devlet katında kabul edildi.
İyi de oldu.
Fakat iyi olanın arkasından amalar gelmeye başlayınca iyinin içine "şeytan" (Ezidilerden özür dileyerek) kaçıyor. Şekilsel ve küçük küçük olumlu adımlar atılmışken, ideolojik içerikli "yerli ve milli" kavramları gündeme getirilerek milliyetçilik ve ırkçılık kışkırtılıyor. Bir yandan küreselleşen dünyanın içinde yer alırken, öte yandan milli olan küresel olanın karşısına alternatif olarak çıkartılabilir mi? Evet çıkartılabiliyor. Dünyada aşırı sağ ve sağ muhafazakârlar küreselleşmenin karşısına ırkçılığı, milliyetçiliği çıkartıyorlar, bu tarihsel sürecin çelişkileri içinde politik olarak başarılı da oluyorlar.
Milli gayri milli ayrımı ile birarada yaşama iradesi zehirleniyor
İnsan hayatının bütün alanlarında yerel olanlar küreselleşirken, küresel olanların yerel olanla sentezleştiği bir zamanda ideolojik olarak "yerli ve milli"nin karşılığı ne anlama gelir, yerli ve milliden ne beklenir?
Genelleştirmeyi, tarihselliği bir kenara bırakarak, Türkiye’nin bugünkü gerçekliğinde yerli ve milli neden gündeme geldi? Bu soruya iktidar ve ortakları dışında verilen yanıt: 2019’da Recep Tayyip Erdoğan’ın başkan seçilebilmesi için gerekli olan % 50 art 1’i bulabilmek uğruna MHP ile ittifak zorunlu hale gelince AKP yönetimi Alparslan Türkeş’in 9 Işık manifestosundaki yerli ve milli ideolojiyi bekası kabul etti. Yerli ve milli, İslamcılık ve milliyetçilikle harmanlanarak, Milli Görüş ve MHP milliyetçiliğiyle harmanlanan antiemperyalist ideoloji oluverdi.
Solunu, sağını karıştırmış, solun değerlerini Nasyonal sosyalizme indirgeyen eskisi, çakması eski yoldaşlar, ülkücülerden daha yüksek sesle bağırarak "milli ve yerli olmak antiemperyalist duruştur, Suriye’de savaş ABD’ye karşı savaştır" naraları atmaya başladılar. Solculuğu, sosyalistliği millilik/milliyetçiliğe indirgeyen bu zihniyet, Musollini ve Hitler’in Nasyonal sosyalizminden başka nedir ki? Sağın, radikali, merkezinde olanları milliyetçiliği sınıfsal olana karşı ideolojik enstrüman olarak çıkarttılar. Tipik örnek Türkiye’de komünistlerin bir kısmı dışında sağ, ulusalcı sol ve kendini eski solcu sayan Reis’çiler "biz sınıfsız kaynaşmış bir milletiz" tezini savundular, savunuyorlar. Sınıfsal olanı savunanlar, bölücü ve düşman olarak addedildiler.
Evrensel sosyal demokrasi de milli olanı savunur ama milli olanı ideoloji düzeyine çıkartarak milliyetçiliğe ve ırkçılığa kapı aralamaz.
Marx’ı ve Lenin’i de içine alan komünist solun milli ve milliyetçiliğe bakışı ulus-devletçilik olmamıştır, sınıf devletçilik olmuştur. Pratikte bu ne kadar gerçekleşmiştir bu başka bir tartışma konusu.
Marx, milli-ulusal olanı toplumsal tarihin gelişim sürecinde konjonktürel görür ideolojik kavramsallaştırmaya karşı çıkar. Marx için esas olan sınıfsaldır, sınıfların amacı ve çıkarıdır. Bu bağlamda esas olan işçi sınıfının enternasyonal duruşudur. Meşhur sözünde belirttiği gibi "işçilerin vatanı yoktur." Ulusların çıkarı o ulusun egemen olanı kimse onun çıkarıdır. İşçiler onların çıkarı adına savaşmazlar. Marx’ın bu sınıfsal söylemini bugün genişleterek, çalışanlar, emeği ile geçinenler, kentli alt ve orta sınıf olarak okuyabiliriz.
Lenin’in determinist kapitalizm- emperyalizm tezine burada girmemeyim. Şu kadarını söylemek sanırım yeterli olur: Küreselleşen dünya kapitalizminin temel özelliği karşılıklı bağımlılık ilişkisidir. Bir şirketin merkezi bir ulus devlete kayıtlı olsa da dünya pazarlarında iş yapan ulus üstü şirkettir. Küresel şirket evlilikleri, ortaklıklar dünya pazarına sunulan hisse senetleri gibi araçlar iç içe geçmiş ekonomik yapılanmada katışıksız, arı= milli sermaye veya mal-ürün bulmak mümkün değildir.
Çok basit örnekle, kullandığınız cep telefonunu, bindiğiniz arabayı, giydiğiniz kot pantolonu vs. üreten şirketlerin ortaklarına bakmak yeterli. İhracat, ithalat yapmadan yaşanılamayacak dünyada yerli ve milli savunmasını politik olarak Kuzey Kore ve Venezüella savunuyor. Bu kısmen doğru kabul edilebilir. Küba da bu kategoride idi Castro sağlığında Küba’yı küresel dünyaya açma adımını attı.
Milli ve yerli meselesini gündeme getirenler aslında Türk Dil Kurumu'ndaki tanımları tahrif ediyorlar, ideolojik anlam yükleyerek toplumu milli ve yerli olan olmayan gibi ikiye ayırıyorlar. Uzunca bir zamandır sürdürülen kutuplaştırıcı dil, politika ve uygulamalar çok tehlikeli. Milli- gayri milli, yerli - yabancı ayrımı yapılmasının her türlü kışkırtıcılığa müsait olduğunu 31 Mart, Kanlı Pazar, Çorum, Sivas… gibi yaşanan gerçeklerden biliyoruz.
Radikal sağın milliyetçi marjinal popülist söyleminin peşine, AKP’ye oy vermiş vicdanlı, erdemli insanların takılacağını sanmıyorum.
Her sabah dükkânını açan yandaki komşusuna, aynı tezgâhta çalışanlar Kürt, Ermeni, Rum, Alevi arkadaşlarına acaba "milli mi, gayri milli mi" kuşkusuyla bakacaklar.
Gerçek hayatta bu çatışmacı, kutuplaştırıcı dilin karşılığı yok. Ancak bu söylemin alıcı ve kullanıcıları parti militanları ve de derin yapılar, onlar bu yumuşak ve hassas meseleyi provokasyona dönüştürebiliyorlar.
Her şeye rağmen bu kadar çok bölücü, bölünme lafının kullanılmasına karşın, çok kültürlü, çok kimlikli yurttaşlar birarada barış içinde yaşama iradesinden asla vaz geçmiyorlar. Gerçek anlamda yerli ve milli olandan söz edilecekse o işte bu birarada yaşama iradesidir.
Her şeyin etiği var bir tek siyasetin etiği yok
Üretici ürettiği mala sağlığa zararlı madde koyduğu zaman hem cezası var hem de çevresindekiler sahtekâr, güvenilmez olarak bakarlar. Üretim etiği diye bir şey var. Hemen her konuda etik kurullar var.
Siyasetin ne etik kuralları, ne ahlakı var. İnançlar, değerler siyasal amaçlar uğruna hep araç olarak kullanıldı.
Bundan 1360 yıl önce Hz. Ali’nin halifeliğini kabul etmeyen Şam valisi Muaviye (bin Ebi Süfyan) Sıffın savaşında (657) mızraklarının ucuna Kuran'dan ayetler takarak Hz. Ali'nin ordusundan şüphe ve tereddüt uyandırdılar. Bunun sonucunda Hz. Ali taraftarı Kuran ayetlerine karşı savaşmayacaklarını ilan ettiler. Kirli siyasetin tarihteki tipik örneklerinden birisi.
Her gün, gözünüzün içine baka baka siyasi, hukuki, tarihi… dün söyleneni bugün yok sayan yalanlar söyleniyor.
İdeolojik propaganda ile ruh sağlığınız bozuluyor.
Dini, toplumsal değerleriniz siyasal amaçlar için çarpıtılıyor kullanılıyor ve duygu dünyanız yaralanıyor.
Kışkırtma yapılıyor, buna kapılan gidip suç işliyor. Suçu işleyen ceza çekiyor, kışkırtan rahatsız bile olmuyor.
İktidar veya muhalefet fark etmez, siyasette her şey mubah olabilir mi?
Çoluk çocuk, genç yaşlı herkesin bugünü ve geleceğine maddi manevi karar verme yetkisinde olanların etik, ahlak ve değerlere sahip olması gerekmez mi?
"Kalıcı barış, huzur, güven, istikrar için; adaletin, eşitliğin, hakların ve özgürlüklerin sağlanması yolunda herkesin üzerine düşeni yapması istendi. Hep birlikte bu özellikleri taşıyan yeni bir siyasal düzenin kurulması çabası içinde olunması mesajı verildi
Tekçilikten vazgeçilmeli. Tek dil, tek millet değil, ortak vatan, ortak devlet denmeli.
Kalıplaşmış deyimlerden vazgeçilmeli: Türk bayrağı, Türk milleti, ne mutlu Türküm diyene, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur, Türkiye Türklerindir, bir Türk dünyaya bedeldir gibi.
Bölünme kaygısının yersiz olduğu ifade edildi. Çünkü bölünmenin objektif şartları yok. Bilakis birlikteliğin ve bir arada hareket etmenin gerekleri söz konusu. Hem iç dinamiklerin hem de dış dinamiklerin bölünmeye değil birlikteliğe yönlendirdiği vurgulandı. Bu ülke artık tek din, tek dil gibi söylemleri? Kaldırmıyor." Tırnak içindeki bu alıntı 26 Haziran 2013’de Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Dolmabahçe çalışma ofisi'nde Akil İnsanlar Doğu Anadolu Grubu heyetlerinin Başbakan’a sunduğu rapordan kısa bir bölüm.
Sonra ne oldu.
Geldik bugüne.
Yarın bugün gibi devam edebilir mi?
Hem edebilir, hem edemez.
Karar seçmenin…